Tezkiretül Evliya, Feridüddin Attar, Tercüme Ubeydullah Bayram Tekin, Şamua Kağıt 944 Sayfa

Tezkiretül Evliya, Feridüddin Attar, Tercüme Ubeydullah Bayram Tekin, Şamua Kağıt 944 Sayfa

Kategori
Yayınevi
Barkod
evliya tezkireleri kitabı, yasin yayınevi
Vitrin Katagorisi
Aynı gün kargo
Tezkiretü'l Evliya Evliya Tezkireleri Feridüddin Attar Tercüme Ubeydullah Bayram Tekin
Büyük Boy 17x24 cm Ebat 944 Sayfa Ciltli
"Ferîdüddin Attar'ın (k.s) meşhur eseri Tezkiretü'l-Evliyâ, Ubeydullah Bayram Tekin çevirisiyle yayına hazırlandı. Asırların eskitemediği bu eserde Allah dostlarının hayat hikâyeleri, ibret verici menkıbeleri yer alıyor. Tasavvufî ve ahlâkî bilgiler ansiklopedisi niteliğindeki bu eser Ehl-i sünnet'in temel tasavvuf kaynaklarındandır.
Tezkiretü'l-Evliya'da engin bir insan sevgisi, ırk ve inanç farkı gözetmeyen bir insanperverlik, derin bir dinî müsamaha vardır. İnsanlığın gösterdiği farklı tezahürler bir yana bırakılarak, bütün insanlarda bir ve aynı olan öz ve cevher üzerinde ısrarla durulmuş ve bu husus ifade edilmeye gayret edilmiştir. Tasavvufî ve ahlâkî bilgiler, umumiyetle menkıbeler biçiminde sade, anlaşılır ve beliğ bir şekilde ifade edilmiştir."
Feridüddin Attar’ın (k.s) meşhur eseri Tezkiretü’l-Evliya çevirisiyle yayına hazırlandı. Asırların eskitemediği bu eserde Allah dostlarının hayat hikâyeleri, ibret verici menkıbeleri yer alıyor. Tasavvufî ve ahlâkî bilgiler ansiklopedisi niteliğindeki bu eser Ehl-i sünnet’in temel tasavvuf kaynaklarındandır.

 Tezkiretü’l-Evliya’da engin bir insan sevgisi, ırk ve inanç farkı gözetmeyen bir insanperverlik, derin bir dinî müsamaha vardır. İnsanlığın gösterdiği farklı tezahürler bir yana bırakılarak, bütün insanlarda bir ve aynı olan öz ve cevher üzerinde ısrarla durulmuş ve bu husus ifade edilmeye gayret edilmiştir. Tasavvufî ve ahlâkî bilgiler, umumiyetle menkıbeler biçiminde sade, anlaşılır ve beliğ bir şekilde ifade edilmiştir.

Bu kaynak eser, temel eserlerimize verdiği önemi göstermesi açısından da önemli bir kıstas oluyor.

ÖNSÖZ

Rahmeti çok, lutfu bol Allah'ın adıyla... Hamdolsun Mevlâ'ya. Selâm ol­sun Muhammed Mustafa'ya (s.a.v). Millî duyuş ve düşünüş biçiminin teşekkülünde, bu suretle millî bünye ve seciyenin vücut bulmasında tesirli olan ana kaynakların ve temel eserlerin tercüme edilip yeni nesillere tanıtılması, fikir ve inanç tarihimiz açısından olduğu kadar, içinde yaşadığımız cemiyetin hâlihazır düşünce ve inanç yapısı itibariyle de büyük ehemmiyet taşır. Milletin inanış, düşünüş ve duyuş üslubunu, bir içtimaî varlık olarak ya­pısını, bu yapının belli başlı nitelik, özellik ve tezahürlerini tanımak isteyenlerin, millî bünyenin oluşmasında uzun asırlar tesirli olmuş klasik eserleri dikkatle tetkik etmeye ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyacı karşılamak üzere, daha evvel bu sahada yapılan çalışmalara ilave olmak üzere biz de Kuşeyrî'nin Risale’sini, Kelâbâzî'nin Taarruf’unu ve Hücvîrî'nin Keşfü'l-Mahcûb'unu tercüme ettik, İslâm tasavvufu ile ilgili ciddi bir tenkit ve umumi bir değerlendirme mahiyetinde olan İbn Haldun'un Şifâü's-Sâil’ini de tasavvuf cereyanının İslâm öğretisindeki yerini, İslâmî ilimler arasındaki durumunu, İslâm cemiyeti ve düşüncesi üzerin­deki tesirini gözetmek için tercüme ettik.

Kelâbâzî'nin, Kuşeyrî'nin ve Hücvîrî'nin sözü edilen eserleri, Sünnî ta­savvufun 7-12. yüzyıla kadar olan seyri hakkında tam ve doğru bir fikir verir. Sünnî tasavvufun ilk beş asırlık seyrini ve gelişme tarzını takip etmek için te mel eserler ve ana kaynaklar, söz konusu kitaplardır. Serrâc'ın Lüma'ında, Ebû Tâlib-i Mekkî'nin Kûtü'l-Kulûb'unda ve Gazâlî'nin İhyâ'sında anlatılan tasavvuf, bahsi geçen eserlerde ifade edilen tasavvufun tıpkısıdır. Ancak o sıralarda, yeni yeni yayılan tasavvuf cereyanının zahirî ilimlere zıt düşmedi­ğini ve şer'î hükümlerle çelişmediğini göstermek, bu suretle yeni bir hareket olan tasavvuf karşısında dindar fert ve zümrelerde görülen ürkekliği ve çe­kingenliği ortadan kaldırmak için adı geçen müellifler mümkün mertebe ihtiyatkâr bir dil kullanmayı tercih etmişler ve dikkatli davranmayı maslahata uygun bulmuşlardı.Böyle olunca da tasavvufî kavrayışları, üstü kapalı ve hayli müphem olan ifadelerle anlatmışlardı. Bu da zaten anlaşılması kolay olmayan sırrî inançların ve tasavvufî meselelerin zor anlaşılmasına sebebiyet veriyor­du. Halbuki, kitaplarda üstü kapalı ve kamufleli ifadelerle anlatılan hususlar, sûfîler arasında açık seçik bir şekilde konuşulmaktaydı. Attâr zamanında zahir ehlinin ve müteşerrîlerin tasavvufa gösterdikleri şiddetli tepki epey yumuşadı­ğından, tasavvufî telakkileri ve meseleleri daha açık bir şekilde ortaya koyma imkânı doğmuştu. Attâr, Tezkire'de işte bunu yapmış ve daha evvel var olan tasavvufî telakkileri daha açık ifade ederek, bunların daha iyi ve daha doğru anlaşılmasını sağlamıştır. Tezkire 'de şekillenen bu tasavvuf anlayışı, Mevlânâ ve ondan sonraki mutasavvıflarda gelişerek devam etmiş, özünü aynen mu­hafaza ederek türlü türlü ifadelere bürünmüştür.

 Tezkire'deki tasavvuf anlayışı soyut, teorik ve felsefî bir mahiyette değil­dir; fakat şekilci, akılcı, zahirî ve nasçı da değildir; olabildiğince müşahhas ve serbesttir. Tezkire'deki mistik duyuş ve düşünüşün temel karakteri, panteist inanış ve düşünüş tarzına azami derecede yaklaşmış olmakla beraber hiçbir zaman ona dönüşmemiş; daima basitliğini, sadeliğini, açıklığını, anlaşılırlığını ve çekiciliğini muhafaza etmiş olmasıdır. Bu niteliklere sahip olduğundan Tezkire'deki tasavvuf, geniş halk yığınları, bilhassa çoğu okuma yazma bilmeyen tarikat mensupları tarafından büyük bir alaka ile karşılanmış, benimsenmiş, sevilmiş, yaşanmış ve yaşatılmıştır. Çin'den Adriyatik sahillerine kadar uzanan geniş sahalarda yaşayan Türk kavimler, Tezkire'deki tasavvuf anlayışını hem esas metinden hem de Uygur ve Anadolu Türkçesi'ne yapılan tercümelerden okumuş ve öğrenmiştir. Türkçe yazılan manzum ve nesir eserlerdeki telakki­lerin çoğunu, aynen Tezkire'de bulmak mümkündür.

 Tezkire 'deki tasavvufî ve ahlâkî bilgiler, umumiyetle menkıbeler biçiminde ve beliğ bir şekilde ifade edilmiştir. Bu itibarla menkıbe yönünden Tezkire, yukarıda işaret edilen eserlerin hepsinden daha zengindir. Daha sonraki asır­larda bile bu kadar bol menkıbe ihtiva eden tabakat ve tasavvuf kitabı yazıl­mamıştır. Tezkire, bu bakımdan Yâfiî'nin Ravzü'r-Reyâhîn'inden üstündür.

 Tezkire 'de engin bir insan sevgisi, ırk ve inanç farkı gözetmeyen bir insanperverlik, derin bir dinî müsamaha vardır. İnsanlığın gösterdiği farklı te­zahürler bir yana bırakılarak, bütün insanlarda bir ve aynı olan öz ve cevher üzerinde ısrarla durulmuş ve bu husus ifade edilmeye gayret edilmiştir. Kı­saca yetmiş iki buçuk millete aynı gözle bakılmıştır.

Tezkire, bir çeşit tasavvufî ve ahlâkî bilgiler ansiklopedisidir. Onda, İslâm tasavvufunun ve tasavvufî ahlâkın hemen hemen bütün meseleleri açık bir dil­le ve birçok tekrarla kesin bir biçimde ortaya konulmuştur. Yapılacak araştır­ma ve incelemelerde, Tezkire 'deki bilgileri esas almak araştırıcıları yanıltmaz, kanaatindeyim.

 Bildiğime göre hiçbir dilde Tezkire'nin tam tercümesi yoktur. Millî kültü­rümüzü ve dinî hayatımızı çok yakından ilgilendiren bu mühim eserin, tam olarak tercümesinin bize nasip olmasını Hak Teâlâ'nın hakkımızdaki bir lutfu sayıyor, bundan mahzun oluyor, bunun şükranesi olmak üzere bu seriye yeni eserler ilave etmek için yapacağımız çalışmalarda muvaffak kılmasını Mevlâ-i Müteâl'den niyaz ediyorum.

 TEZKİRETÜ'l-EVLİYÂ

Attâr 'ın yegâne mensur eseridir. 618 (1221) yılında şehid edilmesinden bir sene evvel telif etmiştir. Tezkire, "iyi şeyleri anmaya ve güzel şeyleri yâd etmeye vesile olan şey" demektir. Bu itibarla, arzu edilen şeyin unutulmayıp hatırlanmasını temin etme maksadıyla, parmağa bağlanan ipliğe tezkire de­nilmektedir. Velilerin veciz ve irşad edici sözlerinin, örnek teşkil eden hal ve hareketlerinin yâd edilip önce Allah'ın [celle celâluhû], sonra peygamberlerin, ve­lilerin ve ahiret ahvalinin zikredilmesine vasıta olan hususlara da tezkire denil­miştir. Bu itibarla Kur'an'a da tezkire denilmiştir. Çünkü aynı şeyleri hatırlatıp müteyakkız (uyanık) olmayı temin etmektedir.

Tezkire kelimesinin, tasavvufî bir tabir olan zikirle de yakın alakası vardır. Esasen Attâr, eserinde sûfîlerden bahsederken başlıkta bahis konusu etti­ği her sûfînin isminin başına "zikr" kelimesini koymaktadır. Zikr-i Muhâsibî, Zikr-i Kassâr gibi. Nakledilen sûfî sözleri, halleri ve hareketleri Allah'ı [celle celâluhû] hatırlattığı; hatta Allah'ın [celle celâluhû] feyzi, ilhamı, ilmi, celâli ve azameti sûfîlerin kalplerinde tecelli ettiği; bu da Allah'ın [celle celâluhû] anılmasına ve­sile teşkil ettiği için bu esere tezkire denilmiştir, diye hükmetmek de pekâlâ mümkündür. Buradaki tezkire sözünü "menkıbe" olarak anlamak ve bu esere, "Evliya Menkıbeleri" adını vermekte bir sakınca yoktur.

Attâr'dan evvel aynı vadide eser yazan Sülemî, kitabına Tabakatü's-Sûfiyye ve Ebû Nuaym, Hilyetü'l-Evliyâ ismini vermişlerdi. Kuşeyrî, Hücvîrî gibi müelliflerse sûfîlerin hal tercümelerine eserlerinde kısa bir bölüm ayırmışlardır. Attâr'ın eseri tabakat kitapları tarzında, sûfîlerin hal tercümelerine dair yazılan ilk Farsça kitap olmamakla beraber, evvelki tezkirelerin tekrarı ve kopyası da değildir. Onu, daha evvel aynı sahada, aynı maksatla yazılan tabakat kitap­larından ayıran birtakım hususiyetler mevcuttur. Attâr'ın eserinde evliya hal tercümelerinin yeni bir merhalesine varılmış ve bu merhale daha sonraki asır­larda da esas itibariyle değiştirilmeden aynen muhafaza edilmiştir. Attâr'ın eseri, Herevî ve Câmî vasıtasıyla genişletilen, geliştirilen ve Farsça ile ifade edilen Sülemî'nin Tabakatına nazaran epey farklıdır. Bu farklı tarafları sebe­biyle sûfîler arasında Attâr'ın eseri daha çok yaygınlık kazanmıştır. Attâr'ın çok güçlü vahdet-i vücûd temayüller taşıması, hassas ruhlu ve hür düşünceli bir şair oluşu, eserin sûfîler tarafından ehemmiyetle okunup rağbet ve alaka ile karşılanmasına vesile olmuştur. Daha sonraki dönemlerde tasavvuf hare­ketinin vahdet-i vûcud cereyanlarına kapılmış olması, bu rağbeti ve alakayı büsbütün artırmıştır.

Attâr'dan evvel sûfîlerin hal tercümelerine dair yazılan başlıca eserler ve müellifleri şunlardır: Sülemî (v. 412/1021), Tabakatü's-Sûfiyye; Ebû Nuaym (v. 430/1038), Hilyetü'l-Evliyâ; İbnü'l-Cevzî (v. 597/1201), Sıfatü's-Safve; İbn Hamîs(v. 552/1157), Menâkıbü'l-Ebrâr ve Mehâsinü'l-Ahyâr. Bunlardan ilk iki­si ile Attâr'ın eseri arasında benzerlikler bulunduğu gibi önemli ve büyük fark­lar da bulunmaktadır. Mesela Sülemî'nin eserinde daha çok sûfîlerin sözleri nakledilmiş, menkıbelerine daha az yer verilmiştir. Ebû Nuaym, menkıbelere biraz daha çok yer vermiş olmakla beraber yine de esas itibariyle durum aynı sayılır. Zaten, Attâr'ın Tezkire'de anlattığı sûfîlere dair bilgi verirken Ebû Nuaym da ana hatlarıyla Sülemî'yi takip etmiştir. Bu sebeple Sülemî'de ve Ebû Nuaym'da bulunmayan pek çok menkıbe ve tasavvufi vecize Attâr'ın eserin­de vardır. Ayrıca bu menkıbe ve vecizeler Tezkire'de tasavvufun temayülüne daha müsait bir hale getirilmiştir. Çevrenin tepkisi dikkate alınarak Sülemî ve Ebû Nuaym tarafından ya hiç söylenmeyen veya üstü kapalı olarak geçilen menkıbe ve vecizeler, aradan geçen uzun zaman fasılası neticesinde yumu­şayan muhitin müsamahasından istifade edilerek, Attâr tarafından olduğu gibi ve açık seçik bir şekilde kaydedilmiştir. Attâr'ın, İbnü'l-Cevzî ile İbn Hamîs'ten faydalanmış olduğu ihtimali çok zayıf olduğundan bunlar üzerinde durmuyo­ruz. Zaten Sıfatü's-Safve, Hilyetü'l-Evliyâ'nın bir özeti mahiyetindedir. Şimdi Tezkire'nin kaynakları üzerinde biraz daha etraflı olarak durabiliriz.

            TEZKİRENİN KAYNAKLARI

Attâr, Tezkire'nin giriş kısmında, sûfîlere ait menkıbe ve vecizelerin pek çok olduğunu, eserini yazarken bunlardan sadece seçmeler yaptığını, daha fazla malumat isteyenlerin Şerhu'l-Kalb, Keşfü'l-Esrâr ve Ma'rifetü'n-Nefs (veya Ma'rifetü'n-Nefs ve'r-Rab) adlı eserlere başvurmaları gerektiğini, bunları okumaları halinde tasavvufla ilgili hiçbir şeyin kendileri için gizli kalmayacağını anlatır. Şimdi bu üç eser hakkında kısaca bilgi verelim.

Şerhu'l-Kalb: Tezkire'nin Hakim et-Tirmizî bölümünün sonunda bu eserin kendisine ait olduğunu ifade eden Attâr, Hüsrevnâme'nin giriş kısmında eser­lerinden bahsederken bu eserin ismini de söyler. Ancak bu eserin zamanımıza kadar geldiğine dair henüz herhangi bir emareye ve kayda rastlanmamıştır. 

Keşfü'l-Esrâr: Keşfü'z-Zunûn'da, bu isimde yirmiden fazla eserin ismi kaydedilmiştir. Ancak Attâr'ın ismini zikrettiği bu eserin müellifinin kim ol­duğuna dair herhangi bir kayıt yoktur. Onun için bu eser birincisinden daha meçhuldür. 

Ma'rifetü'n-Nefs: Müellifi hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Şayet Attâr'ın en önemli kaynakları bu eserlerse bunların elde mevcut olmamaları sebebiy­le, Tezkire'nin kaynakları hakkında tam bir bilgi sahibi olmaya imkân yoktur. Ancak yaptığımız araştırma ve karşılaştırmalar neticesinde Tezkire'de yar alan bilgilerden bir kısmının, elde mevcut bulunan Risale gibi kaynaklarda da he­men hemen aynı şekilde var olduğunu gördük. Ama bu bilgilerin sûfî tabakat kitaplarından doğrudan doğruya mı, yoksa diğer birtakım eserler aracılığı ile dolaylı olarak mı alındığına; hem doğrudan hem dolaylı olarak iktibas edilme­leri halinde hangi nisbette doğrudan hangi nisbette dolaylı olarak alındığına dair kesin bir şey söylemeye imkân yoktur. 

Tabakatü's-Sûfiyye: Sülemî'nin (v. 412/1021) bu eseri ile Tezkire arasında büyük ve açık benzerlikler vardır. Attâr, menkıbelerin bir kısmını ama daha çok tasavvufî vecizeleri bu eserden almıştır. Ancak Attâr, bu eserin Arapça met­ninden çok, Herevî diye tanınan Ebû İsmail Abdullah b. Muhammed el-Ensârî (v. 481/1089) tarafından yapılan tercümesinden istifade etmiştir. Muhammed İstilâmî, Attâr'ın daha çok bu eserin Arapça metninden faydalandığı kanaa­tindedir.

Hilyetü'l-Evliyâ: Ebû Nuaym'ın (v. 430/1038) bu eseriyle Tezkire arasın­da bazı benzerlikler vardır. Ancak Attâr'ın, bu kaynaktan doğrudan istifade etmesi mümkün olduğu gibi, Farsça veya Arapça tasavvufî eserler ve men­kıbe kitapları vasıtasıyla faydalanmış olması da mümkündür. Attâr'ın, Menâkıbü'l-Ebrâr ile Sıfafü's-Safve'den istifade etmiş olması uzak bir ihtimaldir.

Kuşeyrî'nin Risâle'si ile Hücvîrî'nin Keşfü'l-Mahcûb'u Attâr'ın en önemli iki kaynağıdır. Fakat Attâr, Risale'nin Arapça metninden çok, Ebû Ali Hasan b. Ahmed Osmânî tarafından yapılan Farsça tercümesinden faydalanmış­tır. Hücvîrî'nin, aslı Farsça olan Keşfü'l-Mahcûb'undan, Attâr'ın faydalan­dığı hem kesin hem de açıktır. "Ebû Hanîfe" ve "ibn Atâ" bölümlerinde Attâr, Hücvîrî'nin ismini zikrederek ondan nakil ve iktibas yapmıştır. Ancak gerek Kuşeyrî'nin gerekse Hücvîrî'nin, şeyhlerine ait hal tercümeleri bölümünde sûfîlere dair verdikleri bilgiler, aynı sûfîler hakkında Attâr'ın verdiği bilgilere nazaran çok azdır. Fakat Risale'nin ve Keşfü'l-Mahcûb'un diğer bölümlerinde yer alan bilgiler dikkatli bir taramadan sonra toplanmış ve bu bilgiler hangi sûfîye aitse Tezkire'nin o bölümüne eklenmiş, demek mümkün olduğu gibi, bu bilgilerin başka kaynaklardan aktarıldığını kabul etmek de mümkündür. Diğer taraftan söz konusu kaynaklarda rastlanmayan birtakım bilgilerin Tezkire 'de yer alması, Attâr'ın daha başka kaynaklardan da faydalandığını göstermek­tedir. Serrâc'ın el-Lüma'ı, Kelâbâzî'nin Taarrufu ve bunun şerhleri, Nîşâburlu Abdülmelik b. Ebû Osman'ın Tehzîbü'l-Esrâr'ı ve Hemedanlı Ebü'l-Hasan Ali b. Cehsem'in Nefhatü'l-Esrâr ve Levâmiu'l -Envâr'ı vb. gibi daha başka eser­ler arasında birtakım benzerlikler mevcuttur. Ancak Attâr'ın bu kaynaklardan faydalandığını tesbit etmek, şayet faydalanmışsa bunun miktarını tayin etmek oldukça güçtür.

Burada önemli olan, mesela, Tezkire 'nin Râbia el-Adeviyye hakkında ver­diği bilgiler gibi, sadece Tezkire 'de bulunup diğer eserlerde rastlanmayan ma­lumatın kaynağıdır. Eldeki kaynakların hiçbirinde Râbia hakkında Tezkire'de olduğu kadar bilgi yoktur. Bu çeşit bilgileri Attâr'ın hangi eserlerden ve kay­naklardan aktardığına dair elimizde hiçbir delil mevcut değildir. Her halükârda Attâr'ın Tezkire 'yi yazmak için kullandığı bazı önemli kaynakların günümüze gelmediğini kabul etmek zorundayız. İşte bu çeşit kayıp eserlerde yer alan tasavvufî bilgiler, bize Attâr vasıtasıyla intikal ettiği için, Tezkire'n\n önemi bü­yüktür ve onun yeri öbür tasavvufî eserlerle doldurulamaz. Eğer bu kayıp kay­nak eserler elde mevcut olsaydı Attâr'ın; Sülemî, Ebû Nuaym, Kuşeyrî ve Hücvîrî gibi müelliflerden ne ölçüde faydalandığını kestirmek kolaylaşmış olacak­tı. Şu da bir gerçek ki Attâr, eserini yazar yazmaz bu kaynak eserler ortadan kaybolmuş değildir. Bu kaynaklar bir süre daha varolmaya devam ettiğinden, muhtevaları diğer müellifler tarafından da az veya çok iktibas olunmuş ve bu suretle ihtiva ettikleri bilgiler, Tezkire 'nin dışında daha başka eserler vasıtasıy­la da sonraki asırlara intikal etmiştir. Muhammed İsti'lâmî'nin tesbitine göre Attâr'ın Tezkire'sinde, 988 menkıbe ve 2864 tasavvufî vecize vardır. Attâr, bu menkıbeleri ve vecizeleri çok sayıdaki menkıbe ve vecizelerden seçmiş, bunlara ait senetleri zikretmemiş, bir zaruret bulunmadıkça kendisi fikir beyan etmemiş, bu bilgilerin bir kısmını Farsça kitaplardan ama ekserisini Arapça eserlerden derlemiştir. Ancak bu derleme esnasında birtakım zorluklarla kar­şılaşan Attâr, bir menkıbenin ve vecizenin muhtelif kaynaklarda ayrı ayrı safî­lere nisbet edildiğini görmüş, bu hususta mümkün mertebe dikkatli ve ihtiyatlı davranmış ama yine de aynı şeyleri muhtelif sûfîlere nisbet etmekten kurtu­lamamıştır. Mesela bir gemiye binen Zünnûn-i Mısrî'nin hırsızlıkla suçlanması meselesiyle ilgili menkıbeyi, bir kere Mâlik b. Dînâr, bir kere de İbrahim b. Ed-hem bahsinde zikretmek suretiyle üç defa tekrarlamıştır. Bu sebeple Attâr'ın kaynaklara tam hâkim olarak eserini telif ettiğini söylemek kolay değildir.

TEZKİRE'NİN METNİ

Tezkiretül Evliya çok okunmuş ve çok istinsah edilmiş bir eser olduğun­dan pek çok yazması vardır. Basmaları da bir hayli fazladır. Tezkire ilk defa tenkitli olarak 1905-1907 yıllarında R. A. Nicholson tarafından, The Tadhkira-tu'l-Awliya of Shaykh Faridu'd-Din Attar (Persian Historical Texts, 3, 5) London-Leyden'de basılmıştır. Bu neşrin başında Mirza Muhammed Kazvînî'nin geniş bir önsözü mevcuttur. Ayrıca yetmiş iki bölüm olan asıl metne, "Zikr-i Mütaahhirân ez-Meşâyih-i Kibar" başlığı ile yirmi beş bölüm daha eklenmiştir. R. A. Nicholson'un bir önsözünü de ihtiva eden bu baskı, çok eski nüshalara dayanmadığından bir hayli eksik ve bozuk tarafları vardır. Birkaç defa Hindis­tan'da basılan Tezkire'nin bu baskıları da hatalarla doludur. Mirza Muhammed Kazvînî'nin düzeltmeleriyle İran'da birkaç defa basılan Tezkire'nin baskısındaki hatalar da sayısızdır. Bu sebeple mevcut baskılardan da istifade eden Muhammed İstilâmî. 692 (1293) tarihli Tezkire'nin İstanbul Aziz Mahmud Hüdâyî Kütüphanesindeki yazması ile 701 (1302) tarihli Tahran'daki Millî Kütüphane'de bulunan yazmayı esas alarak Tezkire'yi yeniden neşretmiştir. Daha başka yazmalardan ve birçok basmadan istifade ettiğini ifade eden naşir yine de bazı belirsiz noktaları aydınlatmak için Tezkire'nin kaynağı olan eserlere başvurmak zorunda kaldığını söylemektedir.

Daha evvelki baskılardan ve en eski yazmalardan istifade edilerek hazır­lanan ve bizim de yararlandığımız Muhammed İsti'lâmî neşrinin hatalı ve eksik olduğu hususunda burada bazı şeylerin söylenmesine ihtiyaç vardır. Çünkü bu çeşit hata ve noksanlıkların söylenmesi ve yazılması eserle ilgili, ileride yapılacak çalışmalar bakımından faydalıdır. Esasen naşirin arzusu da budur.

 METİNDEKİ NOKSANLIKLAR ve HATALAR

 1-Metinde bazı hikâyeler yoktur. Mesela Cüneyd-i Bağdâdî'nin Tûrisînâ'da semâ ve vecd yaptığı Türkçe tercümelerdevar ama metinde yok.

 2-Bazı ifadeler eksiktir. Mesela Amr b. Osman bahsinde Kabe'ye nefis ve ruhla gitme bahis konusu edildiği halde, kalple gitme hususuna temas edil­memiştir.

 3-Bazı menkıbeler ve ifadeler, naşirin dikkatinden kaçmayacak derecede eksiktir. Mesela Bişr-i Hâfî'nin, "Ahmed b. Hanbel'in üç meziyeti var ki bun­lar bende yok" dediği nakledildikten sonra bunlardan biri söylenmiş, diğerleri geçilmiştir.

 4.Bazı yerlerde ifadeler ve cümleler altüst olmuştur. Mesela Bişr-i Hâfî'ye, "Bağdat karmakarışık oldu, helâl rızkı nereden bulup yiyorsun?" diye sorulmuş ama bu sorunun cevabı karışık nakledilmiştir.

 5.Bazı kelimeler yanlış düşmüştür. Mesela, "her ki endeki ma'siyet râ" ifadesi, ma'siyet kelimesi çıkarılarak nakledilmiştir (bk. Ahmed Antâkî bahsi).

 6-Bazı tasavvufî terimler takdim-tehirle nakledilmiş, öyle olunca da ma­nanın altı üstüne gelmiştir. Mesela Mansûr b. Ammâr bahsinde, "Be-Halk" ile "Be-Hak" yer değiştirmiştir.

 7-Bazı kelimeler yanlış okunmuş veya yanlış yazılmıştır. Mesela Serî-i Sakatî bahsinde, "mahabbet îsârdır" denecekken, "mahabbet işarettir" de­nilmiştir. Keza Nehrecûrî bahsinde, "tefrika safvet-i Hak'est" denecek yerde, "tefrika sıfat-ı Hak'est" denilmiştir. Aynı bölümde, rehâ, recâ şeklinde yazıl­mıştır. Feth el-Mevsılî bahsinde.'Halkla sohbetten sakın" cümlesinin doğrusu, "Oğlanlarla düşüp kalkmaktan sakın" olacak (bk. Risale, s. 60).

 8-Naşirin de işaret ettiği Harrâz bahsinin sonundaki yanlış ve eksik ifa­denin doğrusu Şa'rânî'dedir (bk. Tabakat, 1/79).

 9-Hakîm et-Tirmizî'nin murakabe, şükür ve hudû hakkındaki sözü hem eksik hem yanlıştır.

 10-Cüneyd-i Bağdadî bahsindeki, "İfrat-ı meyi ez meyi" ifadesinin doğ­rusu, "İfrat-ı meyi ez neyi" olmalıdır.

 11-Ebû Bekir Tamestânî, Ebû Bekir Saydalî şeklinde yazılmış, hiçbir bas-kıda bu hata düzeltilmemiştir.

 12-Fudayl, daima salâha meyleder... şeklinde başlayan ve Tezkire'ninTürkçe tercümelerinde yer alan uzunca bir ifade, metinde yoktur (bk. Metin, s. 249; Sülemî, s. 103).Halbuki aynı ifade, Tezkire'nin kaynağı olan Hücvîrî'de mev­cuttur.

 13-"Men ihtec'te" ifadesi, galiba Attâr tarafından hatalı olarak "men tecebe" şeklinde okunmuş ve Farsça'ya yanlış aktarılmıştır (bk. Abdullah b. Munâzil bahsi).

 14-Bilhassa Tezkire'nin Türkçe tercümelerinden birinde yer alan bol mik­tardaki Arapça ibare metinde yoktur. Mesela, "irfa' yedeke an lihyeti'l-Hak" ifadesi, "dest ez mehasini Hak bi-dâr" şeklinde tercüme edilmiş, Arapça iba­reye yer verilmemiştir. Halbuki bu tür Arapça ibareler Tezkire'nin Türkçe ter­cümelerinde vardır (bk. Nuri bahsi).

 15-Umumiyetle menkıbeler ve tasavvufî hikâyeler Attâr tarafından özet olarak aktarılmış ama özetleme işi bazı hususların müphem kalmasına yol aç­mıştır. Yani özetleme ve kısaltma iyi bir şekilde yapılmamıştır.

 16. Farsça metinde, bahsedilen benzer pek çok eksik ve yanlış vardır. Şüphesiz ki bu hataların bir kısmı bizzat Attâr'a aittir. Ama daha büyük kısmı kullanmış olduğu kaynaklardan, bu kaynaklardaki istinsah, nakil ve tercüme­lerdenileri gelmiş olabilir. Kaynağı ve menşei ne olursa olsun, Tezkire'nin met­ninde bir hayli hata ve eksikliğin bulunduğu muhakkaktır. Biz bu türlü yerlerde eserin kaynaklarına ve tasavvufun diğer ana eserlerine müracaat ettik. Ayrıca her sûfîye ait belli başlı kaynakları, o sûfînin anlatıldığı bölüme kaydederek araştırıcılara mukayese yapma kolaylığı temin etmek istedik.

 Bahsedilen sebeplerden dolayı bu tercümesadece bir aktarmadan ibaret olmayıp, Tezkire'nin metninde bulunmayan birçok tashih ve ikmallere de yer vermektedir. Eserin metni, tasavvufun temel kitapları ve Tezkire'nin kaynak­larıyla mukayese edilip yeniden yayımlanmadığı sürece, bu tercüme önemli ölçüde metindeki hataları tashih ve noksanları ikmal eden bir özelliğe sahip olacaktır. 

Türkçe tercümeler epey eksik ve eskidir. Muhtevaları bakımından değil­se bile, filolojik bakımdan incelemeye değer. Fakat bu tercümeler henüz dil bakımından tetkik edilmemiştir.10

                 MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ

 Lutfu bol, ikramı çok olan yüce Allah'a hamd, Peygamberimiz'e [sallallahu aleyhi vesselem], âl ve ashabına, dünya durdukça salât ve selâm olsun...  

Âyet ve hadisler hariç, şeyhlerin sözlerinden daha değerli hiçbir söz yok­tur. Çünkü sözleriezberin ve "kâle"nin (yani dedim ki, dedi ki) neticesi değil amelin ve halin semeresidir; beyândan değil, iyândandır (görmektendir); tek­rardan değil esrardandır; kesbî ilimden değil, ledünnî ilimdendir; dinlemek­ten değil, coşmaktandır; "babam öğretti" âleminden değil, "Beni Rabbim en güzel bir biçimde terbiye etti" âlemindendir. Zira kitapta zikredilen veliler, ne­bilerin vârisleridir (Bir nicesi Âdem'in, bir nicesi Musa'nın, bir nicesi İsa'nın ve bir nicesi de Muhammed'in [aleyhimusselâm] vasıflarını hâizdir). Dostlarımdan bir cemaatin sûfîler zümresinin sözlerine fevkalâde rağbet ettiklerini gördüm. Onların söz ve ahvalini mütalaaya bende muazzam bir meyil vardı. Şayet söz ve hallerin hepsini toplasaydım uzun giderdi. O yüzden dostlar için de kendim için de seçmeler ve derlemeler yaptım. Eğer bu perdeden anlarsan, aynı za­manda bu, senin için de faydalı olur. Şayet onların sözlerinden burada oldu­ğundan daha fazlasını isteyen olursa, bu taifenin mutekaddimin ve muteahhirinden olanların kitaplarında aradığını bol miktarda bulabilir, oradan araştırsın.

Eğer biri, bu zümrenin sözlerinin doyurucu bir şekilde izah edilmesine talip olursa, Şerhu'l-Kalb ve Ma'rifetü'n-Nefs gibi eserleri mütalaa etmesi tav­siye edilmelidir. Çünkü kanaatimize göre böyle hareket etmesi halinde, bu zümrenin hiçbir sözü ona kapalı gelmez. Meğerki Allah aksini dilemiş olsun. Şayet ben burada bahis konusu sözleri şerh ve izah etmeye teşebbüs etsem, binlerce sayfa tutan açıklamalar yapmam lazım gelir. Nitekim Resûlullah [sallallahu aleyhi vesselem], "Bana veciz konuşma ve maksadı kısa yoldan anlatma hu­susiyeti bahşolundu"" demek suretiyle bu hususla övünmüştür.

 Sûfî sözlerini naklederken, bunlara ait senedleri de attım. Öyle sözler var­dır ki bir kitapta bir sûfîden, diğer kitaptabaşka bir sûfîden nakledilmiştir. Menkıbelerin, hal ve hareketlerin isnadları da aynı şekilde farklılık göstermek­tedir. Onun için imkân nisbetinde ihtiyatkâr davrandım. 

Bu eserde naklettiğim sûfî sözlerini izah etmeyişimin diğer bir sebebi, onların sözleri arasında kendi sözümü bahis konusu etmeyi edebe uygun gör­memem ve (tasavvufî meşrebe ve) zevke muvafık bulmamamdır. Sırf nâmahremlerin ve nâehillerin hayalini defetmek için bazı yerlerde azıcık işaretlerde bulunmam bir istisna teşkil eder.

İzahat vermeyişimin başka bir sebebi de şudur: Onların sözlerinin açık­lanmasına ihtiyaç duyan kimselerin yapmaları gereken en münasip iş, yine onların sözlerine bakıp açıklama yapmalarıdır.

Açıklama yoluna gidilmemesinin diğer bir sebebi de şudur: Veliler yekdiğerlerinden farklıdır. Kimi marifet ehli, kimi muamele ehli, kimi muhabbet ehli, kimi tevhid ehli, kimi de bunların hepsidir. Bazıları sıfatladır, diğer bazı­ları sıfatsızdır. Eğer bunları bir bir açıklayacak olursak, kitap az ve öz yazma sınırını aşar.

Şayet nebîleri, sahabeleri ve Ehl-i beyt'i burada bahis konusu etseydim, bundan ayrı, başka bir kitap daha yazmam lazım gelirdi. Allah ve Resulü tara­fından zikredilmiş, Kur'an ve hadisler tarafından methedilmiş bir zümre hak­kındaki izahat hiç dile sığar mı? O âlem başka bir âlem ve ayrı bir cihandır!

Nebîler, sahabeler ve Ehl-i beyt üç zümredir. İnşallah bunların menkı­beleri hakkında ayrı bir kitap telif edilecek. Bu suretle bu üç zümreden bir "müselles" (misk, ûd ve amberden yapılan fevkalâde nefis ve hoş bir koku) Attâr'dan yadigâr kalacak.

Beni bu kitabı derlemeye sevkeden birkaç saik vardır: 13

Birinci saik: Böyle bir kitabın yazılmasına rağbet gösteren dostların ricalandır. 

İkinci saik: Benden geriye bir yadigârın kalmasıdır. Bu suretle bu eseri okuyan bir kimse, bundan bir genişlik ve ferahlık bulur da beni hayır dua ile yâd eder. Olur ki onun bu davranışı sebebiyle bana da mezarda bir genişlik ve ferahlık bahşederler. Nitekim Herat'ın imamı ve Şeyh Abdullah-ı Ensârî'nin [kuddise sırruhû] üstadı bulunan Yahya b. sıra oradan geçerken bunu duyup hali hoş oldu. O, bundan hoşlandığı için seni bağışladım. Eğer bu durum olmasaydı, görürdün ne yapacağımı."

Ammâr [kuddise sırruhû] vefat edince, kendisini rüyada görüp sordular: 

-İzzet ve Celâl sahibi Allah sana nasıl muamele etti? Cevaben dedi ki:

-Yâ Yahya, diye hitap edip buyurdu: Sana çok şiddetli hitaplarım olacak­tı. Lâkin bir gün (bir vaaz) meclisinde bize hamdettin. Dostlarımızdan biri, o

13 bk. Herevî, 1/4.  

Üçüncü saik: Şeyh Ebû Ali Dekkâk'a [kuddise sırruhû), 

Erlerin sözlerini dinlemede hiç fayda var mı, diye sormuşlar. O da şöyle demiş: "Tabii ki var. Bunda iki fayda var: Birincisi, şayet dinleyen şahıs talip ise himmeti kuvvetlenip talebi ziyadeleşir. ikincisi, eğer bir kimse, kendisin­de bir benlik görürse, bu onun benliğini ve gururunu kırar. Başındaki davayı ve sevdayı söküp atar. İyi ve kötü şeyin ne olduğunu ona gösterir. Şayet kişi kör değilse, bu sayede kendini müşahede eder. Nitekim Şeyh Mahfuz [kuddise sırruhû],

 Halkı kendi terazinle tartma, kendini îkân sahiplerinin terazisiyle tart ki onların faziletini, kendi müflisliğini anlayabilesin, demişti."

 Dördüncü saik:Cüneyd'e [radıyallahu anh] sordular,

 Bu hikâye ve rivayetlerde, yani kıssa ve menkıbelerde mürid için ne fayda var? Cevap verdi:

 Bunların sözleri,

"Azîz ve Celîl olan Allah'ın ordusundan birer askerdir." Şayet müridin kal­bi kırılır ve morali bozulursa, onunla kuvvetlenir, o askerden medet bulur. Hak Teâlâ'nın,

 "Biz resullerin haberlerinden, kalbine sebat verecek olanları sana hikâye ediyoruz" (Hûd 11/120). Yani, "Yâ Muhammed! Kalbin huzur ve kuvvet bulsun, diye evvelkilerin kıssa ve menkıbelerini sana hikâye ediyoruz" buyurmuş ol­ması da bunun delilidir.

 Beşinci saik: Peygamberlerin efendisi, "İyiler anılınca, gökten rahmet iner"™ buyurmuşlardır. İmdi bir kimse, üzerine rahmet yağan bir sofra kurarsa, mümkündür ki ona bir fayda temin etmeden eli boş geri çevirmezler. 

Altıncı saik: Umulur ki onların kudsî ruhlarından, perişan bir halde bu­lunan şu bîçâreye bir medet ulaşır da ecel gelmeden evvel başına bir devletin gölgesi düşer.  

Yedinci saik: Kur'an ve hadisten sonra, sözlerin en iyisi olarak onların-kini gördüm. Sözleri, tümüyle Kur'an ve hadislerin şerhinden ibarettir. "Her ne kadar onlardan değilsem de hiç değilse onlara benzemiş olayım" diye, kendimi bu meşguliyetin içine attım. Çünkü hadiste, "Bir zümreye benzeyen onlardan sayılır”15 buyrulmuştur. Nitekim Cüneyd-i Bağdadî de [kuddise sırruhû] şöyle demiştir:

Davacılara iyi muamele ediniz ki hakikat ehli olsunlar, ayaklarını öpünüz. Çünkü himmetleri yüce olmasaydı, pekâlâ başka şeyi dava edebilirlerdi (Bu sebeple müddeî ve mukallit sûfîlerin, muhakkik olabilmeleri için kendilerine ilgi ve yakınlık gösterin).

 Sekizinci saik: Kur'an'ı ve hadisi anlayabilmek için lügat, nahiv ve sarf ilimlerini bilmek gerekmekte, halbuki halkın pek çoğunun bunda herhangi bir nasibi bulunmamaktadır. Oysa bunların açıklanması mahiyetinde bulunan sûfîlerin sözlerinden halk da aydınlar da haz ve nasip almaktadır. Bunun için ekserisi Arapça olan bu sözleri, faydası umumi olsun, diye Fars diliyle ifade ettim.

Dokuzuncu saik: Zahir itibariyle görüyoruz ki biri, aleyhinde aslı olmayan bir söz söylese, o kimsenin kanına girmek için var gücüyle çabalar, o bir söz­den ötürü yıllarca içinde kin tutarsın. Bâtıl bir söz, sende bu kadar tesir mey­dana getirince, aşikârdır ki hak söz -farkına varmasan da- bunun bin misli fazla bir tesir vücuda getirebilecektir. Nitekim İmam Abdurrahman Ekkâf'a [rahmetullahi aleyh] sordular:

 Kur'an okuyan ama okuduğunu anlamayan bir kimsenin okuduğu şey hiç onda tesir husule getirir mi? Şöyle dedi:

 Bir kimse bir ilaç (veya zehir alsa) ama yediği şeyin ne olduğunu bil­mese, bu ona tesir eder de Kur'an hiç tesir etmez mi? Açıkçası Kur'an'ın tesiri bundan çok daha fazla olur. Bir de bilerek ve anlayarak okusa, o zaman durum nasıl olur? Varın siz kıyas edin! Bil kim binlerce çeşit fayda temin eder. Nitekim en hayırlı söz Allah'ın [celle celâluhû] sözüdür, o, şefaat eden ve edilen, tasdik eden ve edilen, tasdik eden ve şahit olan bir sözdür, buyrulmuştur. Bir de manasını bilir, onunla amel eder, gözünden nedamet yaşları akıtırsa, Hak Teâlâ onun hürmetine lutfu ile bir katre yaş için bir günahkâr bağışlar.

 15 Ebû Davud, Libâs, 5; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/50.

 Onuncu saik: Bir mecburiyet, zaruret ve çaresizlik halinin mevcut olması müstesna, sûfîlerin sözlerinden başkasını ne söylemeye ne de dinlemeye ta­kat getirebilen bir kalbe sahibim. Bu sebeple bütün halk-ı âlem için, onların sözlerinde bir vazife ve vird vücuda getirmem şart oldu. Olur ki bu sofradan da bana bir kadeh nasip olur. Nitekim Şeyh Ebû Ali Siyah [kuddise sırruhû],

 Benim iki arzum var: Biri O'nun sözlerinden bir söz dinlemek. Diğeri de O'nun adamlarından (Merdân-ı Hudâ ve Resûlullah'tan) birini görmek, demiş, sonra da eklemişti: Ben ne bir şey yazabilen ne de okuyabilen biriyim, ben ümmî bir adamım. Bana biri lazım ki O'ndan bahsetsin, ben dinleyeyim veya ben bahsedeyim o dinlesin. Eğer cennette O'nunla karşılıklı konuşmak olma­sa derim ki: O cennetten elaman!

On birinci saik: imam Yusuf-i Hemedânî'ye [kuddise sırruhû],

 Şu zaman geçer ve bu taife perdenin arkasına çekilip gizlenirse, selâ­mette kalabilmek için biz ne yapalım, diye sorulduğunda o da,

 Her gün, onların sözlerinden sekiz sayfa okuyunuz, diye cevap verdi. İmdi ben, gaflet ehlinin (böyle) bir vird edinmesini farz-ı ayın görüyorum.  

On ikinci saik: Sebebini bilmiyorum ama, tâ küçüklüğümden beri bu zümrenin sevgisi ruhumda dalgalanıp durmakta, sözleri her zaman gönlümü ferahlandırmaktadır. "Kişi sevdiği ile beraberdir"16 hadisinde işaret olunan hu­susa bel bağlayarak, sûfîlerin sözlerini derleyip ortaya koydum. Çünkü öyle bir zamanda yaşıyoruz ki bu tarz sözler büsbütün perde arkasında kalmakta, iddiacılar mana ehlinin kılığında ortaya çıkmakta ve gönül ehli kibrit-i ahmer gibi aziz ve nadir bulunur bir hale gelmektedir. Nitekim Cüneyd-i Bağdadî [kuddise sırruhû], Şiblî'ye [kuddise sırruhû] şöyle demişti:

 Tüm âlemde, söylediğin sözlerden bir tek kelime üzerinde sana muva­fakat eden birini buldun mu eteğini iyi tut!

On üçüncü saik: Hayrın, şer sayıldığı bir zamanın içinde bulunduğumuzu gördüm. Bu zamanda şerli kişiler hayırlı insanları unutmuşlardır. Bir "Veliler tezkiresi" hazırlayıp bu kitaba, Tezkiretül Evliyâ (Velilerden hatıralar, velilerin menkıbeleri) adını verdim. Tâ ki zamanımızda hüsranda kalanlar, devlet ehli bahtiyar insanları unutmasın, kendi köşesine çekilip inziva hayatı yaşayan ze­vatı araştırsın, kendilerine rağbet göstermek suretiyle onlar cihetinden esen devlet rüzgârı sayesinde ebedî saadete ersin.

On dördüncü saik: Sûfîlerin sözleri, birkaç yönden sözlerin en iyisidir. Evvela insanı dünyadan soğutmakta, ikinci olarak devamlı surette ahiretin hatırda tutulmasını temin etmekte, üçüncü olarak insanın kalbinde Allah sev­gisini meydana getirmekte, dördüncü olarak da bu sözü dinleyen bir kimse, sonsuza dek sürecek yol için azık tedarik etmektedir. İmdi bu âmillerin icabı olarak bu çeşit sözleri derlemek, behemahal yerine getirilmesi gereken vazi­feler cümlesinden bulunmaktadır. Hakikatte, "Tüm sözlerin en iyisi Kur'an ve hadisin şerhinden ibaret bulunan sûfîlerin sözlerini ihtiva eden bu kitaptan iyisi âlemde yoktur" da denilebilir.

Denilebilir ki bu kitap iğdişleri ve eşcinsleri er yapar; erleri, erkeklerin şahı yapar, erkeklerin şahı olanları tek ve eşsiz er yapar. Tekleri derdin tâ kendisi haline getirir. Onları nasıl bizatihi dertliler haline getirmez ki bir kimse koşulan şart üzere bu kitabı okusa ve üzerinde düşünse, sûfîlerin yüreklerinden bu çeşit iş, hal ve sözlerin meydana gelmesine yol açan, onların ruhundaki bu derdin nasıl bir dert olduğunu idrak eder. 

Şahsen ben bir gün İmam Mecdüddin Muhammed Hârizmî'nin [kuddise sıruhu] yanına gittiğimde kendisini ağlar bir halde bulmuş ve, Hayrola, ne oldu, demiştim. Bana cevaben. 

Bu ümmet içinde, "Ümmetin uleması Beni İsrail peygamberleri gibidir"17 hadisiyle de işaret edildiği üzere nebîler mesabesinde olan nice muazzam başbuğ veliler vardı, dedi ve ekledi: Şunun için ağlıyorum. Dün gece şöyle yakarmıştım: Yâ Rab! Senin işin sebebe bağlı değildir. Hikmetinden sual ol­maz, beni ya bu zümreden ya da onları temaşa edenlerden kıl. Çünkü üçüncü kısımdan olmaya takatim yok! Ola ki duam kabul edilir, diye ağlıyorum.

 On beşinci saik: Yarın kıyamet günü, (hal tercümelerini anlattığım sûfîler) belki bu vesileyle bu âcizin haline bakıp şefaat ederler. Ashâb-ı Kehf'in köpeği gibi tamamıyla varlığım kemikten ibaret kalsa da beni eli boş ve ümitsiz geri çevirmezler. 

Naklederler ki Cemal Mevsılî [kuddise sırruhû], peygamberler efendisinin Ravza'sının civarıyla aynı hizada olan bir yerde bir mezarlık yer bulabilmek için canını dişine takıp kendini mahvedercesine çabalar, bu uğurda malını ve itibarını feda etmekten hiç geri durmazdı. (Maksadına ulaştıktan) sonra, mezarının taşına şu ibarenin yazılmasını vasiyet etmişti:

 "Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmaktadır" (Kehf 18/18). 

Rabbim! Bir köpek, dostlarının izi sıra birkaç adım attı, bu yüzden köpeği sahipleriyle aynı muameleye tâbi tuttun! Aynı şekilde ben de dostlarının dostu olduğumu ve onları sevdiğimi iddia ediyorum. Kendimi, onların eğerinin ipine (bir torba gibi) bağladım. Onların sözleriyle meşgul oluyor ve bundan vazgeçe­miyorum. Rabbim ve ey benim ulu sultanım! Gerçi şu sözlerimin hiçbir kıymeti yoktur ve bu yolun yolcuları yanında bir hiç olduğumu da biliyorum. Ama onla­rın sözlerini, hallerini, remizlerini ve işaretlerini seviyorum. Kayyumiyetinin vahdâniyyeti ve mutlak hâkimiyetinin tebliği hakkı için, nebî ve resullerin tertemiz ruhları, mukarreb melekler, yüce katında değeri bulunan veli, arif ve âlim kullar hakkı için bu zavallı garip ile şu zümre arasına perde çekme! Bu kitabı sana yakın olma derecesine ulaşmam için sebep kıl! Senden uzak olma çukuruna düşmeme vesile kılma! Hiç şüphe yok ki sen yakarışları karşılıksız bırakmazsın! 

Şimdi Allah'ın (celle celaluhu) yardımı ve lütfettiği hoş bir muvaffakiyetle bu kitapta söz konusu edilen uluların isimlerini zikrediyorum. Bundan sonra Al­lah'ın [celle celâluhû] yardımı ve lütfettiği fevkalâde güzel bir muvaffakiyetle on­ların makam, keramet, hal, hareket, vakit ve işaretlerinin izahına girişeceğim.

 Ferîdüddin ATTÂR

 İÇİNDEKİLER

Önsöz
 
GİRİŞ
 
Attâr'ın Hayatı, Eserleri, Fikirleri
 
Mezhebi
 
Fikrî ve Tasavvufî Şahsiyeti
 
Eserleri
 
Tezkiretül Evliya 
 
Tezkire 'nin Kaynakları
 
Tezkire'nin Metni
 
Metindeki Noksanlıklar ve Hatalar
 
Tezkire'nin Tercümeleri
 
Türkçe Tercümeler
 
Fransızca Tercüme
 
Arapça Tercüme
 
İngilizce Tercüme
 
Karahisârî Tercümesinden Bir Örnek
 
Sinâneddin'in Tercümesinden Bir Örnek
 
Tezkire'nin Zeyli
 
Tezkire 'nin Üslubu
 
Tezkire'deki Tasavvufun Hususiyeti ve Mahiyeti
 
Kıssa ve Mesel

Bibliyografya

Tezkire 'deki Sûfîlerin Hayat Hikâyelerinin ve Hal Tercümelerinin

Mukayese ve Mukabelesinde Başvurulan Eserler

 

1.Sûfî Tabakat Kitapları

2.Umumi Tarih ve Hal Tercümesi Kitapları

Müellifin Önsözü

Cafer-i Sâdık

Veysel Karanî

Hasan-ı Basrî

Mâlik b. Dînâr

Muhammed b. Vâsi’

Habîb-i Acemî

Ebû Hâzim Mekkî

Utbe b. Gulâm

Râbia el-Adeviyye

Fudayl b. İyâz

İbrahim b. Edhem

Bişr-i Hân

Bâyezid-i Bistâmi

Şeyh Bâyezid-i Bistâmî'nin Mi'racı

Şeyh Bâyezid-i Bistâmî'nin Münâcâtları

Abdullah b. Mübarek

Süfyân-ı Sevrî

Şakîk-i Belhî

Ebû Hanîfe

İmam Şafiî

İmam Ahmed b. Hanbel

Davud-i Tâî

Hâris-i Muhâsibî

Ebû Süleyman Dârân

İbnü's-Semmâk

Muhammed b. Eşlem et-Tûsî

Ahmed b. Harb

Hâtim-i Esam

Sehl b. Abdullah et-Tüsterî

Ma'rûf-i Kerhî

Serî-i Sakatî

Feth Mevsılî

Ahmed b. Ebü'l-Havârî

Ahmed b. Hadraveyh

Ebû Türâb Nahşebî

Yahya b. Muâz

Münâcâtı

Şah b. Şücâ'-i Kirmânî

Yusuf b. Hüseyin

Ebû Hafs Haddâd

Hamdûn Kassâr

Mansûr b. Ammâr

Ahmed b. Âsim Antâkî

Abdullah b. Hubeyk

Cüneyd-i Bağdadî

Amr b. Osman Mekkî

Ebû Said Harrâz

Ebü'l-Hüseyin Nûrî

Ebû Osman Hîrî

Ebû Muhammed Ruveym b. Ahmed

İbn Atâ

Ebû Abdullah İbnü'l-Cellâ

İbrahim Rakkî

Yusuf b. Esbât

Ebû Yakub Nehrecûrî

Semnûn Muhib

Ebû Muhammed Mürtaiş

Ebû Abdullah Muhammed b. FazI

Ebü'l-Hasan Bûşencî

Hakim et-Tirmizî

Ebû Bekir Verrâk

Abdullah b. Muhammed b. Münâ

Ali b. Sehl İsfahânî

Hayr en-Nessâc

Ebü'l-Hayr Akta'

Ebû Hamza Horasânî

Ahmed b. Muhammed b. Mesrûk

Ebû Abdullah Turûğbâz

Ebû Abdullah Mağribî

Ebû Ali Cûzcânî

Ebû Bekir Kettânî

Ebû Abdullah Muhammed b. Hafif

Ebû Muhammed Cerîrî

Hallâc-ı Mansûr

TEZKİRETÜ'l-EVLİYÂ ZEYL

İbrahim Havvâs

Mümşâd Dîneverî

Ebû Bekir Şiblî

Ebû Nasr Serrâc

Ebü'l-Abbas Kassâb

Ebû Ali Dekkâk

Ebü'l-Hasan Harakânî

İbrahim b. Şeybân

Ebû Bekir Saydalânî (Tamestânî)

Ebû Hamza Bağdad

Ebû Amr İbn Nüceyd

Ebü'l-Hasan b. Sâiğ

Ebû Bekir Vâsıtî

Ebû Ali Sekafî

Cafer b. Muhammed Huldî

Ebû Ali Rûzbârî

Ebü'l-Hasan Husrî

Ebû İshak Kâzerûnî

Ebü'l-Abbas Seyyârî

Ebû Osman Mağribî

Ebü'l-Kasım Nasrâbâdî

Ebü'l-Abbas Nihâvendî

Ebû Said-i Ebü'l-Hayr

Ebü'l-Fazl Hasan

İmam Muhammed Bakır

TASAVVUF ISTILAHLARI

İNDEKS


Yazar: Feridüddin Attar

Tercüme: Ubeydullah Bayram Tekin

Katagori: Tasavvuf

Sayfa Sayısı: 944

Boyut: 17 x 24 cm 

Basım Yeri: İstanbul

Kapak Türü: Ciltli

Kağıt Türü: Şamua Kağıt

Dili: Türkçe 

Dağıtım: Kitap Takipçileri

Temin Süresi: Aynı gün kargo

Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Tavsiye Ürünler
Tezkiretül Evliya, Feridüddin Attar, Tercüme Ubeydullah Bayram Tekin, Şamua Kağıt 944 Sayfa Tezkiretül Evliya, Feridüddin Attar, Tercüme Ubeydullah Bayram Tekin, Şamua Kağıt 944 Sayfa, feridüddin attar tezkiretü'l evliya kitabı evliya tezkireleri ubeydullah bayram tekin şamua kağıt yasin semerkand yayınları kitap satış sipariş, Yasin Yayınevi, Tasavvuf evliya tezkireleri kitabı, yasin yayınevi
Tezkiretül Evliya, Feridüddin Attar, Tercüme Ubeydullah Bayram Tekin, Şamua Kağıt 944 Sayfa

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.