Alemlerin Sırrı Sırrul Alemin, İmamı Gazali

Alemlerin Sırrı Sırrul Alemin, İmamı Gazali

Kategori
Yayınevi
Barkod
alemlerin sırrı kitabı, hisar
Vitrin Katagorisi
Aynı gün kargo
Âlemlerin Sırrı, Sırrü'l Âlemîn, İmam Gazâlî
-Dünya ahiretin tarlasi ve hidâyet konaklarindan bir ko­naktır. Kendisine, mahiyetine uygun bir ifade olarak dünya denmiştir.
-Bazi kimseler nefislerinde bir yakinlik hissederek ibâdetinde ve meclislerinde Allah'a yakin olduklarini zannederler. Böylece kendilerinden başka meclislerinde bulunan herkesin bağişlanacaği fikrine saplanirlar. Eğer bu tür kimseye, bu şekilde sû-i edebinden dolayi Allah Teâlâ, müstahak olduğu muameleyi yapmiş olsaydi, hemen o anda helâk olurdu.
-Her sâlik, bulunduğu menzil ile gectiği makamlar hakkinda konuşabilir. Kendisinin ulaşamadiği makamlar, ihâta edemediği menziller hakkinda ise hicbir şekilde konuşamaz. Ancak onlara gaybi bir şekilde inanir.
-Allah Teâlâ ilim nurlarini insanoğlundan esirgememiştir; Allah Teâlâ, cimrilik illetinden münezzehdir. İlim nurlarinin kalplere akmamasmm sebebi, o kalpleri doldurmuş bulunan bu­laniklik ve kötülüklerdir. Çünkü kalpler kaplara benzer; bir kap su ile dolu ise, havanin o kaba girmesine imkân yoktur. Kalp mâsivâ ile dolu oldukca Allah'in celâl marifeti oraya girmez.
-İlimlerin icinde en şerefli olani Allah'in sifat ve fiillerini bil­diren ilimdir. İnsan bu ilimle kemâle ulaşir. Kâmil olmanin sa­adetini duyar. İnsanoğlu, Allah'in celâl ve kemâl sifatlarinin komşuluğuna ulaştiği zaman, bu komşuluğun ona büyük saadet­ler kazandiracaği muhakkaktir.
-Kalplerin ve insan basiretinin cilasi zikirdir. Zikri ancak muttaki kullar yapabilir. Öyleyse takva zikrin kapisi; zikir keşfin kapisi, keşif ise büyük zafere acilan kapinin ta kendisidir.
7. Kalbiyle arasindaki perdeler aralanan bir kimseye, mülk ve melekûtun tecellisi görünür. Böyle bir kimse, genişliği yerle gök­leri icine alan cenneti müşahede eder.
-İbadetlerin esasi kalbin tezkiyesidir. Kalbin tasfiyesi de mâri­fet nurunun orada doğmasi ile mümkündür.
-İman üc mertebedir: a) Avam halkin imani olan mukallidle-rin imani, b) Birtakim kelâmi delillere dayanan kelâmcilarm imani, c) Yakin nuruyla görerek iman eden ariflerin imani.
- Akli ilimlerin şer'i ilimlere zit olduğunu ve bu ilimlerin bir arada bulunamayacağini, bulunmalarinin mümkün olmadiğini zanneden bir kimsenin bu zanni, basiretsizliğinden ve körlüğünden ileri gelir. Basiretsizlikten Allah'a siğiniriz.
Aldi ilimler iki kisma ayrilir: a) Dünyevi, b) Uhrevi
Dünyevi olanlar, tip, matematik, kozmoğrafya, sanat ve fen ilimleridir. Uhrevi olanlar ise, kalbin hâllerini, amellerin âfetini, Allah'in sifat ve fiillerini bildiren ilimdir. İşte akli ilimlerin bu iki grubu birbirine zittir. Bütün gayretini bu iki kisimdan birisine sar-fedip o sahada derinleşen bir kimse, genellikle öbür kisimda eksik kalir.

-Akilcilar tarafindan inkâr edilen dini ve gaybi birşey işittiğin zaman, onlarin bu inkârlari sakin seni şaşirtmasin; zira şarkta bulunan bir insanin garbdaki hakikati bilmesi imkansizdir.
-Etrafta ilâhi rüzgârlar esiyor; kalp gözlerini örten perdeleri aciyor. İşte bu gözler Levh-i Mahfuz'da yazili olan birtakim haki­katleri görürler.
-Ehl-i tasavvuf, calişmakla elde edilen ilimlerden ziyade il­hamla öğrenilen ilimlere meyleder. Onun icin musanniflerin yazdiklari ilimlere eğilmeye, oradaki sözleri ve delilleri araştirmaya önem vermemişlerdir.
14. Takva, cok secdeden ötürü alinda iz birakma veya oruc tut­maktan sararma veya secde ve rükûdan belin bükülme hâli değildir. Eğilen boyunda veya sarkitilan eteklerde takva aranmaz. Takva, kalplerdeki verâ' hâlidir. Güler yüzle karşiladiğin kimse, seni asik bir yüzle karşilar ve bilgileriyle sana mihnet yüklerse, Allah böyle kimselerin sayilarini artirmasin!
-Mü'minin kalbi ölmez, ilmi, ölüm aninda silinip gitmez. Kalbindeki berraklik kesinlikle sönmez.
Hasan Basri de bu mânâya şöyle işaret etmiştir: 'Toprak iman merkezini y ey ip bitiremez'.
- Bâtin ilmi Allah'in sirlarindan bir sirdir. Allah Teâlâ o sirrini dilediği kulunun kalbine ilham eder.
- Kur'ân takvanin, hidâyetin ve keşfin anahtari olduğunu acikca beyan eder. Takva ise, öğretmen olmadan elde edilen ilim­dir.
-Kalbe herhangi birşey geldiği zaman, ondan önceki hakikat-ler kacişir ve yerlerini son gelene birakir.
- Muamele ilminin en yüksek zirvesi, nefsin hilelerine ve şeytanin desiselerine vâkif olmaktir. Boyle bir ilme vâkif olmak her insana farz-i ayn1 dir. Fakat ne kadar yazik ki halk bu farzi ter-ketmiş ve vesveselere sebep olan birtakim fuzuli ilimlerle uğraşir olmuştur. İşte bu ilimleri vesile ederek şeytan onlari yoldan cikarmaktadir.
- Âlimlerin birbirlerine hücum ettiklerini, birbirlerine hased ettiklerini ve anlaşamadiklarini gördüğün zaman, onlarin dünya hayatina karşilik ahiretlerini sattiklarina hükmet! Acaba bu kişilerden daha fazla aldanan satici var midir?
- Bir kimse herhangi bir imamin mezhebinde olduğunu söy­ler, fakat o imamin yolundan gitmez ise, onun en büyük hasmi bağli olduğunu söylediği imamin ta kendisidir. O imam Allah'in huzurunda şöyle der: 'Benim mezhebim," istihrac ettiğim ahkâm ile amel etmektir. Dil ile 'Ben şu mezhebe bağliyim' demek değildir. Dil calişmak icindir, hezej/an icin değildir. O halde, ma­demki sen benim mezhebimden olduğunu iddia ediyorsun, öyleyse neden amel ve ahlâkta bana muhalefet ettin? Oysa ona uyarak Allah'a yaklaşmayi düşündüğün mezhebin esasi amel ve ahlâk idi. Bir de utanmadan benim mezhebimden olduğunu iddia ettin. Böyle bir iddia şeytanin kalbe girmesine yardim eden kapilardan biridir. Bircok âiirn bu kapinin acilmasi sebebiyle helâk olup gitmişlerdir'.
- Ahmaklikta en ileri gitmiş olan kimse, nefsinin faziletine en cok inanan kimsedir. Akilda en ileri olan kimseler ise, nefsini en cok itham edenlerdir.
- Halk tabakasindan biri zina eder veya hjrsjzlik yaparsa, onun bu sucu ilimle ilgili konuşmasindan daha hafiftir, Çünkü Allah'in dininin inceliklerini bilmeyen bir kimsenin, bu-konularda söz söylemesi zamanla kendisini küfre sülükler. Aynen yüzme bilmeyen kimsenin kendisini denize atmasi gibi... Boyle bir kimse muhakkak boğulur.
- İnsanlarin en muttakisi ve en âlimi, insanlara ayni gözle bakmayandir. Çünkü bazi insanlara riza ve bazi kimselere de ga­zab gözüyle bakmak gerekir. Eğer gazab gözüyle bakilmasi gereken kişiye, riza gözüyle bakarsan onun ayiplarini göremezsin; zirâ nza, insanin gözlerindeki görme hâssasini zayiflatir.
- Allah hakkindaki zanni kötü olan ve insanlarin ayiplarini araştiran bir kimseyi gördüğün zaman, bil ki böyle bir insanin kalbi hastadir. Mü'min kişi ise, bütün halk nazarinda kalbi sağlam olan kimsedir.
- Kalp, takva ve iyi amellerle süslenip, kötü sifatlardan armm.adikca, o kalpte zikrin hakikati bulunmaz. Aksi takdirde, zi­kirden dem vurmak nefsin konuşmasi olup, bu konuşmada kalbin dahli yoktur. Böyle olunca da şeytanin kalpten sürülmesi mümkün
değildir.
- Ruh rabbani bir emirdir. Rabbâni demek, onun mükâşefe, ilimlerinin sirlarindan birisi olmasi demektir. Bu sirri ifşa etmek salahiyeti hic kimseye verilmemiştir. Çünkü Allah'in en sevgili kulu olan Allah'in Râsülü dahi hu sirri aciklamamiştir.
- Şehvet kalbe galip geldiği zaman, kalbin en derin hücrele­rine nüfuz edemese dahi, şeytan orada istikrar bulur. Kötü sifatlardan uzak olan kalplere gelince, o kalplerde şehvet olduğu icin değil, zikirden gaflet edildiği zaman şeytan o kalplerin
kapisini calar, Paka t o kalpler zikre sarildikca şeytan geri cekilir.

- Duanin şartlari yerine getirilmediği zaman nasil geri cevri-lirse, zikrin şartlan da yerine getirilmediği takdirde böyle bir zikir
şeytani kacirtmaz.

- Şeytanlar tek tek bir araya gelerek toplanmiş ordulardir. (Jnnahlann her ceşidinin bir şeytani vardir. Her günah kendi şeytaninin davetiyle işlenir.

- Melekût aleminde sûretler sifata tabidir. Öyleyse kötü mana, kötü surette görünür. Demek ki Şeytan, köpek, kurbağa ve (limmi suretinde görünür. Bu sûretler mânâlarin etiketidirler ve mânâlarin doğruluğunu aksettirirler. Bu sirra1 binaen rüyada maymun ve domuz görmek, kötü insana işaret ettiği gibi, koyun da ic âlemi geniş insana işaret eder. Her rüya bu ölcüye göre tefsir edilir.

- Uyku kalbi öldürür ve kurutur. Ancak bundan zaruri olan miktar harictir. Yetecek kadar uyumak, gayb sirlarinin keşfine ve­sile olur.

- Allah yolunun yolcusuna gereken şey, hassalarini kontrol altina almaktir. Bu kontrol karanlik bir yere cekilip düşünmekle ve başini önüne eğmekle, herhangi bir örtüye bürünmekle elde edilir. Bu vaziyetler hakkin sesini dinlemek ve rubûbiyet huzurunun azametine işaret etmek icin alinir. Görmez misin, Allah'in Râsûlü'ne bu vaziyetteyken nidâ gelmiş ve o nidâ 'Ey örtülere bü­rünen! Kalk ve uyar' demiştir?

- Mide ile ferc, ateşe acilan kapilardan birer kapidir. Çünkü onun asli tatmin olup doymaktir. Zillet ve inkisar ise cennetin kapilarindan birer kapidir. Çünkü onun asli acimaktir. Cehennem kapilarindan birini kilitleyen, cennet kapilarindan birini acmiş sayilir. Çünkü bu ikisi, birbirinin ziddidir. Birisine yaklaşmak öbüründen uzaklaşmaktir.

- Kişinin kendi nefsine hâkim olmasi, saadetin tamami; şehvetin ve nefsin kişiye hâkim olmasi, şekavetin tamamidir.

- Fazla doymak ibâdetten alikoyar, ibâdeti, kalbin parlakliğini ve düşünceyi kararttiği gibi bunlara bağli olan hayati da dumura uğratir. Ac kalmak ise, bütün bu menfi hâlleri müsbete cevirir. Çünkü az yemek bedenin sağliğini koruduğu gibi, cok yemek ve mideyi karişik yiyeceklerle doldurmak damarlarda karişiklik meydana getirir.

- Dinen yasaklanmiş olan cidal ve tartişmanin sonucu, başkasindan dinlediklerine yanliştir diyerek itiraz etmektir. Mücadelenin sonucu ise, başkasini susturmak, aciz birakmak, konuşmasini cürütmek ve kendisine cehalet nisbet etmektir.

- Nefsini Allah'in celâl ve azametini, yer ve gökteki salta­natini düşünmeye aliştiran bir kimse icin bu şekilde melekûtun garip ve acaip sanatina bakmaktan duyulan lezzet; zahiri gözle cennetin bağlarina ve meyvalarma bakmaktan duyulan lezzetten daha üstündür, işte düşünürlerin dünyadaki hâlleri budur...
Acaba âhirette bütün perdeler kalktiği zaman durumlari ne ola­caktir?

-Şayet sen Allah'in marifetine aşik değil isen mazursun! Çünkü cimâ yapmaya iktidari olmayan bir kimse evlenmeye, co­cuklar da saltanat tahtina ve tacina hevesli değildirler. Şevk ancak zevkten sonra hâsil olacak olan bir hâldir. Zevk almayan bunu an­lamaz. Anlamayan da aşik olmaz. Aşik olmayan ise istemez. İstemeyen ise idrâk edemez ve idrâk etmeyen ise esfel-i sâfilin'de bulunan mahrumlardan olur.

- Dinde, yücelmişlerin mertebesine erişmeyen kimselerin elinden onlari sevmenin sevabi alinmiş değildir. İstediği zaman onlari sever ve bu sevgilerinden ötürü büyük sevaplara nail olurl­lar.

- Hased, helâllik istenecek bir zulüm değildir. Seninle Allah arasindaki bir günahkârliktir. Helâllik ancak azalardan cikip başkasina zarar veren fiillerde vâcibdir.

- Dünya ve ahiret, kalbin durumlarindan iki durumdur. O durumlarin ölümden önce ve gecici olanina dünya, ondan sonraki kisma ahiret deniliyor. Ahiret ölümden sonra olandir. Ölümden evvel acil bir şehvet veya bir payin icinde bulunduğu herşey senin icin bir dünyadir.
- Ölüm aninda insanda şu üc.sifattan başka hicbir şey kal­maz:
1. Kalbin dünya kirinden temizlenmesi
2. Kalbin Allah'in zikriyle yakinlik kurmasi
3. Kalbin Allah sevgisiyle neşeye garkolmasi
Kalbin temizlenmesi, ancak dünya şehvetlerinden kacinmakla mümkün olur. Zikre yakin olmak ise, ancak cok zikir yapmakla mümkün olur. Allah sevgisi ise, ancak marifetle elde edilir. Allah'in marifeti ise daima zikir yapilmadikca bilinemez.

- Ölüm, dünyaya bağli olanlarin zannettiği gibi yokluk değildir. Ölüm, sevgilinin huzuruna varman icin gecmek zorunda olduğun engelden kurtulmaktar.

- Kibirlilik kulun Allah'in azabindan emin olduğunu göste­rir. Azaptan emin olmak ise felâketlerin en büyüğüdür. Tevâzu ise Allah'tan korkmayi ifade eder. Bu korku ise, saadetin rehberi ve âletidir.

Kibrin ilaclarindan biri, emsâliyle toplantilarda bulunduğu zaman onlari öne gecirmek ve onlarin aşağisinda oturmaktir. Fakat burada şeytanin bir kurnazliği vardir, Şöyle ki: Kişinin ayakkabilarinin yaninda oturmasi veya emsalleriyle arasinda ne idüğü belirsiz kimselerin oturtulmasi ve böylece kendini mütevazi zannetmesidir. Oysa böylesi, kibrin ta kendisidir. Çünkü kalbine 'lâyik olduğum yeri başkasina terkettira ve tevâzu gösterdim' gibi vesveseler gelir ki; işte bu vehim, kibrin ta kendisidir. Kendisine düşen vazife akranini öne alip, onlarin altinda oturup ayakkabiliğa düşmemektir.

47. Saadetlerin esasi akil, anlayiş ve zekâdir. Akil nimetinin sihhatli olmasi, Allah'in fitrat dünyasinda büyük bir nimettir. Bu bakimdan eğer akil, hamakat ve belâdetle ölüp dumura uğrarsa, o zaman herşeyden önce onu şlde etmeye calişman gerekir.

- Cin şeytanlarindan emin olabilirsin. Fakat, insan şeytanlarindan şiddetle korun! Çünkü insan şeytanlari, cin şeytanlarindan iğva ve idlal vazifesini almişlar ve böylece cin şeytanlarini istirahate göndermişlerdir.

-Allah'in, kendilerine verdiği akildan razi olmayan kimse yoktur. Fakat akilsizlarin en aşağiliği akliyla övünen kişidir.

- Ahiret âlimleri, yüzlerindeki sükûnet, Allah'a karşi zillet ve tevâzu ile bilinirler. Huni gibi acilip kapanan ve gülerken kulak­lara kadar yayilan ağizlarin sahipleri, hareketlerinde ve konuşmalarinda hiddetli olan kimseler ise, onlarin bu şiddet ve hiddetleri gafletlerinden ileri gelmektedir. Böyle hareketler dünya-perestlerin âdetidir.

- İhtiyaci olan bir kimsenin o ihtiyaca ulaşmasi icin ilk şart, o ihtiyaci sabahtan akşama kadar elde etmedikce yememesidir.

- Kötü sonu hazirlayan birtakim günahlar vardir. Onlardan birisi de veli olmadiği halde velilik iddia etmektir.

- Herkesin kalbi vardir zannedilmesin!

Kitabın yazarı Gazali hakkında:

İmam-ı Gazali, tam adı Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed. İslam âlimi. Batı dillerinde ismi Algazel'dir. Künyesi Ebu Hâmid, lakabı Huccet-ül-İslam ve Zeyneddin’dir. Gazali nisbesiyle meşhurdur. Müctehiddi. İctihadı, Şafii mezhebine uygun oldu.

Hayatı 

İran’ın Tus şehrinin Gazal kasabasında 1058 (h.450) yılında doğdu. Babası fakir ve salih bir zattı. Âlimlerin sohbetlerinden hiç ayrılmazdı. Elinden geldiği kadar, onlara yardım ve iyilik eder ve hizmetlerinde bulunurdu. Âlimlerin nasihatini dinleyince ağlar ve Allahü teâlâdan kendisine âlim olacak bir evlat vermesini yalvararak isterdi. Babası yün eğirip, Tus şehrinde bir dükkanda satardı. Vefatının yaklaştığını anlayınca, oğlu Muhammed Gazali’yi ve diğer oğlu Ahmed’i hayır sahibi ve zamanın salihlerinden bir arkadaşına, bir miktar mal vererek vasiyet etti ve ona dedi ki:
"Ben kendim, âlim bir kimse olamadım. Bu yolla kemale gelemedim. Maksadım, benim kaçırdığım kemal mertebelerinin, bu oğullarımda hasıl olması için yardım etmenizdir. Bıraktığım bütün para ve erzakı, onların tahsiline sarf edersin!”
Arkadaşı vasiyeti aynen yerine getirdi. Babasının bıraktığı para ve mal bitinceye kadar, onların yetişme ve olgunlaşmaları için çalıştı. Sonra onlara; "Babanızın, sizin için bıraktığı parayı tahsil ve terbiyenize harcadım. Ben fakirim param yoktur. Size yardım edemeyeceğim. Sizin için en iyi çareyi, diğer ilim talebeleri gibi medreseye devam etmenizde görüyorum” dedi. Bunun üzerine iki kardeş medreseye gittiler ve yüksek âlimlerden olmak saadetine kavuştular.


İlim Düzeyi 

İmam-ı Gazali, çocukluğunda fıkıhtan bir miktarını kendi memleketinde okudu. Sonra Cürcan’a gitti. İmam Ebu Nasr İsmaili’den bir müddet ders aldı. Sonra Tus’a döndü. Cürcan’dan Tus’a dönerken başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatır: as "Bir grup yol kesici karşımıza çıktı. Yanımda olan her şeyimi alıp gittiler. Arkalarından gidip kendilerine yalvardım. Ne olur işinize yaramayan ders notlarımı bana verin. Reisleri; "Onlar nedir? Nasıl şeylerdir?” diye sorunca; "Onları öğrenmek için memleketimi terk ettim, gurbetlere gittim. Filan yerdeki birkaç tomar kağıtlardır” dedim. Eşkıyaların reisi güldü; "Sen o şeyi bildiğini nasıl iddia ediyorsun, biz onları senden alınca ilimsiz kalıyorsun” dedi ve onları bana geri verdi. Sonra düşündüm, Allahü teâlâ, yol kesiciyi beni ikaz için o şekilde söyletti, dedim. Tus’a gelince üç yıl bütün gayretimle çalışarak, Cürcan’da tuttuğum notların hepsini ezberledim. O hâle gelmiştim ki, yol kesici önüme çıksa, hepsini alsa, bana zararı dokunmazdı.”
Memleketinde geçirdiği bu üç seneden sonra, öğrenimine devam etmek için o zamanın büyük bir ilim ve kültür merkezi olan Nişabur’a gitti. Zamanın bilimadamlarından olan İmam-ül-Harameyn Ebu’l-Meâli el-Cüveyni’nin öğrencisi oldu. Üstün zekasını ve çalışkanlığını gören hocası ona yakın ilgi gösterdi. Burada usul-i hadis, usul-i fıkıh, kelam, mantık, hukuk ve münazara ilimlerini öğrendi. Ebu Hâmid er-Rezekani, Ebu’l- Hüseyin el-Mervezi, Ebu Nasr el-İsmaili, Ebu Sehl el-Mervezi, Ebu Yusuf en-Nessâc gibi devrin büyük âlimleri belli başlı hocalarıdır.
Nişabur’da öğrenimini tamamlayınca, büyük bir ilim ve edebiyat hâmisi olan Selçuklu veziri üstün devlet adamı Nizamülmülk’ün daveti üzerine Bağdat’a gitti. Nizamülmülk’ün topladığı ilim meclisinde bulunan zamanın bilimadamları, imam-ı Gazali'nin ilminin derinliğine ve meseleleri izah etmekteki üstün kabiliyetine hayran kaldıklarını itiraf ettiler. O zaman ortaya çıkan muhalif fırkaların yüksek düşünsel seviyelerine ulaşarak kendilerine iktidarın "cevabını" verecek, halk nezdinde iktidarın "meşruiyetini" tedarik edecek alim olarak görüldüğünden saray tarafından şiddetle desteklendi. Bu sırada otuz dört yaşında bulunan imam-ı Gazali'nin İslamiyet’e yaptığı büyük hizmetleri gören Selçuklu veziri Nizamülmülk, şimdiki tabirle, onu Nizamiye Üniversitesi rektörlüğüne tayin etti. Bu üniversitenin başına geçen İmam-ı Gazali , üç yüz seçkin talebeye lüzumlu olan bütün ilimleri öğretti. Yetiştirdiği talebelerin had ve hesabı yoktu. Ebu Mansur Muhammed, Muhammed bin Esad et-Tusi, Ebu’l-Hasan el-Belensi, Ebu Abdullah Cümert el-Hüseyni talebelerinin meşhurlarındandır. Bir taraftan da kıymetli kitaplar yazan imam-ı Gazali, ilim ehli, devlet adamları ve halk tarafından büyük bir muhabbet ve hürmet gördü. Şöhreti gün geçtikçe arttı. Nizamiye Üniversitesinde bulunduğu yıllarda, Kitabü’l-Basit fil-Füru, Kitab-ül-Vesit, El-Veciz, Meahiz-ül-Hilâf adlı kitaplarını yazdı.
Felsefeye Karşı Bir Yazısı 
İmam-ı Gazali , felsefecilerle ilgili bu çalışmalarını El-Munkızu min ed-dalâl kitabında şöyle anlatmaktadır:
"İşte şimdi filozofların ilimlerinin hikayesini dinle: Onları birkaç sınıf, ilimlerini de birkaç kısım hâlinde gördüm. Onlara, çokluklarına ve eskileri ile yenileri arasında doğruya yakınlık ve uzaklık farkına rağmen, küfür ve ilhâd damgasını vurmak lazımdır. Filozoflar fırkalarının çokluğuna ve çeşitliliğine rağmen, Dehriyyun, Tabiiyyun ve İlahiyyun olmak üzere üç kısma ayrılırlar. Dehriyyun sınıfı eski filozoflardan bir zümredir. Yaratıcının varlığını inkâr ederler, bunlar zındıktır. Tabiiyyun; bunlar da ahiretin mevcudiyetini kabul etmediler. Cenneti Cehennemi, kıyameti ve hesabı inkâr ettiler. Bunlar da zındıktır. Üçüncü sınıf olan İlahiyyun, daha sonra gelen filozoflardır. Bunlar ilk iki sınıfı red etmişlerse de kendilerini bid’at ve küfürden kurtaramamışlardır.” Üçüncü kısımdan olan bu filozoflar, kendilerinden önce gelenlerin yanlışlarını açık seçik göstermek ve bir yaratıcının olduğunu söylemekle beraber Peygamberlere inanmadıkları için küfürde kalmışlardır. Çünkü küfürden kurtulmak için Peygamberlere ve onların bildirdiklerine inanmak da şarttır.
İmam-ı Gazali felsefecilerin görüşlerini çürütmek ve itikadlarına, felsefe karıştıran fırkalara cevap vermek için yaptığı bu çalışmasını kendisinin de bir filozof olduğu şeklinde yoruyanlar olmuştur. Buna karşı çıkanlar ise, diğerlerini felsefe ile tefekkür arasındaki mühim farkı bilmemekle suçlamaktadırlar. Gazali'nin şiddetle karşı durduğu muhalif düsturlar, aklı temel almışlardır. Onlara göre, Allah'ın kullarına bahşettiği en büyük nimet akıldır ve bu nimetten yararlanmayan bir kul en büyük günahkardır. Akıl yürütmek faaliyeti ise felsefeyi beraberinde getirir. Mütefekkirler ise aklı kullanmakla beraber, akıldan önce Peygamberleri ve onların bildirdiği imanı almışlardır.
İmam-ı Gazali, bu çalışmalarından sonra, yerine kardeşi Ahmed Gazali’yi vekil bırakarak Nizamiye Üniversitesindeki görevine ara verdi ve Bağdat’tan ayrıldı. Çeşitli ilmi çalışmalar ve seyahatler yaptı. Şam’da kaldığı iki yıl içinde en kıymetli eseri İhyâu-Ulumiddin’i yazdı. Daha sonra Kudüs’e gitti. Burada Bâtıni denilen fırkaya karşı Mufassıl’ul-Hilâf, Cevâb-ul-Mesâil ve Allahü teâlânın Esmâ-i Hüsnâ denilen isimlerini anlatan El- Maksad ül-Esmâ adlı eserini yazdı. Kudüs’te bir müddet kaldıktan sonra hacca gitti. Haccını müteakiben Bağdat’a döndü. Nizamiye Üniversitesinde, Şam’da yazdığı İhyâ’sını kalabalık bir talebe kitlesine ders olarak okuttu. Bu seferki tedris hayatı uzun sürmedi. Doğduğu yer olan Tus’a gitti. Burada yine Bâtınilere karşı Ed-Dercülmerkum kitabı ile El-Kıstâs-ul-Müstakim, Faysal-ut-Tefrika, Kimyâ-ı Seâdet, Nasihât ül-Müluk ve Et- Tibr-ul-Mesbuk adlı kıymetli eserlerini yazdı. On sene kadar süren bu hizmetlerinden sonra Selçuklu veziri Fahr-ül-Mülk’ün ricası üzerine bir müddet daha Nizamiye Üniversitesinde ders verdi. Tasavvufu anlatan Mişkât-ül-Envâr adlı eserini de bu sırada yazdı.

İmam-ı Gazali'nin Tasavvufa Girişi 

İmam-ı Gazali'nin tasavvufta mürşidi, Silsile-i aliyyenin büyüklerinden olan Ebu Ali Farmedi'dir. Onun huzurunda kemale geldi. Zahir ilimlerinde eşsiz âlim olduğu gibi, tasavvuf ilimlerinde (evliyalık ilimlerinde) de mürşid (yol gösterici) oldu. Kısa bir müddet daha Nizamiye Üniversitesinde ders verdikten sonra doğduğu yer olan Tus’a döndü. Elli beş sene gibi kısa bir ömür süren imam-ı Gazali, ömrünün son yıllarını Tus’ta geçirdi. Burada evinin yakınına bir medrese ve bir de tekke yaptırdı. Günleri insanları irşâd etmekle geçti. Elli yaşını aştığı bu sıralarda El-Munkızu Aniddalâl, fıkhın kaynaklarına (Usul-i fıkha) dâir El-Mustesfâ ve selef-i salihine (Ehli Sünnet itikadına) tâbi olmayı anlatan İlcâmü’l-Avâm an İlm-il-Kelam adlı eserlerini yazdı.


İslam Devletine Etkisi 

İmam-ı Gazali'nin yaşadığı devirde İslam âleminde siyasi ve fikri bakımdan büyük bir kargaşalık hüküm sürüyordu. Bağdat’ta Abbasi halifelerinin hakimiyeti zayıflamaya yüz tutmuştu. Bunun yanında Büyük Selçuklu Devleti'nin sınırları genişliyor ve nüfuzu artıyordu. İmam-ı Gazali, bu devletin büyük hükümdarları Tuğrul Beyin, Alp Arslan’ın ve Melik Şah'ın devirlerini yaşadı. Melik Şahın kıymetli veziri Nizamülmülk, hem savaş meydanlarında zaferler kazanıyor, hem de o zamanın parlak ilim ocakları olan İslam üniversitelerini açıyordu. İmam-ı Gazali 23 yaşındayken doğuda Hasan Sabbah ve adamları, Selçuklu otoritesini yıkmak gayesi ile İsmailiyye düsturunu yaymaya çalışıyorlardı. Mısır’da Şii FatımiEndülüs İslam Devleti gerilemeye yüz tutmuştu. Mukaddes toprakları Müslümanlardan almak için ilk Haçlı seferleri de İmam-ı Gazali zamanında başlamıştı. Bunlardan birincisi olan Haçlı seferine katılan Haçlılar, Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. Kılıç Arslan’ın üstün gayretlerine rağmen 600 binden 40-50 bine düşmek pahasına da olsa, Anadolu’yu geçmiş, Torosları aşmış, Antakya’yı ve bir yıl sonra da Kudüs’ü ele geçirmişlerdi (1096). Hanedanı çökmeye başlamış, Avrupa’da ise 
İslam âlemindeki bu siyasi karışıklıkların yanında bir de fikir ve düşünce ayrılıkları vardı. Bu fikir ayrılıklarının temelinde yatan neden iktidar mücadelesi idi; ortadoğu coğrafyasındaki iktidarı eline geçirmek isteyen gruplar, halk arasında meşruiyet kazanmak gayesi ile farklı islami anlayışlar ve disiplinlerden faydalanmak çabasındaydılar. Müslümanlar arasında itikad birliği sarsılmış, düşünce ve fikirlerde ayrılıklar meydana gelmişti. Bir taraftan eski Yunan felsefesini anlatan kitapları okuyarak yazılanlarla İslam inançlarını yeniden yorumlayanlar, diğer taraftan Kur’an-ı Kerim'in âyetlerinin manasını farklı yorum yöntemleri ile açıklamaya kalkışan Bâtıniler ve Mutezile ile diğer fırkalar iktidarı elinde bulunduran sınıfların şekil verdiği İslam anlayışına muhalif bir tutumla iktidar mücadelesine dahil olmaya çalışıyorlardı. Böylece, İslam tarihinin en yoğun düşünsel-felsefi dönemi yaşanmaya başlandı. Bu yoğun düşünsel dönemde, iktidar yanlısı bir anlayışla muhalifler ile aynı düşünsel seviyede mücadele edebilecek zamanın nadir ilim adamlarının başında, akli ve nakli ilimlerde zamanın en büyük âlimlerinden, İmam-ı Gazali geliyordu.
O, bir taraftan kıymetli talebeler yetiştirdi, bir taraftan da muhalif fırkaların muhalif inançlarını çürütmek için kıymetli kitaplar yazdı. Üç yüz binden fazla hadis-i şerifi ravileriyle ezbere bilen ve Hüccetül-İslam adıyla meşhur olan İmam-ı Gazali, İslamın yirmi temel ilmi ile bunların yardımcıları olan müsbet ilimlerde de söz sahibiydi. Zamanında yaşayan ve sonra gelen âlimler onun kitaplarını önemli bir kaynak kabul etmişlerdir.

Vefatı 

İmam-ı Gazali 1111 (h.505) yılının Cemaziyelevvel ayının 14. Pazartesi günü büyük kısmını zikir ve tâat ve Kur’an-ı Kerim okumakla geçirdiği gecenin sabah namazı vaktinde abdest tazeleyip namazını kıldı, sonra yanındakilerden kefen istedi. Kefeni öpüp yüzüne sürdü, başına koydu: "Ey benim Rabbim, Mâlikim! Emrin başım gözüm üzere olsun” dedi. Odasına girdi. İçeride, her zamankinden çok kaldı. Dışarı çıkmadı. Bunun üzerine oradakilerden üç kişi içeri girince, İmam-ı Gazali hazretlerinin kefenini giyip, yüzünü kıbleye dönüp, ruhunu teslim ettiğini gördüler. Başı ucunda şu beytler yazılıydı:
Beni ölü gören ve ağlayan dostlarıma,
Şöyle söyle, üzülen o din kardeşlerime:
"Sanmayınız ki, sakın ben ölmüşüm gerçekten,
Vallahi siz de kaçın buna ölüm demekten.”
.......
Ben bir serçeyim ve bu beden benim kafesim.
Ben uçtum o kafesten, rehin kaldı bedenim.
.......
Bana rahmet okuyun, rahmet olunasınız.
Biz gittik. Biliniz ki, sırada siz varsınız.
Son sözüm olsun, "Aleyküm selam” dostlar.
Allah selamet versin, diyecek başka ne var?

İmam-ı Gazali, kendisini mezarın içine Şeyh Ebu Bekr en-Nessâc koysun, diye vasiyet etmişti. Şeyh bu vasiyeti yerine getirip mezardan çıktığında hâli değişmiş, yüzü kül gibi olmuş görüldü. Oradakiler "Size ne oldu?.. Niçin böyle sarardınız, soldunuz efendim?..” dediler. Cevap vermedi. Israr ettiler, gene cevap vermedi. Yemin vererek tekrar ısrarla sorulunca, mecbur kalarak şunları anlattı:
"İmamın nâşını mezara koyduğum zaman, Kıble tarafından nurlu bir sağ elin çıktığını gördüm. Hafiften bir ses bana şöyle seslendi. «Muhammed Gazali’nin elini, Seyyidü’l Mürselin Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellemin eline koy» Ben denileni yaptım. İşte mezardan çıktığımda benzimin sararmış, solmuş olmasının sebebi budur. Allah ona rahmet eylesin.”
İmam-ı Gazali asrının müceddidi olup, din bilgilerinden unutulmuş olanlarını meydana çıkarmış, açıklamış ve herkese öğretmişti.
İmam-ı Gazali, zamanındaki devlet adamlarının ikram ve iltifatlarına kavuşmuştu. Onlara zaman zaman nasihat ederek ve mektup yazarak hakkı tavsiye etmiş, Müslümanların huzur ve refahı için dua etmiştir.

Selçuklu Sultanı Sencer’e Yazdığı Mektup

Bunlardan Selçuklu Sultanı Sencer’e nasihat için aşağıdaki mektubu yazmıştır:
"Allahü teâlâ İslam beldesinde muvaffak eylesin, nasibdâr kılsın. Ahirette ona, yanında yeryüzü padişahlığının hiç kalacağı mülk-i azim ve ahiret sultanlığı ihsan etsin. Dünya padişahlığı, nihayet bütün dünyaya hakim olmaktan ibarettir. İnsanın ömrü ise, en çok yüz sene kadardır.
Cenab-ı Hakk’ın, ahirette bir insana ihsan edeceği şeylerin yanında, bütün yeryüzü, bir ker*** gibi kalır. Yeryüzünün bütün beldeleri, vilayetleri, o kerpicin tozu toprağı gibidir. Kerpicin ve tozunun toprağının ne kıymeti olur? Ebedi sultanlık ve saadet yanında, yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır ki, insan onunla sevinip mağrur olsun? Yükseklikleri ara, Allahü teâlânın vereceği padişahlıktan başkasına aldanma.
Bu ebedi padişahlığa (saadete) kavuşmak, herkes için güç bir şey ise de, senin için kolaydır. Çünkü Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bir gün adalet ile hükmetmek, altmış senelik ibadetten efdaldir.” Madem ki Allahü teâlâ sana, başkalarının altmış senede kazanacağı şeyi bir günde kazanma sebebini ihsan etmiştir, bundan daha iyi fırsat olamaz! Zamanımızda ise iş o hâle gelmiştir ki, değil bir gün, bir saat adaletle iş yapmak, altmış yıl ibadetten efdal olacak dereceye varmıştır.
Dünyanın kıymetsizliği, açık ve ortadadır. Büyükler buyurdular ki: «Dünya kırılan altın bir testi, ahiret de kırılmaz toprak bir testi olsa, akıllı kimse, geçici olan ve yok olacak olan altın testiyi bırakır, ebedi olan toprak testiyi alır. Kaldı ki dünya, geçici ve kırılacak toprak bir testi gibidir.» Ahiret ise hiç kırılmayan ebediyyen bâki kalacak olan altın testi gibidir. Öyleyse, buna rağmen dünyaya sarılan kimseye nasıl akıllı denilebilir? Bu misali iyi düşününüz ve daima göz önünde tutunuz...”

İmam-ı Gazali'nin güzel sözlerinden bazıları
Allahü teâlânın verdiği nimeti, Onun sevdiği yerde harcamak şükür; sevmediği yerde kullanmak ise küfran-ı nimettir (nimeti inkâr etmektir).
Belaya şükretmek lazımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka bela yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allah, senin iyiliğini senden iyi bilir.
Bir sözü söyleyeceğin zaman düşün! Eğer o sözü söylemediğin zaman mesul olacaksan söyle. Yoksa sus!
Bil ki, kalble gıybet etmek, dille etmek gibi haramdır. Bir kimsenin noksanını, kusurunu başkasına söylemek doğru olmadığı gibi, kendi kendine söylemek de caiz değildir.
Sabır insana mahsustur. Hayvanlarda sabır yoktur. Meleklerin ise sabra ihtiyacı yoktur.
Allahü teâlânın, her yaptığımızı her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin işleri ve düşünceleri edepli olur.
Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes hiçbir şeyle tekrar ele geçmez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. O halde bu günü elden kaçırmamak bunu saadete kavuşmak için kullanmamaktan daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi bütün âzâlarını haramdan koru.
Ey nefsim, sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım, diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tevbe etmeyi bugün tevbe etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun.
Eserleri 

İmam-ı Gazali, ömrü boyunca gece gündüz devamlı yazmış büyük bir İslam âlimidir. O kadar çok kitap yazdı ki, ömrüne bölününce, bir güne on sekiz sayfa düşmektedir. Eserlerinin sayısının 1000’e ulaştığı, Mevduât-ul-Ulum kitabında bildirilmektedir. Bunlardan 400’ünün isimleri Şeyh Ebu İshak Şirâzi’nin Hazâin kitabında yazılıdır.
Eserleri üstünde Avrupalılar geniş ve uzun süren incelemeler yapmışlardır. Bunlardan Maurice Bouyges adlı müsteşrik Essai de chronologie des oeuvres de al-Ghazali adlı eserinde İmam-ı Gazali’nin 404 kitabının ismini vermiştir. Meşhur müsteşrik Brockelmann da Geschichte Der Arabischen Litteratur adlı eserinde, eserlerinden 75 tanesinin listesini vermiştir. 1959’da dört Alman ordinaryüs profesörü, İmam-ı Gazali'nin kitaplarını okuyarak, İslam dinine aşık olmuşlar ve İmam’ın kitaplarını Almancaya çevirerek sonunda müslüman olmuşlardır.
İmam-ı Gazali'nin vefatından sonra İslam dünyasının maruz kaldığı Moğol felaketi esnasında yakıp yıkılan binlerce kütüphane içinde Gazali hazretlerinin sayısız eseri de yok edilmiştir. Bu sebepten bugüne kadar eserlerinin tam bir listesi ve tasnifi yapılamamış, ilim dünyası bu husustaki eksikliğini tamamlayamamıştır.

Yazar: İmam Gazâlî
Tercüme: Naim Erdoğan
Neşre Hazırlayan: Mevlüt Karaca
Katagori: Tasavvuf, Sohbet
Sayfa Sayısı: 232
Boyut: 14 x 20 cm 
Basım Yeri: İstanbul 
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe 
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo

Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Tavsiye Ürünler
Alemlerin Sırrı Sırrul Alemin, İmamı Gazali Alemlerin Sırrı Sırrul Alemin, İmamı Gazali, Âlemlerin Sırrı Sırrü'l Âlemîn İmam Gazâlî Kitabı Kainatın Alemin Sırrı Tercümesi Hisar Yayınevi Konya Satış Sipariş Naim Erdoğan Mevlüt Karaca, Hisar Yayınevi, Sohbet Vaaz alemlerin sırrı kitabı, hisar
Alemlerin Sırrı Sırrul Alemin, İmamı Gazali

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.