Tasavvuf Bahçeleri Esseyyid Abdulhakim Arvasi - Necip Fazıl Kısakürek

Tasavvuf Bahçeleri Esseyyid Abdulhakim Arvasi - Necip Fazıl Kısakürek

Barkod
Tasavvuf Bahçeleri Kitabı
Vitrin Katagorisi
Aynı gün kargo
Tasavvuf Bahçeleri - Esseyyid Abdulhakim Arvasi - Necip Fazıl Kısakürek 
"Neye yaklaşsam, sonu uzaklık ve kırgınlık;
Anla ki, yok, Allah'tan başkasıyla yakınlık..."
"Kitapta, tarifinden başlayarak, Tasavvufun gayesi, konusu ve terimleri; Nakşî Yolunun Hususiyetleri ve ayrıca Sufî, Mutasavvıf, Melamî ve Fakir gibi tabirler izah edilmektedir."

Yazar: Necip Fazıl Kısakürek
Sayfa Sayısı: 160
Katagori: Tasavvuf 
Boyut: 14 x 21 cm 
Basım Yeri: İstanbul
Basım Tarihi:  2013
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe 
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
www.kitaptakipcileri.com
«İrşad edicim, Kurtarıcım ve Efendim Abdülhakîm Arvasî Hazretleri'ne ait, dışından öğretici mahiyette bu son asrın en büyük din eserini, en titiz sadakat, en derin dikkat ve en keskin haşyetle sadeleştirirken, kendimden ekleyeceğim biricik ölçü, Büyük Veli'nin muazzez ruhaniyetine sığınmak ve affını dilemektir.» / N.F.K.
Kitapta, tarifinden başlayarak, Tasavvufun gayesi, konusu ve terimleri; Nakşî Yolunun Hususiyetleri ve ayrıca Sufî, Mutasavvıf, Melamî ve Fakir gibi tabirler izah edilmektedir...

Kitaptan Alıntılar:
Lûgatta, beden ve ruh; ve birşeyin varlığı, aynı, mânâlarına gelir. Tasavvuf ıstılahında(teriminde)  ise, nefsten, kulun çirkin vasıfları ve kötü ahlâkı kastedilir.

Bu vasıfların bir kısmı, Şeriat emirlerine karşı gelmek, onlara aykırı davranmak gibi, kulun kendi kazancıyla olan şeylerdir. Bu kısmı da kulun, kötü ahlâkı, çirkin huylarıdır ki, bunlar, kınanmış vasıflar olarak bulunur. Bu kısım, sıkı bir gayret ve mücahede, aralıksız bir çalışmayla yok edilebilir ve Allah'ın lûtfuyla bunların yerine, iyi, güzel ahlâk ve yüksek vasıflar kazanılabilir.
www.kitaptakipcileri.com
İşte, ''onların kötülüklerini Allah iyiliklere tebdil eder'' meâlindeki ilâhî ifade buna işarettir.
Birinci kısım: Şeriatte tahrimî ve tenzihî bir nehy ile yasaklanmış olan zina, şarap ve benzeri şeylerdir ki, bunlar fıkıh kitaplarında anlatılmıştır.

İkinci kısım: kötü ve düşük ahlâk olan, kibir ''nahvet-böbürlenme'', gazap, ''hıkd-gizli düşmanlık'', haset ve benzerleridir ki, bunlar tasavvuf ve ahlâk kitaplarında genişçe anlatılmıştır.
Nefsin düşmanlıklarından en şiddetlisi, ileri gelmek ve imtiyazlı olmak gibi hususlarda kendinde bir hak ve ehliyet bulunduğunu kabul etmektir. Bu da kemâle ermemiş zatların eliyle bu yola girenlerde çokça görülür.
Nefsin, kötü ve çirkin ahlâka yuva olmak üzere insan kalıbına verilmiş lâtif bir şey olması da muhtemeldir. Ruhun, yüksek ve iyi ahlâkın merkezi olmak üzere, insana verilmiş şerefli bir ''latife'' olması gibi...
Bu şekilde ruh ve nefs, her ikisi, insanda bir araya gelebilir. Göz görme, kulak işitme, burun koklama, ağız tatma mahalli olması ve bunların her biri diğerinden başka olmamakla beraber, ''işitici, görücü, tadıcı, koklayıcı'' olarak, hepsinin bir insanda toplanmış olması gibi; iyi-güzel vasıfların mahalli olan ruhla, kötü-çirkin vasıfların mahalli olan nefs de insanda birleşmiş ve insan bunlarla insan olmuştur.
Nefs-i emmâre ve nefs-i levvâme bu ikinci kısımdandır...

BAŞLANGIÇ
Zahir ilimlerinin, mevzu genişliği itibariyle tasavvuf ilmine nisbeti, bir damlanın bir deryaya kıyası gibi olduğu, bazı tasavvuf büyüklerinin açıkladıkları hususlardandır. Zira, tasavvufun mevzuu, yerinde de bahs ve zikrolunacağı gibi, meal olarak, Allah'ın Zâtıdır. Öbür ilimlerin mevzuu, ne kadar geniş farzedilse de "mümkinât dairesi - olabilirler âleminden dışarı çıkamaz. "Vücup âlemi - olması gerekenler âlemi"ne nisbetle "imkân âlemi - olabilirler âlemi"nin ne olduğu, beyandan uzaktır. Şu halde, tasavvuf ilmi, zevkî ve vicdanî olduğundandır ki, şanına lâyık bir şekilde kalemlerin diliyle yazılması ve insanların diliyle ifadesi mümkün değildir. Bununla birlikte, bağlıları tarafından pek çok kitap ve risaleler telif ve tertip edilmek suretiyle, imkân nisbetinde izahına gayret sarfedilmiş, muazzam maksat ve meseleleri de onların sohbetleri esnasında beyan ve izah oluna gelmiştir.

Bu hususta, değişik derecelerde olan üstün tasavvuf adamlarının, çeşitli meşreplerde bulunan büyüklerin her biri, muhtelif suretlerde kendi mizaçlarına göre beyanlarda bulunmuşlardır. Bir kısmı, belki büyük bir kısmı, keşfe bağlı hakikatler ve ilhama dayalı incelikler üzerinde, zeyli uzun meali bir, ibaresi değişik kitaplar yazmışlardır.

Şeyh-i Ekber, bu yolun öncüsüdür ki, rivayete göre, yazdıkları beşyüz kitaptan büyük kısmı bu mevzu üzerinedir. Bu cümleden olarak, "Fusûs-ül Hikem", "El-Fütuhat'ul-Mekkiye", "Et-Tedbîrât'ül-İlâhiyye", "Et-Tenezzülât'ül-Muvassaliyye", "El-îsrâ-u İlâ Makam'il-Esrâr", "Minhâc'ül-Ve-sâil" "Kitab'ül-Azame", "Kitab'ül-Beyân", "Kitab'ül-Müsikke An Es'ilet'il-Hakim'it-Tirmizî", "El-Müsâmerat" gibi kitapları, bu kutsî yolun hakikatlerini beyan mevzuundadır. Bu kısmın felsefeyle münasebeti vardır. Şu kadar ki, felsefe, yalnız akla tâbi olurken; bu kısım tasavvuf, şeriat ve selim akıl dairesinde, açık bir keşfe dayalı ve sıhhatli bir zevke mutabıktır.

Bu kitapların bir kısmı da, tasavvuf adamlarının derecelerini, keşif yoluyla mertebelerinin beyanını ve kerametlerini, doğum ve vefat tarihlerini, memleketlerini, İrşad havzalarını, kimlerle çağdaş bulunduklarını, hayat tarzlarını, mübarek mezar ve merkadlerini ve buna benzer meşeleri İhtiva eden kitaplardır ki, bu adeta bir tasavvuf tarihi teşkil eden bir ilim koludur. "Tezkirat'ül-Evliyâ", "Tabakât-ı Şa'râni", "Nefehât-ül-Üns", "Ravzat-i Riyâhin Fi'l Hikâyât'is-Sâlihin" ve bunlar gibi... Bu kısım tasavvuf kitaplarının da tarihle münasebeti fazladır. Ancak bu kitaplar, Hadîs-i Şeriflerin an'aneleri gibi, güvenilir ve muteber rivayetçilerin rivayetlerine dayalı olmak zorundadır. Böyle olan kitapların her meselesinde, haber ve hadîs nakletmenin usûl ve an'anesine riayet olunmuştur.
www.kitaptakipcileri.com
Bu kitaplardan bir kısmı da, bu yola girme ve bu yola almanın edepleri hususundadır ki, üstün velilik makamlarına yükselmeye ve büyük insanların mertebelerine erişip, ilâhi yakınlık menzillerine ve "Seyr fîllâh - Allah'ta seyr", "Seyr billah - Allah'ı seyr", Seyr minallah - Allah'tan seyr"e ve diğer kulları irşada vesile olan faaliyetlere ve batını amellere aittir. Tasavvufun özü de budur. Havas ve avama faydalı ve mühim olan da bu kısımdır.

Bunun bir yönü de fıkıh kitaplarındaki ibadet kısımlarının dörtte bir kadarıyla münasebetlidir. Gazalî'nin "İhyâ"sı, Gavs-ı Azam'ın "Gunye"si, İmam Rabbânî'nin "Mektubât"ı ve diğer Ahmedî velilerin kitap ve risaleleri gibi... Bu fakir ve âciz de işbu risaleyi gösterdiğimiz bu üç kısım üzerine inşa etmeyi uygun görmüştür.

Bu kitapların bir bölümü de, velilerin kerametleri ve menkıbeleri, bazı hususî kişilerin faziletleri ve kemâlleri hakkında telif ve tertip olunmuş risalelerdir. Bu kısım risalelerin faydaları, zikri geçen kısımlara nazaran daha az olduğu ve hususiyle bu risaleler, ihlaslarında ifrata kaçanların şahsî fikirlerinden kaynaklanmış bulunduğu için, itibara değer görülmemiş ve bu yüzden de risalemiz, bunların muhteviyatının pek çoğundan uzak tutulmuştur. Bir kısmı da virdler ve zikirler, dualar, hizipler ve bir takım İsimlerin hususiyetlerine ait olup, ancak sahiplerine yararlı; mürid ve sâliklere faydası sınırlı, âdeta zahirî ibadetlerden kopmuş şahıslara mahsus olduğundan, risalemiz, bunu da içine almış değildir.

Diğer bir kısım ise, Allah dostlarının, büyüklerin sohbetleri ve teveccühleri esnasında sükût ettikleri ve murakebe-ye daldıkları zaman, İlâhi tecellî dairesinden yansıma ve dökülme yoluyla aldıkları ilimler ve İlâhi marifetlerdir ki, söz ve kalemle beyanı kabil olmadığından, ancak bu meşrep için, sır ve hakikatlere ulaştırıcı bir melekenin kazanılmasına hizmet edegelmiş bir haldir. Bu da ancak sahibine hüccet teşkil ettiğinden risalemiz bu bahsin de dışında kalmıştır.

Kırk seneyi aşkın bir zamandan beri, vakitlerimi tasavvuf ilminin nazarî ve amelî yönüyle meşgul olmaya tahsis etmiş olduğumdan, Allah'ın lûtfuyle, bu sır ve hakikatlere bir nisbet kazanmışımdır.

"- Allah'tan başka kimsede, hiç bir davranış ve kuvvet yoktur!"



     TASAVVUF KELİMESİNİN DOĞUŞU VE İSİMLENDİRİLMESİ
www.kitaptakipcileri.com
"Safa" kelimesi, her lisanda övülen; ve zıddı olan "kedûret-bulanıklık" ise kınanan hâllerden sayılmıştır.

Rivayet edilmiştir ki, Allah'ın Resulü, mübarek peygamberlik simalarında açık bir hüzün ve değişiklik eseri olduğu halde, Sahabîler meclisini şereflendirmişler ve "Bu dünyanın safası gitti, kederi kaldı" buyurmuşlardır. Bu Hadîs-i Şerifte "tasavvuf, "süfî" ve "mutasavvıf kelimelerinin, "safvet"den geldiğine bir remz ve İşaret vardır. "Safv" kelimesinde "f' harfinin önce gelmesi, "sûfî" de ise sonra gelmiş olması, bu kelimelerin değişik köklerden geldiğini gösterirse de, tasavvuf kelimesinin çokça kullanılmasından, "f'nin 'V'den önce söylenmesinin kelimeye hafiflik kazandırmak için olduğu, yani bir telaffuz galatı bulunduğu bazı tasavvuf kitaplarında zikredilmiştir. Hattâ, peygamberlerin "safvet"le vasıflanmış olmalarındandır ki, Kur'an'da 'İstifa, Estafi, Yestafî, Mustafâ" kelimeleri, onların üstün hallerini beyânda zikredilmiştir. Demek oluyor ki, tasavvufî hakikatlerle vasıflanmak, topyekûn Resuller ve Nebiler boyunca görülmüş ve muteber olagelmiştir.

"Her nebinin zamanında, şeriatı yürürlükte olduğu, uygulandığı gibi, kendi manevî hallerinin üstün meziyetleriyle de donanmayı, ümmetinin seçkinlerine feyizleriyle ifade buyururlardı. Mânevi safvet, Risalet ve Nübüvvetle başlamıştır. Tasavvuf, şeriatların manevî kıymetlerini kazandırıcı ve onlara ulaşmayı kolaylaştırıcıdır.

Üstad Ebul Kasım dedi ki: "Bu taife İçin sûfî (sofi) tabiri, galip halde, çokça kullanılmış; ve filan kimse sûfîdir, falan cemaat sûfîyye ve mutasavvifedir, denilmiştir. Yoksa bu isim için, bu mânâda kullanılışına dair Arapçada herhangi bir işaret, bir kıyas ve bir kelime türemesi sözkonusu değildir. Açık olan şey, bu ismin, yani sûfî isminin bu taifeye lakap olarak kullanılmasıdır."

Bazıları, "kamîs" giyenden bahsedilirken, "tekammus" denildiği gibi, bu taife de "sof-yün" elbise giydiklerinden, onlardan bahsedilirken, "sofî" denildiği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Bu çevrenin, yalnızca sof elbise giymediği biliniyorsa da, bu sebebin ileri sürülmesi, hükmün çokluğa bina edilmiş olmasına göredir.

Şeyh Sühreverdi'nin "Avârifinde şöyle denilmiştir: "Bazıları "sûfî" kelimesinin, isim olarak kullanılmasındaki münasebeti tetkik ederken demişlerdir ki; kıymette en düşük ve tevazua en yakın bulunan ve çok zaman Peygamberlerin giydikleri sof elbiseler taşıdıklarından, onlara Arapça kıyasa bakmayarak, "sûfî" lâkabı verilmiştir."

Gerçekten, Kâinatın Efendisi de, yetmiş kadar peygamberin sof giydiklerini haber vermişlerdir. İsa Peygamberin, softan elbise giydikleri malûmdur. Hasan Basri; "Ben, Bedir Eshâbı'ndan yetmiş kadarıyla görüştüm ki, hepsinin de elbisesi softandı." demiştir. Ebu Hureyre ve Feddal bin Ubeyd, Bedir Sahabîlerini anlatırken, bütün elbiselerinin softan olduğunu söylemişlerdir.

Bazıları, nasıl "Kûfî", Kûfe'ye mensup demekse, "sûfî" de "sûf'a mensuptur, demişlerdir. Sûf (sof), bir çeşit yünden mamul hırka demektir.

Bazıları ise, bu ismi ariflerin İlâhi Huzur'da "saf olmalarına nisbet etmişlerdir. Bunlar, mânâ bakımından tezlerinde doğruysalar da; lügat bakımından "sûfî", "safa nisbet edilemez.
www.kitaptakipcileri.com
Bazıları da, "sûfi"yi Mescid-i Suffe'ye nisbet etmişlerse de nisbetin, kaideye aykırılığından dolayı bu görüş reddolunmuştur.

Hülâsa; "sûfî" kelimesi bir sebep ve münasebet aranmaksızın, kalp safâsına, gönlü, bütün yabancılardan arındırma ve İlâhi zikirle ruhu donatmaya malik olanlara isim olarak verilmiştir. Bu üstün taife ise, "ehemmi takdim" ölçüsüne riayetle, böyle kıyas ve kelime iştikakîyle meşgul olmaktan kaçınmışlar ve kıymetli vakitlerini, pek az faydası olan bu gibi şeylerle zâyi etmemişlerdir.



   TASAVVUFUN TARİFİ

Sufi taifesinin efendisi Cüneyd, buyurdular ki: "- Tasavvuf, Hakk'ın seni sende Öldürmesi ve kendisiyle diriltmesidir."

Muhammed Bin Ali El-Kassab, tasavvufu; "- Keremli zamanda, keremli insanlardan, keremli topluluklar içinde beliren keremli ahlâk..." diye beyan etmiştir.

Cüneyd'e tasavvuf nedir, dîye sorulduğunda; "- Başkasına alâkasız kalarak Allah ile olmaktır." Cevabını aldılar. Bundan maksat, "mâsiva-dış dün-ya"dan sevgi alâkasını kesip, ancak o alâkayı Allah'a hasretmektir.

Yine Cüneyd;

"-Tasavvuf, içtima ile zikir, istima (dinleme) ile vecd, İttiba ile ameldir." Yani, toplulukla zikir, Kur'an dinlemekle vecd ve Peygambere uymakla amel etmektir.

Ruveym Bin Ahmed Bağdadî dedi ki:

"-Tasavvuf, yalnız Allah'a acz ve ihtiyaçla sığınmak, mahlûkatın ihtiyaçlarına koşmak, Şeriat yasakları dışında taarruz ve mücadeleyi terketmektir."

Şiblî, tasavvufu; "her türlü endişe ve düşünceden uzak, Allah ile olmaktır" şeklinde tarif etmiştir.

Ebu Muhammed Cerirî, tasavvufun tarifinde dedi ki: "- Tasavvuf, her düşük ahlâktan çıkmak, her yüksek ahlâka ermek..."

Yine Cüneyd, başka bir yerde dedi ki: "-Tasavvuf, şeriat yasaklarına ve kötü ahlâka karşı sürekli mücâhededir."

Maruf Kerhi:

"-Tasavvuf, sevgilinin kapısından kovulunsa da orada yerleşmektir."

Yine Maruf:

"-Tasavvuf uzaklığın kederinden sonra, yakınlığın safasıdır."

Şiblî:

"-Sûfî, kalple halktan kopan ve sürekli Hakk'la olandır."

Yine Şiblî:

"-Tasavvuf, yakıcı şimşek..."

Cerîri:

-Tasavvuf, hallerin murakabesi ve edep tavrı..."

Ebu Turâb:

"-Sûfî odur ki, hiç bir şeyden kederlenmez ve herşeyde safa bulur."

Zünnun Mısrî:

"-Tasavvuf ehli, Allah'ı herşeye tercih eden, Allah'ın da onları her şeye tercih ettiği topluluk..."

Ebu Yakup:

"-Tasavvuf, öyle bir hâldir ki, bütün beşerî sıfatları yok eder."

Ebu Hüseyin:

-Tasavvuf kalbe gelen nurların, İlâhî mânâların keyfiyetinden ibarettir; yoksa, Allah'ı anmanın kemmiyeti değil..."

Ebu Sehl Sa'lûki:

"-Tasavvuf, itirazdan vazgeçmektir. Yani, mukaddes Şeriat'in yasakladığı şeyler dışında itirazı terketmek..."

Bazıları da şöyle dediler:

"-Sûfî'nin hâli değişmez; değişse de kederlenmez."

Hasılı, tasavvuf, beşerî sıfatlardan çıkıp; meleklik sıfatınna bürünmeye ve İlâhi Ahlâk ile ahlâklanmaya hizmet eden bir hâldir.

      TASAVVUFUN BAŞLANGIÇ VE DOĞUŞU

En üstün peygamberin saadet devirlerinde olduğu gibi, ondan sonra da İslâm'ın fazilet örneklerine, Peygambere arkadaşlık yapmalarından daha üstün bir fazilet olmadığından "Sahâbi" ismi verildi. Hemen onlardan sonra gelenlere "tabiin-uyanlar", onları takip edenlere de "etba-ı tâbiîn-uyanlara uyanlar" denildi. İnsanlar arasında ihtilâflar başlayıp, ayrılıklar doğunca, dini mertebelerde de değişiklikler ve bozulmalar meydana geldi. Ümmetin seçkinlerinden, dini işlerde şiddet ve inayetleri olanlara "zühhâd ve ubbad - zühd ve kulluk gösterenler" isimleri verildi; ve böylece avamdan ayrılmaları sağlandı. Daha sonra, bir takım bid'atler ve uydurmalar doğup fırkalar arasında ayrılıklar meydana çıkınca, her fırka kendi havassına (seçkinlerine) "zahid" ve "abid" dedi. "Fırka-i nâciye- Kurtuluş Fırkası"ndan olan Ehl-i Sünnet bağlılarından, kalplerini gaflet yollarından koruyan, nefslerini Allah ile hıfz edip murakebe edenlerin bu vasıflarına "tasavvuf ve kendilerine de "sûfî" denilerek, bununla diğerlerinden ayrıldılar.

Bu isimler, Hicretin İkinci Asrının sonlarına doğru kullanıldı. "Sûfî" denilenlerin ilki; "Ebu Haşim Sûfî"dir ve bu künyesiyle meşhurdur. Aslen Kûfe'li olup Şam'da irşâdla meşguldü.

Süfyân-ı Sevrî'nin de çağdaşı... Süfyân, Basra'da H. 161 senesinde vefat etmiştir, Süfyân dedi ki: "-Ebû Haşim Sûfî olmasaydı, ben İlâhî incelikleri öğrenemezdim. Onu görmeden, tasavvufun ne olduğunu da bilmiyordum.

Ebû Haşim'den önce, ümmette bazı büyükler vardıysa da O, kendi zamanında zühd ve Şer'î hassasiyetlerde, tevekkül ve muhabbet yolunda emsallerini aşmıştı. Ondan evvel kimseye "sufî" denilmemiştir. İlk tekke, Şam'da, Remle, denilen yerde onun için inşa edilmiştir.

Bu tekkenin yapılışının sebebi şöyle rivayet olunuyor:

Emirlerden birisi avda iken, Ebû Hâşim'in gönül ehlinden bir kişiyle buluşup birbirlerinin ellerinden tutarak, derin bir sevgiyle görüşüp söyleştiklerini ve hemen oracıkta ellerinde bulunan yemeği birlikte yiyip' vedalaştıklarını görür. Onların, böylesine samimi bir muamele ve ülfet içinde olmaları, Emirin hoşuna gider. Ebû Hâşim'e arkadaşının kim olduğunu sorar ve "bilmiyorum!" cevabını alır. "Nereli?" sorusuna da cevap aynıdır. Emir hayretler içinde, böyle ciddi olarak görüşüp sevişmelerinin sebebini sorunca: "Bu bizim meslek ve yolumuzdur, böylece emrolunmuşuz!" karşılığını alır. Bunun üzerine, Emir bir içtimâgâh'ın, yani kendilerinin buluşmalarına mahsus bir yerlerinin olup olmadığını sorar; buna da "Hayır!" cevabını alan Emir: "Öyleyse, size bir yer yaptırayım da orada toplanırsınız!" dedikten sonra, "Remle" denilen yerdeki "Hankâhı-tekkeyi" inşa ettirir.

İşte, gönül ve muhabbet ehline yapılan ilk tekke, bu bina olup ilk sûfı de bu zattır. O, bütün madde ve ruh ilimlerine vakıftı.

"Dağları iğne ile kazımak, kalplerden kibri kazımaktan daha kolaydır." ifadesi, onun büyük sözlerinden... "Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım." sözünü de dilinden hiç düşürmezdi.

Tasavvuf ilmi, İslami faziletlerin Şer'i ilimler kısmına aittir. Tasavvuf ehlinin yolu, ötedenberi Sahabî ve Tâbîlerden olan ümmetin büyüklerinin nezdinde hak ve hidayet yoluydu. Bu bakımdan hidayet ehli, diğer Şeriat ehlinden fazla olarak, bir başka ilimle de imtiyaz kazandılar. Bu yüzden Şeriat ilmi iki kısım oldu: Bir kısmı; fakihler ve fetva ehline mahsus ilim ki; ibadetler, âdetler ve muamelelerden olan umumi hükümlerdir. Diğer bir kısmı da, tasavvuf ehline mahsustur ve bu kısım ilim, nefs ile mücahede ve muhasebe esnasında, bu yolda, meydana gelen zevk ve vecd hallerinden, bir zevkten diğer bir zevke yükseliş keyfiyetinden ve bunlara dair aralarında dolaşan ıstılahların şerhi mevzuundaki kelâmdan ibarettir. Ne zaman, ilimler âlimlerin kafalarından, gönüllerinden satırlara aktarılarak fıkıh, usûl-i fıkıh, ilm-i kelâm, tefsir ve sair ilimler telif ve tertip olununca, bu yolun adamları da kendi yollarının edep ölçülerini kaleme alarak, eserler telif etmişlerdir.

Bazıları zühd ve takvaya; alacakları veya terkedecekleri şeyde Resul'e uymak yolunda nefs muhasebesine dair kitaplar yazmışlardır. Nitekim, Muhasibî, "Kitâb'ur-Rîâye" adlı eserinde bu usûlü gözetmiştir.

Bazıları da tarikat edepleriyle, tarikat ehlinin zevk, vecd ve hallerine dair kitaplar yazmışlardır.

Nitekim, İmam Kuşeyrî "Risale"sini ve Sühreverdi "Avârif-ul Maârif"ini bu usûl üzerine kaleme almıştır.

İmam Gazali, "İhyâ-ı Ulûm"unda iki kısmı bir araya toplamış; kitabında zühd ve takva ve Peygambere tâbilik hükümlerini, sonra da tarikatın usûl ve adabını beyân etmiş, aralarında dolaşan usûl ve ıstılahları da şerh edip açıklığa kavuşturmuştur.

İşte bu beyanlara bağlı olarak, tasavvufun başlangıcı, nübüvvet ve risaletin başlangıcıdır. Tasavvuf, semavi şeriat-lerin hakikatleriyle vasıflanmaktan doğmuştur. Şeriatlerden murad, semavi kitaplar ve İlâhî Emir ve Yasaklardır ki, tasavvuf, her zaman, itikat mevzuu hususları sabit olan şeriatlerin değişip yenilenmesiyle yenilenen amelî hususlarının da tatbikini ve kolaylıkla yerine gelmesini sağlayıcı bir vasıftan ve vesileden ibarettir.

Şu halde tasavvuf denilen sıfat, nübüvvet ve risaletle beraberdir.

Hakikatlar denizi olan ve pek çok incelikleri kuşatan tasavvufun, büyük bir meselesini teşkil eden "Vahdet-i Vücud", Buda ve diğer batıl mezhep adamlarının kendi akıl ve mezhepleri hükmünce bahsettikleri "Vahdet-i Vücud"tan meal itibariyle büsbütün başkadır. Çünkü, tasavvufun "Vahdet-i Vücud"u zevki bir hâdise; diğeri ise, aklî vakıadır. Bunların arasındaki farkı, ona, tam mânâsı ve bütün incelikleriyle vâkıf olanlar ve ancak o üstün makama yükselme imtiyazını kazananlar bilir. Akıl ve zahir adamları, bu zevk yönünden mahrum ve mahcup oldukları için, yürüttükleri akla göre, bu iki görüş arasında bir münasebet bulurlar.
www.kitaptakipcileri.cwww.kitaptakipcileri.comom
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Tasavvuf Bahçeleri Esseyyid Abdulhakim Arvasi - Necip Fazıl Kısakürek Tasavvuf Bahçeleri Esseyyid Abdulhakim Arvasi - Necip Fazıl Kısakürek, Tasavvuf Bahçeleri - Esseyyid Abdulhakim Arvasi - Necip Fazıl Kısakürek ve İslam Tasavvufu -, Kitabı- *688 Sayfa,büyük doğu dergisi, büyük doğu fikir ocakları, islami büyük doğu akıncılar cephesi, büyük doğu yayınları ankara, necip fazıl kısakürek büyük doğu marşı, büyük doğu hareketi, büyük doğu ocakları, büyük doğu star,necip fazıl kısakürek sözleri, necip fazıl kısakürek hayatı, necip fazıl kısakürek şiirleri, necip fazıl kısakürek kaldırımlar, cahit sıtkı tarancı, necip fazıl kısakürek çile, necip fazıl kısakürek anneme mektup, nazım hikmet,necip fazıl kısakürek şiirleri dinle, cahit sıtkı tarancı şiirleri, nazım hikmet şiirleri, orhan veli kanık şiirleri, mehmet akif ersoy şiirleri, yahya kemal beyatlı şiirleri, atilla ilhan şiirleri, necip fazıl kısakürek hayatı,, Büyük Doğu Yayınları, Necip Fazıl Kısakürek Tasavvuf Bahçeleri Kitabı
Tasavvuf Bahçeleri Esseyyid Abdulhakim Arvasi - Necip Fazıl Kısakürek

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.