Sohbetler - Mahmut Ustaosmanoğlu 6 cilt Takım - Karton Kapak

Sohbetler - Mahmut Ustaosmanoğlu 6 cilt Takım - Karton Kapak

Aynı gün kargo
Sohbetler Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi Hz. K.s - 6 Cild Takım 
Karton Kapak - 14x21 Cm Ebat - Toplam 2900 Sayfa

Yazar: Mahmut Ustaosmanoğlu - Hazret-ü Mevlana Eş-Şeyh Mahmud Efendi En- Nakşibendi
Katagori: Sohbet - Vaaz - Nasihat
Cilt Sayısı: 6
Sayfa Sayısı: 2900
Boyut: 14 x 21 cm 
Basım Yeri: İstanbul
Basım Tarihi:  2013
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe 
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
www.kitaptakipcileri.com
Bu kıymetli eser muhterem üstadımız 15. asrın müceddidi Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhu) Hazretlerinin pazar günü erkek cemaate, pazartesi günü de kadın cemaate, sabah namazından sonra Sultan Selim Camii Şerifi’nde yapmış olduğu vaaz-u nasihatleri cem etmektedir. www.kitaptakipcileri.com
    Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhu) , Efendi Babamız Ali Haydar Efendi (küddise sirruhu) Hazretlerinin âdeti üzere pazar sabahı Hatm-i Hacegan’da hafız efendinin okumuş olduğu âyeti kerimelerden ve Mustafa İsmet Garibullah (Büyük Şeyh Efendi) (Kuddise Sirruhu) Hazretlerinin, Risale-i Kutsiyye isimli veciz eserindeki beyitlerden sohbet yaparlardı.
     Bu sohbetler çok gayretli ve fedakâr kardeşlerimiz tarafından bir araya getirilmiş ve siz değerli kardeşlerimizin istifadelerine sunulmuştur...
 
Sohbetler Kitabından Bir Bölüm: 
Cilt:2 -  Sohbet:52- 
Ders Ayeti - Bakara 159 – 163 
  "Şüphesiz indirdiğimiz o çok açık ayetleri ve doğruyu (biz kitapta onu insanlara pek aşikar bildirdikten sonra) gizleyenler (yok mu!) işte onlara hem Allah lanet eder, hem de lanet ediciler (lanet edebilen her şey) lanet eder.”

   Bu ayeti Celileler Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Tevrat’ta yazılı olan bazı vasıflarını insanlara açıklamayan, onlardan gizleyen Yahudiler hakkında nazil olmuştur.

    Yahudi âlimleri Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in vasıflarını neden gizlediler? Herkes O’nun peşinden gider, kimse bize iltifat etmez, hediyeler vermez diye düşündüklerinden.
   Hâlbuki Mevla Teala, Yahudi ve Hıristiyanlardan, kitaplarında yazılı olan Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in vasıflarını insanlara öğreteceklerine dair misak (söz) almıştı. Nitekim Ali İmran suresinin 187. ayet-i celilesi buna delalet eder şöyle ki:
   "Ve (Habibim! Hatırla ki) bir zaman Allah (u Teala), kendilerine kitap verilenlerden ‘Yemin olsun ki, elbette onu (kitabın içinde olan hükümleri) mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz.” Diye kuvvetli söz almıştı.
   Onlar ise, onu (o sözü) sırtlarının arkasına attılar (onunla amel etmeyi terk ettiler) ve onun karşılığında, az bir menfaati satın aldılar. Satın aldıkları o şet ne kötüdür.”

   Allahu Teala’nın ahkâmını gizlemek başka türlü de olur. Önceleri ahiret ilimleriyle dünya ilimleri beraber okutuluyordu. Bazı şeytan fikirli adamlar dediler ki: "din ile dünya ilimlerini ayıralım. Din ilimlerini okuyanlar imam, müftü olsunlar, dünya ilimlerini okuyanlar da doktor, eczacı, mühendis, mimar vs.”
   Bir müddet sonra karşılarına fırsat çıkınca: "Ortaokullarda, liselerde okumadan ne müftü, ne de imam olabilirsiniz.” Dediler. Aileler tamamiyle çocuklarını ortaokullara ve liselere göndermeye mecbur bırakıldılar.

   Oralardan diploma alma derdine düşülünce, şeriat ilimlerinin öğrenilmesinden geri kalındı. Şimdi on yedi sen o okullarda okuyorlar. Onlara şeriat ilimlerini almaya mecbur olduklarını söylediklerimizde "yorulduk artık pilimiz bitti” diyorlar.

   İyi düşünün! Böyle yapmakla milletten şeriat gizlenmiş oldu mu, olmadı mı? Hâlbuki biz Müslümanların her birimizin öyle dini bilgiler alması lazımdır ki, ayet-i kerimeden ve hadis-i şeriften hüküm çıkarabilmeliyiz.

   İşte böyle olmamız gerekirken bu gün bizler, Molla Hüsrev (Rahimehullah) ın yazmış olduğu "Usul-i Fıkıh” adlı eseri okumaktan dahi aciziz. Değil bir ayet-i kerimeden ve hadisi şeriften hüküm çıkartmak, hazır yazılmış, bizlere bırakılmış bir kitabı okuyup anlayamıyoruz. Bu gizlemeye girdi mi, girmedi mi? Girdi.

   İlkokulu sekiz sene yaptılar, çocuklarımız oradan 15 yaşında mezun olacaklar. Kız çocuklarının da, erkek çocuklarının da bu yaşta İslami sorumluluğu başlamış olacak amma onların islamdan haberi olmayacak. Hem de onlara artık medrese tahsilinin gerektiği nasıl anlatılır?

   Nüfusu herse biraz daha artan Türkiye’mizde milyonlarca insana Kuran-ı Kerimi örtülü kalmış, gizli kalmış senelerce.

    Hasan-ı Basri (Rahimehullah) buyuruyor ki:
"Dört şey ile din elden gider:
1- Bildikleriyle amel etmezler
2- Bilmedikleriyle amel ederler
3- Bilmediklerini öğrenmezler
4- Öğrenenlere mani olurlar.

   Bir gün liseli bir kız ile konuştum, ona: "Liseye gitmemesi gerektiğini” anlatmıştım. O da: "Anne ve babam lisede okumamı istiyorlar.” demişti. Ben de: "Anne ve babasının doğru olmayan bir şeyi istediklerini, kendisinin onlara uymaması gerektiğini, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin böyle emrettiğini” söylemiştim. Liseli kızımız ne dese gerek: "Hoca efendi bir defa bu yola girdim, mecburen devam edeceğim.”
   Buna binaen bende şöyle dedim: "Yavrum! Sen bir yerden evine gitmek üzere yola çıksan, bir de baksan ki, senin evinin bulunduğu sokağa değil de yanlışlıkla bir başka sokağa girmişsin ne yaparsın? ‘Olsun yanlışlıkla da olsa ben bu sokağa girdim yoluma devam edeceğim’ der misin?

   Analar, balar o çok sevdikleri yavrularının cehennemde yanmasına sebep oluyorlar. "Der’ul emandır bu şehir lakin giren yüz binde bir.”

   Çocuklarımızı seviyorsak, yarın ahirette yanmalarına razı değilsek, bizimde cehenneme girmemize sebep olmalarını istemiyorsak, onlara islamı öğretelim Hakkı gizlemekten daha büyük bela yoktur. Bakınız dersimizin ayeti kerimesinde Mevla Teala onlar için ne buyurmuştu?

   "Lanet ediciler onlara lanet eder”
   Lanet edicilerden murad: İnsan, cin ve diğer varlıkların hepsidir. Hatta günahkârların günahları yağmurun kesilmesine sebep olduğundan, aç kalan vahşi hayvanlar, kuşlar ve yeryüzü haşaratının hepsi, mahrum kaldıkları nimetlerden dolayı, nimetlerin kesilmesine sebep olanlara lanet ederler.

   Hakkı gizleyenlere lanet edebilen her şey, bütün eşya, lanet ederken, hakkı gizlemeyip bilakis Kur’an ilmini okuyup, okutan kimseleri, bütün herkes hatta Mevla Teala ve melekleri dahi hayır ile anar.

   Nitekim bir hadisi şerifte: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır:
   "Muhakkak ki, Allah (u Teala), melekleri, yer gök ehli, hatta yuvasında karıncalar, suda balıklar, insanlara iyiliği öğretenlere dua ederler.”

   İlkokulların sekiz seneye çıkarılması din-i mübin-i İslamı gizlemeye girer mi, girmez mi? Girer. Sure-i Zariat’ın 56. ayet-i celilesinde şöyle buyrulmakta:
   "Ben, insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsin için yarattım.”

   Bu ayeti celilede yaratılış gayemizin diploma olduğu mu söyleniyor? Elbette ki hayır. Bir Müslüman tam manasıyla sarf, nahiv, tefsir, fıkıh ve benzeri ilimleri tahsil etse, bu adam Allahu Teala’nın indinde biiznillah icazet almıştır.

   Sizler Allahu Teala’nın mücaz (icazet almış) kullarısınız, böylelikle manevi mühendisler, manevi doktorlar, manevi bakanlardan oluyorsunuz. Resmi kadrolarda değilsiniz amma, ondan daha kıymetli olan manevi kadrolardasınız. Buyrulmuştur ki:
   "Eşrat-ı kıyamette okunmya ilim, Ola hem cehl-u şerru şur”

   Yukarıdaki beyitten anlaşıldığı üzere, Şer’i ilimlerin okunmaması, okumaya karşı rağbetin azalması gibi sebeplerle cahiliyetin yayılması kıyametin alametlerindendir. İşte bu fesat zamanında, herkesin terk ettiği şer’i ilimleri sizler aldınız, sahip çıktınız, onu diriltiyorsunuz.
   "Allah (u Teala) sizleri hayırlı bir mükafat ile mükafatlandırsın.” Amin.

   Yahudiler, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in vasıflarını gizlediler. Zamanımızdaki din düşmanları ise, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in getirmiş olduğu şeriatın hükümlerini gizliyorlar.

   Hacı Sami ramazanoğlu kardeşimiz demişti ki: "Evinde televizyon olan ihvanımızın ziyaretine gitmeyelim.”

   Şeriat ilmi, şeriat düzeni neden istenilmiyor, insanlardan gizleniyor? Şeriat gelirse zina edemeyecekler, içki içemeyecekler, faiz alamayacaklarda ondan.

   Özbekistan’a gittiğimizde mekteplerde okutulan kitapları gördük, okuduk. Resmen Allah’ı ve Resulü inkar ifadeli yazılar var.

   Rus ordusu Çeçenistan’da din savaşı yapıyor. Amerika, Avrupa da ona bu işinde destekçi. Gavur gavura aşikar yardım ediyor, biz niye duruyoruz, Müslüman kardeşlerimiz yardım etmiyoruz?

   Yardım etmez de Allah muhafaza Rusya, Çeçenistan’a yerleşirse, oradan Dağıstan’a, Azerbaycan’a oradan’da Türkiye’ye geçer. Rusya diyecek mi ki: "Türkiye! Siz bizim aleyhimize Çeçenistan’a yardım etmediniz, biz de size zarar vermeyiz.” Tabii ki hayır. Türkiye defalarca Rusya’nın saldırısına maruz kalmıştır. Ya Rabbi! Bizleri şimdiye kadar sen muhafaza ettin, şimdiden sonra da sen muhafaza et.

   Çeçenistan’da ölenler şehit, kalanlar gazi oldu, hepsi cennetlik. Can, mal telef olmadıkça şeriat gelmez. Sandalyelerde oturun, vapur dumanı gibi sigaraları tüttürün, bekleyin size bu haldeyken şeriat gelsin. Olmaz öyle şey.

   Mevla Teala, din hükümlerini saklayan kimselerin lanete müstehak olduklarını açıkladıktan sonra, tövbe edenlerin kurtulacaklarını beyan etmek üzere şöyle buyuruyor:

(Ders Ayeti)
  "Ancak (gizlemek, inanmamak ve sair tövbe edilmesi lazım gelen şeylerden) tövbe edip (kötü hallerini) düzeltenler ve (gizlediklerini) iyice açıklayanlar müstesna. Artık ben onların tövbelerini kabul ederim ve ben Tevvab (bana dönenlerin tövbelerini mübalağa ile kabul eden) im, Rahim (ziyade esirgeyen) im.

   Bu ayeti kerimede, tövbe edenlere rahmet ve mağfiret kapılarının açık bulunduğuna müjde vardır ve aynı zamanda şuna işaret edilmiştir: Allah’ın ayetlerini gizlemekten tövbe edenler, bütün günahlarından tövbe etmedikçe, sadece gizlemekten vazgeçerek kendilerini lanetten kurtaramazlar.

   Bundan başka, Allahu Teala’nın ve kullarının haklarına taalluk eden her hususta yaptıkları ifsadı düzeltmelidirler. Saptırmış oldukları kimseleri, İslama irşad ederek onları islah etmelidirler ve Allahın kelamından değiştirdiklerini silip, yerine doğrusunu yazmalıdırlar.

   Bir de, Allahu Teala’nın inzal buyurduğu ayeti kerimeleri insanlara tam manasıyla açıklamalıdırlar. Onlara uyulması için tövbelerini de açıklamalıdırlar.
   Zira kendisine uyulan bir kişinin tövbesini açıklaması ona uyanlarında günahtan kurtulmaları için şarttır. İşte bu son iki şartın yerine getirilmesiyle tövbe tamamlanmış olur. Alimler hallerini düzelterek bu müjdeye nail olmak için koşmalıdırlar.

   Demek ki, Mevla Teala, günahından pişman olup tövbe edenleri, kendisinin emrine yönelenleri kabul ediyor. Ama ölünceye kadar tövbe edilmez ve böyle tövbe etmeden evvel ölünürse, hal fenadır.

   Nitekim Mevla Teala bu hususta şöyle buyuruyor:

(Ders Ayeti)
   "Şüphesiz kafir olup da, kafir olarak ölenler (yok mu?) işte onlar (var ya) Allah (u Tealan) ın, meleklerinin ve insanların laneti onların üzerinedir.

   Bu ayeti celileden anlıyoruz ki, bütün Müslümanların kafirleri lanetlemesi gerekir. Binaenaleyh kafir olarak öldükten sonra da bu lanetin devam etmesi gerekir. Hatta kafir olarak aklını kaybeden kimselere bile lanet etmek gerekmektedir. Tefsir-i kebirde böyle zikredilmektedir.

   Hazin tefsirinin beyanına göre ise, bu ayet-i kerime, şeytandan başka muayyen bir şahsa ölmeden önce lanet etmenin caiz olmadığına delalet eder. Zira itibar son nefesedir. Belli bir kişinin de küfür üzere öleceği bilinmediğinden, vefat etmedikçe lanete müstehak olduğu söylenemez.

(Ders Ayeti)
   "Onun (o lanetin veya cehennemin) içinde ebedi kalıcı oldukları halde, (onlar üzerine lanet vardır) onlardan (ilelebed) azap hafifletilmez ve kendilerinin yüzlerine de asla bakılmaz.

   Mevla Teala bu ayeti kerimesinde kafirlere yapılacak azabın şiddetini üç şekilde beyan etmiştir:
1-Ebedi olmak
2- Asla tahfif olunmamak (hafifletilmemek)
3- Tehir ve tecil (geciktirme) kabul edilmemek
Bu azapları tükenmez devamlı tazelenir, durur demektir.
(Ders Ayeti)
   "(Ey insanlar!) Hepinizin (ibadet ve ubudiyetine layık ve müstahik) ilahı (hakiki mabudu, zatında ve sıfatlarında asla benzeri olmayan) tek bir ilahtır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O hem Rahmandır, hem Rahimdir.
Kureyş müşrikleri Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e gelerek: "Ya Muhammed! Rabbini bize vasfet, nesebini (anasını babasını) söyle dediler. Müşriklerin bu istekleri üzerine Allahu Teala Sure-i İhlas ile dersimizin bu ayeti celilesini inzal buyurdu.
Mevla Teala rahman ve Rahimdir. Yani kulunu nihayet derecede acıyıcı ve ona hakiki nimet vericidir. Böyle iken müşrikler Mevla Teala’yı bırakıp elleriyle yapmış oldukları Rab ittihaz ettiler.
Mevla Teala’nın bu ayet-i celileden muradı şudur: Ben sizlere acıyor, hakiki nimet veriyorum, beni bırakıp da kimleri rab ittihaz ediyorsunuz? Sizin rab ittihaz ettiğiniz putlarınız hanginize acıyorlar, hanginize rızık veriyorlar? Hangi yeşil otu bitiriyorlar? Sizlerin yemiş olduğunuz meyveleri, sebzeleri; içmiş olduğunuz suları, teneffüs etmiş olduğunuz havayı yaratan onlar mı? Hayır…
   Peki, ya nasıl onları ilah ediniyorsunuz? İlah olanın, herkesin bütü ihtiyaçlarını gidermek gerekir, putların ise kendilerinden haberi yok, nerede kaldı sizin ihtiyaçlarınızı giderecekler!…

Kitabın Yazarı Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi Hz. Ks. Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi...
Mahmud Efendi Hazretleri 1929′da Trabzon vilâyetinin Of kazasının Miço (Tavşanlı) köyünde doğdu. Babası Mustafa oğlu Ali Efendi, annesi Tufan kızı Fâtıma Hanımefendi verâ ve takva ile maruf muhterem kimseler idiler.

Mahmud Efendi Hazretleri 1929′da Trabzon vilâyetinin Of kazasının Miço (Tavşanlı) köyünde doğdu. Babası Mustafa oğlu Ali Efendi, annesi Tufan kızı Fâtıma Hanımefendi verâ ve takva ile maruf muhterem kimseler idiler. Ali Efendi köyün camisinde imamlık yapar, aynı zamanda kendi tarlasında da ziraatla meşgul olurdu. Tarlası câmiye uzak olmasına rağmen vazifesini hiç aksatmaz, mutlaka câmiye gelir, ezan okur ve namazı kıldırırdı.

Bazen köylüler ziraatla meşgul olduklarından câmiye gelemezler, Ali Efendi namazı tek başına kılmak zorunda kalacağını bildiği halde işini bırakır, yine de namazını câmide kılardı.
www.kitaptakipcileri.com
Ali Efendi ibadetine düşkün, çokça Kur’ân okuyan kanaat ehli bir kimse idi. 1954 senesinde zorluklarla biriktirdiği parasıyla hacca gitti ve Mekke-i Mükerreme’de rahatsızlanarak vefat edip Cennetü’l-Me?lâ’da, daha önce orada vefat etmiş bulunan babası Mustafa Efendi’nin yakınına defnedildi.

Annesi Fâtıma Hanım kul haklarına çok dikkat ederdi. İneklerini meraya götürürken kimsenin bahçesinden otlamasın diye ağızlarını bağlardı. Kazara bir ineği başkasının bahçesinden otlayacak olsa hemen sahibinden helallik ister ve o inekten sağdığı sütün tamamını bahçe sahibine verirdi.

İLME BAŞLAMASI, HOCALARI VE İCAZETİ

Mahmud Efendi Hazretleri altı yaşındayken hafızlığını babası ve annesinde yaptı. Ailesinin ve yetiştiği çevrenin dindarlığının da etkisiyle küçük yaşına rağmen namazları câmide kılıyor, nafile ibadetlere de ihtimam gösteriyordu.

Hafızlığını bitirdikten sonra Ramazan ayında Kayseri’ye gidip o bölgenin muteber ulemâsından olan Tesbihcizade Ahmed Efendi’den sarf, nahiv ve Farsça okudu. Kayseri’de bir sene kaldıktan sonra memleketi Of’a dönerek zamanın en meşhur kıraat âlimi Mehmed Rüşdü Aşıkkutlu Hoca Efendi’den Kur’ân-ı Kerîm kıraat etti.

Belağat, ilm-i kelam, tefsir, hadis, fıkıh ve usûl-ü fıkh gibi sâir ulûm-i şer?iyyeyi ise aklî ve naklî ilimlerde mütehassıs ulemâdan ve Süleymaniye Medresesi dersiâmlarından olan eniştesi Çalekli Hacı Dursun Fevzi Efendi’den ikmal ederek henüz on altı yaşında iken icazet aldı.

Kendisi okurken okutmaya başladığı talebelerini yedi sene kadar okuttuktan sonra askere gitmeden icazet verdi (ki o tarihlerde bu, başarılması çok zor bir işti).

ŞEYHİ ALİ HAYDAR EFENDİ’YLE TANIŞMASI

Askerde bulunduğu sırada ise hayatının seyrini değiştirecek olan en büyük üstadı ve şeyhi Ali Haydar Efendi’yle tanıştı. Ali Haydar Efendi Hazretleri Osmanlı sultanlarından son dört padişahın huzur hocalarından olup, Meşîhat-ı İslâmiyye’de Hey’et-i Te’lîfiyye Reisi idi.

Müteassıb bir Hanefî olan Ali Haydar Efendi "Mezâhib-i erbe?anın fıkıh kitapları kaybolsa hepsini ezberden yazdırabilirim” diyecek derecede dört mezhebin fıkhına da vâkıf biriydi ve aynı zamanda dört mezheb müftüsüydü. Mecelle’nin "Büyu? ve icâre” bölümünün hazırlanması Kendisine tevdî edilmiş, Seçtiği sekiz kişilik ilmî bir heyetle bu kısmı itmam etmişti. Daha sonra İstanbul müftülüğü ve diyanet işleri reisliği yapmış olan Ömer Nasûhi Bilmen gibi muktedir bir fakîh bu heyette Kendisinin dördüncü kâtibiydi.

Ali Haydar Efendi son devir Osmanlı ulemâsının en büyüklerinden sayılan merhum Zâhidü’l-Kevserî’ye bir fetvasından dolayı Meşîhat’ta çıkışmış, sonra Kahire’ye gidecek olan talebesi Emin Saraç Hoca Efendi ile: "O şimdi muhâcir oldu, ben bir defa kendisine çıkışmış idim, hakkını bana helal etsin” diye kendisine haber gönderdiğinde Zâhidü’l-Kevserî: "O bizim üstadımızdır, her zaman bize çıkışma hakkına sahiptir” diye kendisinden övgüyle bahsetmişti.
www.kitaptakipcileri.com
İşte Mahmud Efendi murad (Allâh-u Te?âlâ tarafından seçilmiş) kullardan olduğu için böyle büyük bir âlim ve şeyh olan Ali Haydar Efendi Kendisinin ayağına gönderildi, şöyle ki: Ali Haydar Efendi’nin kırk sene evvel vefat etmiş olup Bandırma’da medfun bulunan şeyhi Ali Rıza Bezzaz Hazretleri bir gece İstanbul’daki tekkede bulunan Ali Haydar Efendi Hazretleri’ne mânevî yolla zuhur edip, o günlerde orada askerde bulunan Mahmud Efendi’yi takdim ederek: "Bandırma’ya hemen gel ve buradaki emaneti al” diye emir buyurmuş.

Bunun üzerine Ali Haydar Efendi derhal Bandırma’ya gidip Tekke Câmii’ne varmış ve yanında bulunan müridlerine: "Burada bir asker var, onu bulun ve bana getirin” buyurmuş. Bu emir üzerine Bandırma’da bir asker aramaya başlamışlar. Fakat bu askerin adı, soyadı ve adresi olmadığı için işleri hiç de kolay olmamış.

Bundan sonrasını Mahmud Efendi Hazretleri şöyle anlatır: "Küçük yaşlarımdan beri âlimlere ve şeyhlere karşı muhabbetim vardı. Nerede bir âlim, bir Allâh dostu olduğunu öğrensem onu ziyaret ederdim. Bandırma’da acemi birliğinde askerlik yapıyorken orada da ziyaret edip, duasını alabileceğim âlim bir zat, bir şeyh efendi var mı diye merak ediyordum. Orada Halil Efendi isminde takva sahibi bir zat vardı. Bir keresinde ona: ‘Buralarda şeyh yok mu?’ diye sordum. O da bana Ali Rıza Bezzaz Efendi Hazretleri’nin kabrini göstererek: ‘Bu zatın halîfesi var, lakin O da İstanbul’da’ dedi.

Bunun üzerine ben o zatın kabrini ziyaret ettim. O’nun halîfesini de ziyaret edip duasını almayı arzu ettiğim için, ‘Bir fırsatını bulup İstanbul’a nasıl gidebilirim?’ diye düşünmeye başladım, işte o anda kalbim O zata doğru aktı. Artık daima O’nu düşünür oldum.

Bir gün Bandırma’da deniz kenarındaki Haydar Çavuş Câmii’nde cuma namazını eda ettim. Namazdan sonra câminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, gayet heybetli ve nûranî bir zat gördüm. Bana padişah gibi heybetli geldi. O zatın kim olduğunu sorduğumda bana: ‘İşte O zat Senin görmek istediğin Ali Haydar Efendi Hazretleri’dir’ dediler.

Çok sevindim ve O’nunla görüşmek istedim. Fakat yakınları temkinli davranıp bana: ‘Zaman çok kötü, bu zat takipte. Gece gelirsen görüşürsün’ dediler. Gece gittiğimde rahatsız olduğu için erken yatmıştı. Kendisiyle ancak ertesi gün görüşmek nasip oldu, huzuruna girdiğimde beni görür görmez: ‘İşte kitaplarımı teslim edeceğim kişi budur’ dedi. Böylece görüşüp tanıştık, Beni Kendisine mânen Şeyhi’nin teslim ettiğini bildirdi ve Kendisinden ayrılmamamı tenbih etti, bir daha da O’nu hiç bırakmadım.”

İLME VERDİĞİ ÖNEM VE DÎNÎ İLİMLERİ NEŞRİ

Şeyhi Ali Haydar Efendi’nin vefatıyla Mahmud Efendi Hazretleri’nin hayatında yeni bir merhale başlamış oldu. Bir taraftan imamlık yaparak cemaatle, bir taraftan talebe okutmakla, diğer bir taraftan da Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin vasiyeti vechile tarikat ehli ihvanı irşâd ile meşgul oluyordu.

İmamlık yaptığı İsmailağa Câmii’ni hem tekke hem medrese hem de emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker merkezi olarak kullanıyordu. Osmanlı medreselerinde takib edilen usul üzere daha askere gitmeden önce memleketinde birçok talebe okutmuş ve birçok kimselere icazet vermiş olan Mahmud Efendi Hazretleri’nden İstanbul’da da birçok imam, vâiz ve müftü ders aldı.

Kendisi daima insanları ilme, amele ve ihlasa teşvik etti. O zamanlarda ilim okumak ve okutmak hele ki sünnet-i seniyyeden taviz vermeden bu işi yapmak hiç de kolay değildi.

Köylerde cenazeleri kaldıracak, ramazanlarda teravih kıldıracak ve mukabele okuyacak kişileri bulmak bile zor hale gelmişti. Avam halk Kur’ân-ı Kerîm’i okuyamaz, namaz kılmayı bilemez, dînî vecîbelerden bîhaber ve dahî îman şartlarını sayamaz ve kelime-i şehâdeti bile telaffuz edemez hale gelmişti.

On sekiz sene ezân-ı Muhammedî Türkçe okutulmuş, Arapça okuyanlar takibe uğrayıp cezalandırılmıştı. Din adamları ve mütedeyyin insanlar basın-yayın organları kullanılarak kötülenmiş, iftiralar atılarak halkın nazarından düşürülmeye çalışılmıştı ve bu işte oldukça mesafe de kat edilmişti.

Sakallılar, sarıklılar papaz diye yaftalanmış, çarşaflılar öcü gösterilmiş ve hatta fahişe ithamlarına hedef kılınmışlardı. Bu maksatla nice filimler, tiyatrolar ve piyesler düzenlenmişti. Bu iş meydanlarda çarşaf çıkarma merasimleri icra etmeye kadar varmıştı. İlkokuldan itibaren çocuklar bu telkinlerle büyütülmeye başlanmıştı. İnsanlar körü körüne Avrupa’yı taklit etmeye teşvik edilmiş ve bu hususta bütün ölçüler ayakaltına alınarak her türlü rezalet açıktan işlenir hale gelmişti.
www.kitaptakipcileri.com
Dînî ilimleri içeren kitaplar bir yana Kur’ân-ı Kerîm okumak bile yasaklanmıştı. Bu şartlar altında dînini öğrenmek isteyenler dağlarda, mağaralarda, ahırlarda ve mezarlıklarda köşe bucak kaçarak, dışarılara nöbetçiler bırakarak ders okumaya çalışıyorlardı.

Kur’ân-ı Kerîm’i Arapçasından okuyabilmenin bile ulaşılması çok zor bir iş olduğu bu ağır şartlar içerisinde Mahmud Efendi Hazretleri’nin kırk-elli senelik kısa bir zaman zarfında erkekli kadınlı binlerce hoca, on binlerce talebe yetiştirmesinin ve milyonlarla ifade edilen sakallı erkeklerin ve çarşaflı kadınların yetişmesine sebep olmasının her türlü takdirin fevkınde bir hizmet olduğu âşikardır.

On beş-on altı yaşlarındaki gençlerin sakallarına jilet vurmaması, sarık, şalvar, cübbe giymeleri, hafızlık yapmaları ve Kur’ân ilimlerini tahsil etmeleri, genç kızların çarşaf giymeleri ve küçük yaşlarda Kur’ân’ın manasını anlayacak seviyeye ulaşmaları hiç şüphesiz büyük bir gayretin ve yüce bir mânevî tasarrufun eseridir.

Mahmud Efendi Hazretleri hemen hemen bütün illeri, kasabaları ve binlerce köyü gezerek emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker yaparken daima insanları ilim öğrenmeye çağırıp durdu. Kendisine "Bir emriniz, bir arzunuz var mı?” diye soranlara "Her mahalleye bir kız bir erkek medresesi yapın” diye cevap verirdi.

Kendisinin ilme teşvik babındaki bazı sözleri şöyledir:

"Ey talebeler! Sizler, kurumuş toprakların yağmur yüklü bulutları, direksiz kubbenin direklerisiniz.”

"Ömrümden üç nefesim kalsa size okuyun, okuyun, okuyun derim.”

"Sizin yerinizde olsam bu sabah kahvaltı yapmadan ilme başlardım.”

İLİM NEŞRİNDE TÂKİP ETTİĞİ USÛL

Mahmud Efendi Hazretleri’nin yaşadığı zamana ve Türkiye şartlarındaki insanların ahvâline göre ilmi artırmada kullandığı tedrîcî üslub hayret vericidir.

Hatta bâzı ilim ehli kimseler bu husustaki inceliğe muttalî olamadıklarından kendisini tenkid bile etmişlerdir. Çünkü insanlara "Emsile, Bina, Avâmil okuyun yeter” diyerek ilme teşvik ediyordu.

Kur’ân-ı Kerîm okumayı dahi bilmeyen, geçim derdine düşmüş bir millete "On beş-yirmi sene ilim okumalısınız” demiş olsaydı acaba bu ilmi kim kabul ederdi.

Bir zaman sonra ilmî seviyeyi yükseltip zikrolunan kitaplara İzhar ve İzzî gibi diğer kitapları eklemiş ve "İzhar okuyan hocadır” buyurarak insanları heveslendirmişti.

Daha sonra bu kitaplara Kâfiye, Molla Câmî, Nûru’l-îzah, Mülteka, Telhis, Şerhu’l-Emalî, Şerhu’l-akaid gibi daha yüksek kitapları ekledi.

İlmin temelini bu şekilde atarak birçok talebeler yetiştiren Mahmud Efendi Hazretleri bunlarla da yetinmeyip "Mülteka ezberlenmeli”, "Hidâye okunmalı”, "Mülteka’nın şerhi Mecme?u’l-enhur’u anlayarak okuyup bitirmeyene hoca demem” gibi sözlerle ilmî seviyeyi daha da yükseltti.

Artık "Uzun uzun tefsirler, uzun uzun hadisler, fıkıhlar okuyun” diyor ve hoca olduktan sonra yedi sene fıkıh ihtisası yapılması gerektiğini söyleyerek içindeki niyetini dile getiriyordu.

Bu arada kadınların cahil kalmalarına gönlü razı olmadığından bu konuda da yeni bir çalışma yapıyordu. Kadınlara İslamiyet’i en kolay yine kadınlar anlatabileceği için onlardan da hocalar yetiştirmek gerekiyordu. Erkeklerin, kendilerine mahrem olmayan kadınları hele ki böylesine bozuk bir zamanda okutmaya kalkmaları birçok mahzuru beraberinde getireceğinden bu işe şöyle bir çare buldu; Kendisi önce erkekleri okuttu, sonra erkek hocalara hanımlarını ve kızlarını okutmalarını emretti. Kocalarından veya babalarından okuyan hanımlar da diğer hanımları okuttular.

Kadınların nurlarını söndüren unsurlar erkeklerinkinden daha az olduğu için kısa zamanda kadın medreseleri çoğaldı ve yayıldı.

Öyle ki okuyan kadınların sayısı erkekleri geçti. Nice kızlar hâfızlık yaptı ve niceleri hoca olup sâir kadınların hidayetlerine vesîle oldular.
www.kitaptakipcileri.com
Mahmud Efendi Hazretleri ilme teşvik babında vaazlarında defalarca şu sözleri tekrarlamıştır: "Boğaz köprüsünü alelâde marangozlar, demirciler yapabilir mi? Büyük mühendisler, büyük mimarlar lazım. İşte bu din köprüsünü de küçük hocalar yapamaz, büyük âlimler lazım.”

ULEMÂYA HURMET VE NUSRETİ

Ulemâya, talebelere çok hürmet eder, hallerine ihtimam gösterir ve onların müşkilleriyle bizzat ilgilenirdi. İlmiyle âmil olmayan âlimlere olsun, mücerred hâfızlara olsun son derece tâzim eder, huzuruna girdiklerinde ayağa kalkar, uğurlarken kapıya kadar refâkat eder, hatta arabada dahi ön koltukta oturan hâfız ise ayaklarını ona doğru uzatmaz, derli toplu otururdu.

Okuyanlara ve okutanlara maddî ve mânevî yardım etmekte elinden gelen her türlü imkânı kullanırdı.

1962 yılında ders halkasına katılan Konyalı bir talebesi şöyle anlatmaktadır: "Fatih’te müezzindim. Sabah namazından sonra İsmailağa’ya gider, öğleye kadar Hoca Efendi’den ders okurdum. Öğleden sonra da müzâkere ve mutâla?a ile ilgilenirdim. Beş tane çocuğum vardı. Evin kirasını ödemekte de zorlanıyordum. Ek işte çalışmaya karar verdim. Bunun için ders okumayı bırakmam gerekiyordu. Bir gün dersten sonra Hoca Efendi’ye durumu arz ettim. Çok müteessir oldu. Bana beklememi söyleyip, kendisi kalkıp evine gitti, hanımının bileziklerinden üç tane alıp geldi. ‘Al, bunlar sana hediyemizdir. Bozdur kiranı öde, lâkin dersten geri kalma’ dedi.”

İLİM VE TARÎKATI BİRLEŞTİRMESİ

Mahmud Efendi Hazretleri, şeyhi Ali Haydar Efendi Hazretleri gibi ilim ve tasavvufu cem eden zülcenâhayn bir zat idi.

Mahmud Efendi tarîkat üzerinde titizlikle durmakla birlikte şer?-i şerîften zerre kadar taviz verilmesine de asla müsaade etmemiştir. O her zaman rüyalara, zuhuratlara, keşiflere, kerametlere ve sâir hârikulâde hallere fazla itibar edilmemesi gerektiğini, asıl maksadın şerîat caddesinde istikamet etmek olduğunu dile getirmiştir.

Aşağıda zikredeceğimiz sözleri bu mevzûda ne kadar hassas davrandığını gözler önüne sermektedir:

"Mürşid olarak bilinen bir şahısta şerîatı tatbik var ise, o şahısta tarîkat da vardır. Şerîat yok ise tarîkat da yoktur, o şahıs mürşid olamaz.”

"Kendinizi rüya veya zuhuratta çok güzel hallerde görebilirsiniz. Şerîata aykırı hal ve hareketleriniz olduğu halde böyle rüyalar görüyorsanız, biliniz ki bu rüyalar sizin için istidractır. İstidrac; Allâh-u Te?âlâ’nın âsi bir kulunu derece-derece helâka çekmesi demektir. Bu kadar çalışmalarımız niçin? Şerîatı iyi becerelim diye. Dön dolaş hep şerîat.”

"İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhu) Hazretleri 2. cildin 50. mektubunda şöyle buyuruyor; ‘Şerîatın hakîkatine kavuşmak için şerîatın sûretine uymak şarttır. Çünkü velâyetin (velîliğin) ve nübüvvetin (nebîliğin) bütün kemalleri, şerîatın sûreti üzerine kurulmuştur.”

ŞERÎAT VE SÜNNETE İTTİBÂSI

Mahmud Efendi Hazretleri insanları sadece sözüyle değil, hâliyle de ilme ve ibadete teşvik etmiş, başladığı hiçbir ibadeti bırakmamış ve istikametiyle görenleri gayrete getirmiştir.

Farz namazların evvel ve âhirindeki sünnet namazların hâricinde teheccüd, işrak, kuşluk, evvâbîn, tahiyyetü’l-mescid ve abdest şükür namazı gibi nevâfili hiç terk etmemiş hatta bir defasında "Kuşluk namazını terk edeceğine Mahmud ölsün daha iyi” buyurmuştur.

Pazartesi-perşembe orucunu, ramazanın son on günü îtikâfı terk ettiği görülmemiştir. Hadîs-i şeriflerde zikrolunan nâfile namaz, oruç ve zikir gibi ibadetlere devam etmiş, Müslümanları da teşvik etmiştir.

Üstad Hazretleri’nin unutulmuş sünnetleri diriltmesi, sünnetlerden mâadâ edeplere bile farz gibi riayet etmesi Müslümanlar tarafından sevilip takdir edilmesine vesile olmuştur. Türkiye’de "Takva” denilince, "Sünnet-i seniyyeye ittibâ” denilince akla gelen ilk isim olması bu dikkatinin netîcesidir.

Bir ara cemaatinin "Mahmudçular” ismiyle zikredildiğini duyduğunda çok üzülmüş ve cuma hutbesinde şunları söylemiştir: "Mahmudçular diyorlar. Allâh aşkına! Ben yeni bir din mi îcad ettim?! Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in günlük hayatta tatbik edilen dört bin küsur sünneti vardır, dördünü terk ettiğimi gören arkamda namaz kılmasın.”
www.kitaptakipcileri.com
ZİKİR VE TEBLİĞE VERDİĞİ ÖNEM

Mahmud Efendi Hazretleri şer-?i şerîfi bütün olarak gördüğü için sadece ilimle meşgul olup ibadette, zikrullâhın medresesi mesâbesinde olan tarîkat vazîfelerinde, dîni tebliğ etmekte ve emr-i bi’l-mâ?ruf nehy-i ani’l-münker yapmakta gevşeklik gösterilmesini asla tasvip etmezdi.

Bu mevzû ile alâkalı sarf ettiği şu sözleri zikretmek O’nun yolunun bir nebze olsun anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

"Yatmadan evvel biraz ders (tarîkat virdi) ile meşgul olalım. Teheccüd namazından sonra devam edelim. İşrak vakti bitirelim. Ondan sonraki bütün vakitlerimizi ilme harcayacağız.”

"Zikrullah, Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e en büyük ittibâdır. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zikirsiz durmazdı. ‘Rasulullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bana zikri emretti ben de zikrediyorum’ demeli ve sabah akşam durmadan Allâh-u Te?âlâ’yı zikretmeli.”

Emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker yapılması gerektiğini beyan ederken şöyle derdi:

"İstanbul’un bütün evleri medrese olsa emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker olmasa bir değer ifade etmez.”

"Allah aşkına acıyın bu insanlara. Sel gibi cehenneme akıyorlar.”

Üstadı Ali Haydar Efendi’den şu sözü çokça naklederdi:

"Dîn-i Mübîn-i İslam’ın devam ve bekası emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münkerin devam ve bekasına, Dîn-i Mübîn-i İslam’ın inkırâzı (yıkılması) ise emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münkerin terkine bağlıdır.”



ÂLİMLERİN KENDİSİ HAKKINDAKİ SÖZLERİ

Mahmud Efendi Hazretleri’nin şeyhi , son dört padişahın huzur hocası, dört mezhebin müftüsü ve Meşîhat-ı İslamiyye’de heyet-i te’lîfiyye reisi olan Ali Haydar Efendi Hazretleri Kendi yerine bıraktığı Mahmud Efendi Hazretleri hakkında: "(İlahî koruma sayesinde) Henüz Mahmud’umun sol tarafına bir seyyie(günah) yazılmamıştır. Mahmud’umun eli Benim elimdir.

Bende ne varsa Mahmud’uma verdim. O’nu sevmeyen âhirette Beni göremez.” buyururlardı.

Ali Haydar Efendi’den ve Zâhid el-Kevserî’den mücaz olan büyük âlim Emin Saraç Hocaefendi, Mahmud Efendi Hazretleri’ni sıkça ziyaret eder ve çeşitli vesilelerle: "Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin murâdını Mahmud Efendi hayata geçirmiştir, çünkü Ali Haydar Efendi’nin tek arzusu ilmin yayılması ve (sakal, cübbe-şalvar ve çarşaf gibi) islam şiârının canlanmasıydı” derdi.

Mahmud Efendi Hazretleri’nin zâhirî ilimdeki üstadı Hacı Dursun Fevzi Efendi: ” Mahmud Efendi Hazretleri’nin arkasında namaz kılan, İmam-ı Âzam Efendimizin ardında kılmış gibidir” derdi .

Kendisi evvelki meşayıhtan icazetli bir şeyh olduğu halde ilk önce Ali Haydar Efendi Hazretleri’ne intisab edip O’nun halifesi olmuş, daha sonra Mahmud Efendi Hazretleri’ne intisab ederek O’nun yüce makamını itiraf etmiştir.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin yedinci torunu ve Medîne-i Münevvere’deki Mazharî Ribâtı’nın son şeyhi olan Muhammed Mazhar el-Fârûkî Hazretleri, Mahmud Efendi Hazretleri’ni İstanbul’da ziyaret etmiş ve:

"Ben âlemleri gezdim, bu asırda Mahmud Efendi gibi şerîat ve tarîkatı birlikte yaşayan bir zat görmedim” demiştir.

İslam âleminin en büyük âlimlerinden ve Ehl-i Sünnet’in en büyük müdâfîlerinden olan Büyük Kutub Allâme Seyyid Muhammed Alevî el-Mâlikî (Rahimehullâh) Mahmud Efendi Hazretleri’ni İstanbul’daki dergâhında birkaç defa ziyaret etmiş, vefatından önce on gün kadar Kendisinin misafiri olmuş ve:

"Dünyada birçok cemaatler gördüm. Kimisi ilme önem verip tasavvufu zâyi etmiş, kimi de tasavvufa ihtimam gösterip ilmi zâyi etmişlerdir, ama Mahmud Efendi ve cemaati ilimle ameli, şerîatla tarîkatı birlikte yaşayıp-yaşatan müstesna cemaatlerdendir.

Bu kadar kalabalık müridi olup da kendisini öne çıkarmayan ve son derece tevâzû sahibi olan bir zat mutlaka evliyâullâhın kutuplarından biri olması gerekir, zira bu makam normal bir velîde tahakkuk etmez” demiştir.
www.kitaptakipcileri.com
2009 senesinin yaz aylarında vâki olan Şâm-ı Şerîf ziyaretinde akdedilen ulemâ ve meşâyih meclisinde Allâme Muhammed Sa?îd Ramazan el-Bûtî bu mevzûya işaret edip Mahmud Efendi’ye "Türkiye’deki sırrı siz muhafaza ettiniz” demişti.

Yine 2009 yılının Aralık ayında Mahmud Efendi’yi ziyarete gelen Büyük Muhaddis Allâme Muhammed Avvâme, bir sohbet esnasında etrafında toplanan on bin kadar talebeyi gördüğünde Hazreti Ali Efendimiz’in (Kerremellahu Vechehû) Kûfe’ye gelişinde İbni Mes?ûd (Radıyallâhu Anh)’ın talebelerinin O’nu karşılamaya çıkışlarını zikrederek Hazreti Ali (Kerremellahu Vechehû)nun İbni Mes?ûd (Radıyallâhu Anh) hakkındaki;

"Allâh İbni Mes’ûd’a rahmet etsin. Gerçekten bu beldeleri ilim doldurmuş” sözünü nakledip akabinde;

"Allâh Mahmud Efendi’ye merhamet etsin. Gerçekten bu beldeleri ilim doldurmuş” demişti.

Mahmud Efendi Hazretleri’nin ilim, amel ve ihlastaki yüksek mertebesine daha birçok âlim değinmiştir ki, Büyük Muhaddis merhum Abdulfettâh Ebû Ğudde kendisini mescidinde ziyaret edip hürmetlerini arz etmiştir.

Medîne-i Münevvere’nin kutuplarından olup dünyadaki bütün velilerin meclisinde toplandığı Muhammed Zekeriya el-BuhârîHazretleri rüyasında Rasûlüllâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i görmüş, Kâinatın Efendisi’nin hemen ardında da Mahmud Efendi Hazretleri’ni, ayağını Rasûlüllâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in mübarek ayağını kaldırdığı yere koyarken görmüş, bunun üzerine Mahmud Efendi Hazretleri’ne: "Ben Buhara’da Seyr-u Sulûkümü tamamlayamadım, siz bana tamamlattırır mısınız? diye ricada bulunmuş. Efendi Hazretleri de: "Siz manen tamamlamışsınız” diyerek tevazu göstermiştir.

Şâm-ı Şerîf’in fukahâsından Abdurrezzak Halebî Hazretleri Mahmud Efendi Hazretleri’nin en büyük âşıklarından olup talebelerine daima onu tanıtmaya çalışmıştır.

Son devrin Hanefi fukahâsının en büyüklerinden olan Merhum Edîb Kellâs Hazretleri yüz yaşına yaklaşmış iken ellerde taşınarak Şâm-ı Şerîf ziyaretlerinde Efendi Hazretleri’ni ziyarete gelmiş ve onun hakkında: "Kalbimin sevgilisi”diye ihtiramda bulunmuştur.

Türkiye meşâyıhının ulularından, Kelâmî Dergâhı Postnişîni Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin âhiretliği olan Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri, Mahmud Efendi Hazretleri’ni mescidinde ziyaret ederek O’nun yüce makamını tasdik etmiştir.

Gümüşhânevî kolunun önde gelen meşâyıhından Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, Mahmud Efendi Hazretleri’ni sürekli ziyarete gelmiş ve cenazesinin yıkanmasını ve namazının kıldırılmasını kendisine vasiyet etmiştir.

Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin âhiretliği olan Alvarlı Muhammed Lutfî Efe Hazretleri’nin âhiretliği olan, Rasûlüllâh (Sallallâhü Aleyhi veSellem)’in kabr-i şerifinin kapısı herkesin önünde kendisine açılan ve vefatından altı ay sonra kabrinden çıkartıldığında kefeninde hiçbir leke bulunmaksızın etrafa misk kokuları saçan Hacı Salih Efendi Hazretleri, Mahmud Efendi Hazretleri’nin müridi gibi Pazar sohbetlerine katılır ve O’nun hakkında: "Kutb-u Medar bu Zattır, görmüyor musunuz, dünya etrafında dönüyor” buyurmuştur ki bu fakir bunu bizzat kulaklarımla duymuşumdur.

Son dönemde Kur’an’a çok büyük hizmeti geçmiş olan Gönenli Mehmed Efendi Hazretleri, Mahmud Efendi Hazretleri’ni sık sık ziyaret ederdi. Oğlu vefât ettiğinde Efendi Hazretlerimizle birlikte kendisine tâziye ziyaretine gittiğimiz zaman Efendi Hazretlerine hitaben : "Senin yaptıklarını biz beceremedik, ortalığı sakallılarla ve çarşaflılarla doldurdun. Bir kere rüyamda semânın bir katındaevliyâullahın toplantısına katıldım, tanıdığım bütün meşâyıh oradaydı, seni göremeyince sağa sola bakındım. O zaman hâtiften: "Mahmud’u aşağılarda arama. Yukarı bak! Yukarı! ” diye nida edildi ” demiştir.

Son devir Osmanlı Ulemasından ve Medîne-i Münevvere meşâyıhından olan Hattat Mustafa Necati Erzurûmî Efendi Hazretleri, Mahmud Efendi Hazretlerine çok tazim eder, Medîne-i Münevvere’de kaldığı otellerde Efendi Hazretlerini ziyaret eder ve :

"Şeytan senden kaçtığı kadar kimseden kaçmıyor. Bu zamanda şeytanın en büyük düşmanı sensin. " derdi.

Muhammed Ali Sâbûnî gibi dünya çapında Meşhur Allame, Mahmud Efendi Hazretlerine intisab etmiş ve :

"Bu Zât sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın şeyhidir. " demiştir.www.kitaptakipcileri.com

Seyda Cezerî’nin halifesi büyük âlim Mehmet Emin Er, Suud ulemasından Seyyid İbrahim Ahsâî, Mekke ulemasından Ahmed Nurseyf, Medîne-i Münevvere’de bulunan Arif Hikmet Kütüphanesimüdürü büyük âlim Ali Ulvi Kurucu, Erzurum müftüsü Halis Efendi gibi Üstadımız Hazretlerini ziyaret eden, kendisinin yüceliğini itiraf eden ve kendisine intisab eden daha birçok zevât-ı kirâm vardır kibunları tek tek saymaya ne bizim ömrümüz, ne yaşımız, ne de imkanlarımız müsait değildir.
www.kitaptakipcileri.com
Allah-u Teâlâ Bu Yüce Ğavs’ın dünyada himmetlerini, âhirette şefâatlerini cümlemize nasip eylesin.
  www.kitaptakipcileri.com
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Tavsiye Ürünler
Sohbetler - Mahmut Ustaosmanoğlu 6 cilt Takım - Karton Kapak Sohbetler - Mahmut Ustaosmanoğlu 6 cilt Takım - Karton Kapak, Sohbetler Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi Hz. K.s Karton Kapak,- 6 Cild Takım Suni Deri Cilt - 17x24 Cm Ebat - Şamua Kağıt - Toplam 2900 Sayfa Yazar: Mahmut Ustaosmanoğlu -, Ahıska Yayınevi, Mahmut Ustaosmanoğlu Sohbet Kitabı 6 Cild Takım Karton
Sohbetler - Mahmut Ustaosmanoğlu 6 cilt Takım - Karton Kapak

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.