Berika, Tarikatı Muhammediyye Şerhi, İmamı Birgivi, Konyalı Mevlana Ebu Said Muhammed Hadimi, 5 Cilt Toplam 2500 Sayfa

Berika, Tarikatı Muhammediyye Şerhi, İmamı Birgivi, Konyalı Mevlana Ebu Said Muhammed Hadimi, 5 Cilt Toplam 2500 Sayfa

2.822,40 ₺
Aynı gün kargo
Tarikat-ı Muhammediyye Şerhi Berika Kitabı, İmam-ı Birgivi, Konyalı Mevlana Ebu Said Muhammed Hadimi
17x24 cm Ebat Sert Kapak Ciltli, 5 Cilt Toplam 2500 Sayfa
Hz. Âdem'den bu yana iman-küfür mücadelesinin kıyasıya sürdüğü şu dünya hayatında insanı Rabbinden uzaklaştıran, cahili sistemlerin ve nizamların bid'at ve hurafelerin, günümüze kadar, hatta günümüzde dahi toplumlara hükmettiğini biliyor, görüyor, yaşıyoruz.

Yayınevi olarak vazifemizin; İslam dinîni, bütünüyle kültürünü imkân nisbetinde Allah (c.c.)'ın takdir ettiği kadarıyla ak­tarmak olduğunun şuurundayız.
 Yayınevimiz imkânları nisbetinde İslam kültürünü ve vecibele­rini, bu ümmete öğretmek, yaşamak ve yaşatmak çabasında olmuş ve olacak; Cehlin, bid'at ve hurafenin tahakkümünü kaldırmak için, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in veda hitabesinde: Ey insanlar, "Ben size iki şey bırakıyorum; biri Kur'an biri Sünnetim"dir. Buyurarak işaret ettiği iki kaynakla Müslüman milleti ve akıl sa­hiplerini muhatap kılmaya çalışacaktır.
Yayınevimizin gayesi yayın yoluyla insanımızı daha doğrusu, inanan insanımızı doğrularla muhatap kılmaktır. Bu doğrular; Va­hiy, yani Kur'an ve Hz. Peygamberin Sünnetidir.
Günümüze kadar Allah'a ve Rasulüne dayanan bu iki kaynağı bizden öncekilerin ve bizlerin daha kolay anlaması için, bunların tef­siri sadedinde birçok kaynak eser kaleme alınmıştır. Biz de yayınevi olarak bu eskimeyen yeninin, her zaman olduğu gibi, günümüzde de İslam vecibeleri anlatan bu eserleri yayınlamak suretiyle bu hazzı tat­mak istiyoruz.
 Osmanlı toplumunda; toplumu aydınlatmış, Müslümanlara is-lamın gerçeklerini anlatmış olan İmam'ı Birgivi, devrinin büyük alimlerinden biridir. O, o devrin toplumunu kemiren, yıkan, Bid'at ve hurafeleri; Tarikatı Muhammediye adlı eserinde ortaya koymuştur. Düşmanları tarafından bile takdir edilen bu alimin bu e-serini Osmanlının son zamanlarında yetişmiş nadide Alimlerimiz­den Muhammed Said Hadimi şerh etmiş, İslamî gerçekleri o da gününün toplumuna öğretmeye çalışmıştır.
Yayınevi olarak biz de, bu günün Müslümanlarına dinini sağlıklı ve hurafelerden arınmış bir şekilde öğretebilmek için, ilmiyle amil o değerli alimlerin eserlerini siz okuyucularımıza sunmaya çalışıyoruz.
 Bir heyet tarafından yaklaşık beş sene süren bir mesai sonucu tercüme edilen Tarikatı Muhammediye Şerhini bütün Müslümanlar için; salih amellere vesile olması dileğiyle neşrederken eserin sahibi mücahid, büyük alim Muhammed Saîd Hadimiye Allahtan rahmet dileriz.
 
Daha kolay ve anlaşılır olması için Berika'nın ayet ve hadisleri siyah puntolarla, yazarın müracaat ettiği alimler değişik siyah karak­terle, kitap adları aralıklı olarak yazılmıştır. Ayrıca mezheblerin ve alimlerin görüşleri açık ve net bir şekilde yazılmış, yer, mekan isimle­ri ve görüşler değişik yazı stilleri ile dizilmiştir.
 Arapça orijinali 4 cilt olan eseri, beş cild halinde yayınlıyoruz. Allah (c.c)' nın izniyle son cild 'de genişçe bir fihrist ve indeks de esere ilâve edilecektir.
 Çalışmak bizden tevfik Allah(c.c.)'tandır.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...
 Alemlerin Rabbi olan Allahu Teâlâ'ya sonsuz hamdü sena ede­riz. İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen Hz. Muhammed (Aleyhi's-Salâtü ve's -Selam) 'a, âline ve ashabına selatü selam olsun.
 Kur'an-ı Kerimde "Böylece sizi vasat bir ümmet yapmışızdır. İnsanlara karşı hakikatin şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye.."(1) hükmü beyan buyurulmuştur. Ayet-i Kerimede geçen (Vasat Ümmet) "ümmeten vasatan" tabirinin "Adil Ümmet" manasına geldiğini bizzat Peygamberimiz (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) haber vermiştir. (2)
 
Ehli Sünnet İmamlarından İmam-ı Şafii (Rahmetullahi Aleyh) "Adalet" mefhumunu izah ederken: "Adaletten murad; Allahu Teâlâ'nın emrine uygun şekilde amelde bulunmaktır" (3) hükmünü zikrediyor.
 
Bilinen şu ki "Adaletin" zıddı: zulümdür. Yeryüzünde heva ve heveslerine kapılarak her türlü inanç prensiplerinden tutunda, yaşam biçimine varana kadar, Allahu Teâlâ'nın indirdiği hükümlere karşı ayaklanan her gücün tek ismi vardır. O da: Tâgût!.. Hz. Adem (a.s.)'dan itibaren bütün Peygamberler insanları Tagutî ve şeytani güçlere karşı cihad etmeye davet etmişlerdir, Tevhid mücadelesinin esası budur. Nitekim Allahu Teâlâ (c.c): "Andolsun ki, biz her kav­me: "Allah'a ibadet edin, Tağut'a kulluk etmekten kaçının" diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir (4) buyur­muştur.
 Allahu Teâlâ'nın mülkünde, Onun verdiği rızıklarla hayatını devam ettiren her insan; İslam ahkamına teslim olmakla borçludur. Ancak bunun gerçekleşmesi, insanın lehinde ve aleyhindeki hükümleri bilmesiyle mümkün olur. Rasul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in "ilim taleb edilip öğrenilmesi, her mü'min er­kek ve kadın üzerine farzdır" (5) hadîsini herşeyden önce bu zaviyeden ele almak gerekir. 
Alimler de Peygamberin varisleri olduğuna göre: Son peygam­ber olan Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'den sonra tevhid mücadelesini sahabe, tabiûn ve onları takip eden, gerçekten Al­lah'tan korkan, Rasihun zümresinden olan âlimler ve samimi müslümanlar yürütmüşlerdir. 
15. Asırda yaşamış olan, İmam Birgivi ve onun muakkibi ola­rak, 18. Asırda yaşamış Mevlâna Muhammed Hâdimîbu seçkin Ra­sihun ve haşîûn zümresi içinde parlayan yıldızlardandır. Ki İslâm ümmeti'nin karanlıklar içinde bocaladıkları zamanlarda, bid'at ve hurafeler içinde asliyyetini kaybetmiş, taassup girdaplarında boğulma raddelerine varmış, çeşitli sapık cereyan dalgalarında batma tehlikesi geçiren, İslâm gemisindeki mazlumlara birer hidayet rehberi olma görevini üstlenmişlerdir. 
Bilindiği üzere tasavvuf,gerçek İslâmı yaşama tarzıdır. Görüyoruz ki; her iki âlim de tasavvufa karşı olan cereyanlarını şiddetli olduğu, zahir âlimleri ile mutasavvıfe arasında kıyasıya bir mücadelenin sürdüğü dönemlerde -biri nakşibendiyye, diğeri halveti tarikatı Bayramiyye koluna olmak üzere- tarikata intisab etmişler ve ruh safiyetini, nefis tezkiyesini bu yolda aramışlardır. 
Zahir ilimlerde zirveye çıktıktan sonra; her iki âlimin de tarika­ta intisabları son derece manidardır ve zahir ilmi neredeyse inkâr de­recesinde hafife alan ham sofulara güzel bir cevaptır. Rasûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in: "Her âyetin bir zahiri, bir bâtını vardır" hadisinin ışığında önce âyet ve hadislerin zahirinden çıkarılan ahkâma sanılmadıkça hangi yol ve mesleğe girilirse girilsin dalâlete düşme, sapıklık uçurumlarına yuvarlanma kaçınılmaz ola­caktır. 
Öte yandan tasavvufî hayat bir zevk, şevk ve aşk hâlidir. Allah ve Rasûlünün muhabbetinden, yaratılmışların muhabbetine intikal edilen bir seyri sülüktür. Muhabbetin korkuya, ümidin ye'se, muaşeretin mûnâferete, vahdetin kesrete galebe çaldığı bir hayat tarzıdır. Zor ve meşakkatli riyazetlerden sonra, hayvani hevâ ve heveslerden, dünya şehvet ve arzularından arman ruhların, Allah ve insan sevgisiyle dopdolu yeni bir hayat kazandıkları bu yolun yolcu­ları elbette bütün güçlerini Allah yolunda sarfedecekler, dilleri ve ka­lemleri ile kendi zamanlarında yaşıyanların ve nesillerinin maruz kaldıkları tehlikelerden uyarılmasını en başta gelen vazifeleri sayacaklardır. Biz buna Emr-i bi'l-ma'rûf ve Nehy-i ani'l-münker diyoruz ki, bu olmadan İslâm cemiyetinin ayakta kalması ve payidar olması düşünülemez. 
Bu hakikati Rasûl-i Ekrem en veciz bir şekilde şöyle ifade buy­urmuşlardır: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülükten de sakındırırsınız, ya da Allahu Teâlâ size bir azâb gönderir, sonra O'na yakarırsınız ama O sizin yak­arışlarınıza icabet etmez. "(6) 
İşte TARİKAT-I MUHAMMEDÎYE ve SÎRET-I AHMEDİYYE böyle bir ruh haleti ve böyle bir vazife anlayışıyla kaleme alınmıştır.
 Sadece zahir ilimleri ile yetişen, kupkuru bir ahkâmdan ibaret, donmuş, her türlü yeniliğe ve gelişmeye kapalı, dogmatik bir kafa yapısına kendini mahkûm etmiş, zahir ulemâsının İslâm'dan soğuttuğu ve belki de uzaklaştırdığı gönülleri yeniden İslâm'a ısındırmak ne kadar zorsa, İslâm'ın ana prensiplerinden bihaber, çevrelerindeki yahudi, hristiyan, Mecûsî ve sair sapık din ve ideolo­jilerin saçmasapan esasları, âdetleri, gelenekleri ve inançları ile karışmış bir takım hurafeleri İslâm olarak kabul edenlerin düştükleri sapıklıktan kurtarılmaları da aynı derecede zor, bazan da imkânsızdır.
Ancak İslâm ümmeti içinde bu irşad görevini yapacak bir zümre kıyamete kadar mutlaka bulunacaktır. Allahu Teâlâ bu zümreye işaretle şöyle buyurur; "İçinizden insanları hayra davet ed­en, kötülükten alıkoyan bir grup mutlaka bulunsun. İşte kurtuluşa erenler ancak onlardır." (7)
 Aslında emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-Münker; bütün bir İslâm ümmetine yüklenmiş, ana vazifeler cümlesindendir. Yazımızın başında işaret ettiğimiz âyet-i celîle, bu umûmî görevlendirmeye de delâlet etmektedir ve ümmeti vasat olmanın şartı bu vazifenin hakkıyla yerine getirilmesine vabestedir, bağlıdır.
Ancak İslâm ümmetine niyâbeten âlimler ve sâlihler bu vazi­feyi üstlenmiş görünmektedirler. Onların da iyilikle emir ve kötülükten menetme görevini yapmadıkları bir halde bundan bütün İslâm ümmeti sorumlu olacaktır. İslâm Ümmetinin buradaki sorum­luluğu bu görevi ifa edecek âlimleri yetiştirmemiş olmaları sebebiyle­dir.
Özellikle fitne dönemlerinde yukarda işaret ettiğimiz hurafe ve sapıklıkların yaygın olduğu zamanlarda iyilikle emir ve kötülükten alıkoyma daha da bir önem kazanır. Böyle zamanlarda çıkar yol; İslâm'ı insanlığa sunup tebliğ eden Yüce Rasûl'ün sünnetini yeniden ihya ve Sünnet-i Seniyye'yi müslümanlara yeniden öğretmektir.
 
Şirkin, Küfrün ve dalâletin bataklığında bocalıyan câhiliye dönemi insanlarını en kâmil müslümanlar ve en mükemmel insan­lar haline getiren işte, O sünnet-i nebevîyyedir. Her türlü zulmü, in­sanlık dışı davranışı mubah gören, elleriyle yaptıkları putlara tapınan, tek kanun olarak kuvveti gören, güç, kuvvet, ceberut sahibi insanları sırf Allah'ın kulu haline getiren sünnet-i nebeviyye ve Tarikat-ı Muhammediye demek ki hakkıyla bilindiği her za­man ve mekânda müslümanların ve insanlığın yegâne kurtuluş reçetesidir.
İşte İmam Birgivinin Tarikatı Muhammediyye 'sini bu gözle görmek ve bu inançla okumak gerekir.
Eserde hedef alınan ana gaye insanları geçici haz ve lezzetlerin sarhoşluğundan kurtulup ebedî saadete ulaştıran yolu öğretmektir. Bu dosdoğru yol Rasûl-i Ekrem'in yoludur, ona madde ve manâları ile tâbi olan Sahabenin yoludur, feyzini sahabeden alan tâbîûnun ve bu ümmetin ariflerinin, zâhidlerinin, velîlerinin yoludur. Kısaca Muhammedi yoldur, Tarîkat-ı Muhammediyye'dir. Bu dünya madem ki; bir dâr-ı imtihandır. Bu yurda gelen elbette imti­hanın zorluklarına, cilvelerine katlanacaktır. Bu, zor bir imtihandır; ama başarılamıyacak bir imtihan da değildir. Çünkü Allahu Teâlâ "Hiçbir nefse takatinin fevkinde bir yük yüklemez." O halde meydan-ı kazâ'ya gelenler bu imtihanını zorluklarını göğüslemeye kendileri­ni hazırlamalıdırlar.
 
Rasûl-i Ekrem'in hayat tarzı, Sahabe'nin, tâbîûn'un ve bu ümmetin sâlihlerinin hayatlarından alınacak misaller, bu imtihanda başarılı olmaya yardımcıdır. Bu sebeple gerek Tarikat-t Muhammediyye,  gerekse şerhi olan B e rîk a sık sık bu misallere işaretle Tarîkat-ı Muhammediye'ye sülük etmek isteyenlere ışık tutmak istemişlerdir.
 
Tarikatı Muhammed iye ve Şerh i Berika İtikad, iba­det, ahlak ve muamelatta kanaat ve takva prensiplerine sarılmak is­teyenlere, aydınlatıcı ve uyarıcı mesajlar vermektedir.
 
Bu eserin asıl maksadı uyuyanı rezalet ve cehaletten sakındırıp fazilet ve meziyetlere erdirmektir. Bunun içinde geçmiş de Tasavvuf ehli büyük alimlerden kıssalar, hikayeler anlatılmıştır. BERİKA bilhassa şerh olarak insanları güzel bir sona götürmek gayretindedir.
Bu güzel son, Ariflerin son payeleridir...
Abidlerin ulaşacakları son mertebelerdir. Varılmak istenen noktaların zirvesi, Zahidlerin muttakilerin gösterdikleri yolun en yücesi, kısaca Allah'ın Kitabı Kur'an'ın iniş gayesi ve Peygamberle­rin, Rasullerin gönderilmesinin meyvesidir, neticesidir.
 
Kısaca Tarikatı Muhammediye'nin Şerhi BERİKA in­sanların ruhi durumlarının en ince detaylarına varıncaya kadar ince­lendiği, irdelendiği bir manâ laboratuvarıdır.
Manâ yolcuları için, bir rehber durumundaki bu eserin, Müslüman Türk okuyucularına şimdiye kadar takdim edilmemiş ol­ması gerçekten bir eksikliktir.
Dolayısıyla; her türlü manevî değerin maddi değerlere inkilâb ettiği, ya da başka bir ifadeyle manevî değerlerin ayaklar altına alınarak maddî değerlerin baştacı edildiği zamanımızda, böyle bir ese­rin tercüme ve neşri her türlü takdirin fevkindedir.
Manâ yolcularına, Allah'ın dosdoğru yoluna samimiyetle gir­mek isteyeceklere yol gösterecek bu eseri Türkçemize kazandıranları bu mesâilerinden dolayı kutlamak isterim. Ayrıca onların bu değerli mesâilerini, neşretmek suretiyle Tarikatı Muhammediyye 'ye hizmet gaye ve aşkında olan Kahraman Yayınevi 'ni de tebrikle, benzer çalışmalarda devamı en samimi temennimizdir.
 Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi Tarikat-ı Muham­mediyye yolcularının üzerine olsun.
Tevfik Allah'tandır.
El Bakara Sûresi; 143.

  1. Imam-ı Kurtubi-H- Cami'u-H Ahkami'l -Kuran Kahire: 1967 c: 2 sh:156.
  2. lmam-ı Şafii Er-Risale-Kahire 1979. (thk) A. M. Şakir sh: 25 md: 71.
  3. En Nahl Suresi: 36.
  4. lmam-ı Serahsi El Mebsut-Beyrut: 1 sh: 2. Keşful Hafa, Beyrut 1351 c: 2 sh: 43 Hadis no: 1665.
  5. Hadisi Tirmizi Rivayet etmiştir. Bk. Riyazus-salihin tercümesi, Ankara 1976, C1,S.234.
  6. Al-i İmrân Sûresi, âyet: 104.

                  ŞARİHÎN ÖNSÖZÜ
     RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH'IN ADIYLA
  Bizleri, ümmetlerin hayırlısı kılan Allah'a hamd olsun. O, bizi, rahmet ve mağfiret olunmuş, son derece kerem sahibi kılınmış, mübarek bir ümmet kıldı. Nimetlerinin çok geniş olması nedeniyle o ümmetin evvelkilerinin mi, yoksa sonrakilerinin mi daha hayırlı ol­duğu bilinmez. (1) Bu, bize Peygamberimizden gelen bir fazilettir. Onun üzerine salât ve selâm olsun.
 
Salât ve selâm, Rasûllerinin efdalı üzerine olsun ki, ona tabi ol­makla dünya ve âhiret yurdunun mutluluğuna erişilir. Belki iki yur­dun riyasetinin son mertebesine varılabilir. O Rasûlullah (Aleyhi's-Selam)' ın vaz'ettiği ahkâmın hududunu muhafaza ile, şiddet, korku ve tehlikelerden kurtuluşa erişilir. Onun sünnetinin koruyucu bekçiliğini yapmakla gaye ve derecelerin son mertebesine varılır.
 
Salât ve selâm, onun âline ve ashabına da olsun ki, onlar en hayırlı asırda yaşamış olup ona tâbi oldular, onunla birlikte cihad et­tiler. Onu evlerinde misafir ettiler. Ve ona bütün mallarıyla can­larıyla yardımcı oldular.
Allah'a hamd, peygamber ve onun Âl ve Ashabına salât ve selâmdan sonra; Şunu demek isterim ki: Şer'an açık ve aşikâr şeylerin en açığı ve aklen inanılacak olan şeylerin en belirgini şudur: Dünya fânidir. (Gelip geçicidir) İnsanların son elbiseleri kefenleridir.
 
Böyle demişse de. Ashabın faziletiyle ilgili hadislerin muarazası neticesinde ağır basmaktadır. Hatta sahabenin üstünlüğüne dair hadisler mütevatir derecesindedir. 

Dünyadan göçüp gitmek va'd olunmuş ve gerçekleşecek bir hakikattir, ölüm şerbetini içmek de muhkem bir kaderdir. Dünyanın evveli, za'f ve füturdur? Sonu da ölüm ve mezardır. Burası nifak ve şikak yurdudur. Gelip geçme ve ayrılma vatanıdır.
 Fitneler, serlerle karışıktır. Zevkleri ve sevinçleri yok edicidir, dünyanın izzeti, zillet ile akrabadır. Onun nimetleri, şiddet ve cezalarıyla birlikte ikiz kardeşdir. Evveli, horluk ve kederdir. Sonu, ayıp ve hüzündür, nimetleri çok esirgeyicidir. Ümmetleri (milletleri) yiyici­dir. İhsanı ve lütufları, zorluk ve meşakkattir. Zorluk ve meşakkatleri de, ihsan ve lütuftur. Ona meyletmek azâb ve vebaldir Ona dayanıp güvenmek, günah ve sapıklıktır.

 Dehr (zaman)'i gördüm ki: Değişerek deveran ediyor.
Hiçbir hüzün keder, hiçbir sevinç devam etmiyor.
Krallar, o zamanlar boyunca saraylar yaptılar.
Şimdi ne krallar ne de saraylar kaldı.
Devlet'e (mülk ve riyaset'e) güven olmaz, çünkü o, zail olan bir gölgedir. Nimete de itimad olunmaz çünkü o göçüp giden bir konuk­tur. Şayet devletler daim olsalardı, sahipleri elbette başkaları gibi raiyeler olurlardı. Fakat devletler için devam yoktur.
Hani babalar, hani dedeler, hani geçmişler, hani torunlar, hani köşklerin Kayserleri (sahipleri)? Hani zamanların Hürmüzleri! Hani Şeddadi, o büyük yapıları ve Ad kavimleri. Hani O muhteşem İrem bağlan, öyle İrem ki, benzeri bir şehir yaratılmadı.
Âhirette bir yurt vardır ki, onda şiddetli azâbdan, demir bu­kağılarla kuvvetli bir şekilde kapışmaktan, kan ve irin pınarlarından başkası yoktur.
 
Orada deriler piştiği zaman yenileriyle değiştirilir, (perçem ve başındaki saç) ve ayaklardan tutma ve yakalama, toplulukların yüzlerinin kömürleşmesi, zincirler ve bukağılarla boyunlarından bağlı olarak yüzleri üzerine ateşe atılma, katran şalvarlar ve işkenceler, tepelerinden kaynar suyun dökülmesi gibi, azâblar vardı.
Hakîm Allah'ın hükmüyle karınlarındakiler eritilir. Onların yemekleri zakkumdur, gövdelerinden çıkan, kan ve irindir. Ciğerleri parçalanırcasına susuzluk ve boyunların ellere bağlanması vardır. Hepsi de muhakkak meydana gelmiş olacaktır.
Orada ne rahat, ne serinletici soğukluk vardır. Sen ise zühul ve gafletler içerisinde çok uzaksın. O günde cehennem de der ki: Daha ziyadesi var mı?
Yine âhiret yurdunda diğer bir yer vardır ki, muttakiler (samimi müslümanlar) için hazırlanmıştır. O ittika edenler Allahtan sakınanlar ki, Allah yolunda mücâhede ettiler ve dosdoğru yola (sırat-ı müstakime) hidâyet'e erenlerden oldular.
Orada devamlı kalıcı çok büyük mülk ve güzel nimetler vardır. İzzeti baki, nimetleri safi ve fenalıklardan uzaktır. Orada boş laflar yok, yukardan aşağı asılmakta olan üzüm salkımları çok, zevkleri peş peşe devamlı, içecekleri saf, giyecekleri ipektir. İnce, nazik ve kaim olarak, altın işlemeli ipeklerden atlaslardır.
Orada dâimi akan nice pınar ve yüksek tahtlar, önlerine konul­muş kablar vardır. Sıra sıra dizilmiş yastıklar, yayılıp serilmiş saçaklı halılar, orada sıralanmış tahtlar kurulmuştur ve onlara yaslananlar vardır.
 Orada hizmet edenler ve şahin gözlü huriler vardır. Onlar inci ve mercan gibidirler. Gonca şekillidirler ve ihtiyarlamaktan emindir­ler.
 Çadırlar içinde ehl-i perde huriler vardır. İçenler için beyaz lez­zetli akar sulardan doldurulmuş ibrikler ve testiler ile hizmet edenler onların etraflarında dönerler.
 Orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir kalbden geçmeyen nimetler vardır. Mutlak surette kuvvetli nimetlerin en büyüğü vardır: Bu ise ittifak üzere Mâlık-i Muktedir (Allah)'ın görülmesidir. Muvafakat üzere canlarının istediği nimetlerle orada ebedî olarak kabadırlar.
 Hiç şüphe yoktur ki, dünya hayatından kurtulup Ahiret ha­yatına nail olmak, ancak İslâmi hükümleri uygulamakla ve sünneti seniyye'ye sarılmakla mümkündür.
 Bid'atlardan, kötülüklerden, fâsid temayüllere tahrik edici şeylerden kaçınmak gerekir. Kötü, çirkin ahlâkı bırakıp, öğülmüş beğenilmiş melekeler almak, güzel ahlâkla bezenmek ve kaba olan sâlih amelleri yapmak şarttır. Doğru bir mücâdele ile, nefs-i emmâreyi ve kötü meyilleri yenmekle elde edilebilir.
 Nitekim denilmiştir ki: İslâm demek; mücâhede kılıcıyla nefsi terbiye etmek, heva ve hevese uymayıp terketmektir. Çünkü nefis düşmanlara yardım edicidir, kötülüklere sevkedicidir. Şeytânın kılladır, isyanın âletidir, tuğyanın menşeidir, en azılı düşmandır. Onun belası, belaların en çetinidir. Onun ilâcı bütün her şeyin en zo­rudur. Belâların en şiddetlisidir. Devası da devaların en müşkilidir. Çünkü nefis, dâhilden bir düşmandır. Onun zararını def eden bir kefil yoktur.
 Nefsim bana zarar veren şeye davet edicidir.
O, benim hastalık ve ağrılarımı artırır.
 Düşmanım kaburgalarımın arasında olunca.
Düşmanımdan nasıl, hile edip kurtulacağım?
 O nefis, sevgili bir düşmandır; sevgilinin günâhı ise rağbetlidir. Daha ötesi, güzel görülür ve arzulanır. O halde bütün kötülükler on­dan doğar, musibetlerin hepsi ancak onunla meydana gelir. Ve yine derler ki: İslâm pusuya yerleşmiş düşman olan şeytana muhalefettir. Şüphesiz o sizin için açıktan düşmandır. Onun bütün çaba ve gayreti­nin hedefi, temelde helâktan başka bir şey değildir. Şüphesiz şeytan sizin için düşmandır.
 Öyle ise onu azgın bir düşman olarak tanıyınız. O, Ashâb-ı saîr (cehennem ehlinden) olmaları için, üzerine düşeni gücü yettiği nisbette (yapabileceği) her horluk ve Zelîlliğe düşürmek için ya­ratılmıştır.
 O sizi harlı ateşe (cehenneme) düşürmek için müfsitliği üstlenmiştir. Ve şöyle der: "Elbette ben onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerine otururum, sonra onların önlerinden, ar­kalarından, sağlarından ve sollarından yanıltmak için gelirim."
 Böylece o, gafil olan kavimler üzerine arzusunu gerçekleştirir.
 Ve "Ey Habibim sen böylelerinin çoğunu şükrediciler olarak bulamazsın."
 Böylece onları masiyetlerin fitnesine düşürür. O masiyetler ki, onlar sabit dağlar gibi günâhlardır, işte şeytana muhalif olmak ve nef­si alt edip ona galib gelmek, ancak Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'e tabi olmakla mümkündür.
 Ona tabi olmak da ancak dünyadan yüz çevirmek ve âhirete yönelmekle olur. O halde kısacası, onun yolunda gitme ölçüsü, dünyadan yüz çevirme ve ahirete yönelme derecesiyle tâyin olunur.
 Ona yakınlığın ve onun zümresine ulaşmanın ve onun şefaatine nail olmanın ölçüsü de, onun yoluna girmekle olur. Ondan uzak kalmanın ölçüsü, dünyaya dönmek ve bağlanmaktır. 
"Haddini aşan ve dünya hayatını tercih eden ahireti unutur ise cehennem onun meyvesidir" cehennemlikler zümresine ulaşmanın ölçüsü de heva ve hevesine uymaktır.
 And olsun ki, şayet biz içimizden insafla düşünürsek, sabahtan akşama kadar ancak şimdiki dünya hayatımız için çalıştığımız ortaya çıkar. Sanki biz gelecekte onun zümresine dahil olmayı ummuyormuşuz kanaatına varırız. İşte bizim zannımız budur. Ve biz fiilleri­mizde israr ediyoruz. Haktan ne uzak zannımız, ne soğuk umudu­muz var!
 "Mü'min olan kimse, fâsık olan kimse gibi midir? Hiç müsavi olurlar mı?" "Biz Müslümanları, mücrimler gibi zanneder miyiz. Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?" meâllerindeki âyetleri hatırlamalyız.
 Sonra Tarîkat-ı Muhammediyye onların hepsini, gizlisini, aşikârını, üstüne alarak (garanti ederek) helak edicilerden Hiçbir gizli­liği, kurtarıcılardan da hiçbir katreyi ihmal etmeyip ancak ve ancak entresan bir üslûpla, garib bir tertiple, ahenkli bir tarzda ortaya geti­rince, onun şerh ve beyân edilmesinde Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) için vâ'd olunmuş bir hizmet olarak, Aziz, Celil ve Kerîm olan Allah'a kavuşmak umudiyle şerhettim, açıkladım.
 Allah Teâlâ'ya hamd ederim ki, bu Kitab, dini nükteler, Nebevi marifetler, kıymetli kaideler, parlak esaslar içinde büyük ziyâdeler, güzel açıklamalar, derin düşünceler, hayret veren güzellikteki tetkik­ler, yüksek ayıklamalar, yüce süzmeler ve süslemeler, faziletli nükteler, iştah çeken faideler, kâmil incilerle, muteber ve muteber kitaplardan, enbiyanın sözlerinden, evliyanın nefeslerinden, ulemânın hazinelerinden, hükemânın definelerinden, fâzıl olan kişilerin fikirlerinden alınmıştır.
 Bir de bakıyorsun ki o, tutuşturucu bir kibrit ve panzehir, onun varlığı nübüvvetin çıkışı, güneşin doğuşu gibidir. Alimlerin gelişi, yetişmesi ve birbirlerini takip edişi, ayların doğuşu gibidir. Alimler peygamberlerin varisidirler. Bu kitab şu şekilde:
 TARİKAT-I MUHAMMEDIYE'NİN ŞERHİ, BERİKA-İ MAHMUDlYYE VE SîRET-I AHMEDİYE HAKKINDA ŞERİAT-I NE-BEVİYYE ile isimlenmeye layıktır. O halde, Aziz olan Allah onu, Vech-i Kerim'ine hâlis kılmasını ve onunla, onun cem edenini, okuyanını, ona nazar edenini, ve yazanını faydalandırmasını dile­rim, Öyle bir faydalandırma ile ki, onun affını, günâhının bağışlanmasını mûcib olsun. Hatta cennet köşklerinin âlâsında, ken­dilerine ikram olunan nebiler, sıddîklar, şehidler ve sâlihlerle birlikte derecesini yükseltip yüceltmesini mûcib olsun. Ey Allah'ım, bizi, on­ların sünnetleriyle amel eden kimselerden kıl ve bizi onların zümresi içerisinde haşret. ( Tarikatı Muhammediye Şerhi Berika kitap, Tarikatı Muhammediye oku, Tarikatı Muhammediye kitabı, online satın al oku, yayın, ucuz dini kitap, uygun fiyat, islami kitap satış, onlıne satış, imam birgivi, ucuz kitap, internetten satış, yazar, tercümesi , Tarikatı Muhammediye Şerhi Berika fiyatı, berika 5 cilt, kahraman yayınları berika, tarikatı muhammediye kitabı , tarikat-ı muhammediye berika , tarikatı muhammediye tercümesi imam birgivi )
  
ŞÂRİH, MERHUM MUHAMMED 
MEVLÂNA EBÛ SÂİD HÂDİMİ
                  SON SÖZ
 Zühul eden bir zihinden, gafil olan bir kâlbden, yapmayan fakat söyleyen bir kimseden, amel etmeyen bir alimden, öğüt almayan bir vaizden, kendisi nasihatine uymayan bir nasihatcıdan, takva ile emre­den fakat muttaki olmayan bir kişiden, kendisi hasta olduğu halde in­sanları tedavi eden bir tabib gibi olan kimselerden Allahu Teâlâ'ya hamd ile bu eseri tamamladım.
 İnsanların çoğu onun isminde galat ederler, iddialarında o güzeldir, halbuki nefsinde o güzel değildir. Çünkü o kusurlarda denizleşmiştir. Taksiratının ikmâlinde derinleşmiştir. Çünkü o, heyûlânî neva­ların hizmetçisidir. Dünyevi hapishanenin sahralarında baş aşağı edil­miştir. Çünkü o kendine bakmaz ki yarın için ne göndermiştir. Bugün için yığmadığından geniş geçim olmamıştır. "Bizim yolumuzda cihad ediniz" emri nerde kaldı? Ki; "elbette biz yollarımıza onları hidayet ederiz" hitabına vasıl olsun. Mücahede eden kimse, ancak kendisi için cihad eder, çünkü Allah âlemlerden müstağnidir. Kimseye muhtaç değildir. Kim topukları üzerine gerisin geri dönerse elbette Allah'a bir şeyle zarar vermez. Amelsiz sözden ve ilim davasından ondaki taksir ve halel ile birlikte, yazdığımız kitabda, nazmettiğimiz kelamda, ifade et­tiğimiz ilimde, uydurmaya bizi çağıran hatırdan, kendisiyle ayağın kaydığı, kalemin azdığı her şeyden Allaha istiğfar ederiz. Ondan onu vizir ve vebal kılmamasını isteriz. Onu af, gufran ve selâmet vesilesi kılmasını istiyoruz. Haşa ki garaz, kendimi müelliflerden saymak olsun. Bilakis Seyyidül-evvelin velahirinin huzurunda geçen bir va'di yerine getirmektir.
  Alemlerin rahmeti için hizmet ve kurbiyyet olsun diye bu eseri yazdım. Umulur ki: Allah beni onun zümresi içinde sâlihlerle birlikte hasretsin. Büyük gecelerden olan kadir gecesinden biraz öncesinde bit­mesine tesadüf etti. Kudsî işaretlerle ve enîs telvihât ile fazıl ve ihsanın eseri zahir oldu. O ilgisi olan her kimseye kabul ve ihsan ile bir aydınlıktır.  Af ve ğufranına sığınırız. Sonra âhiret-i ulada Allahu Teâlâ'ya hamd olsun, sonra hamd olsun, sonra hamd olsun. Ahireti uladakilerin efdali üzerine salât ve selam olsun. Ve sair peygamberler ve Rasuller (elçiler) üzerine de olsun. Ve hepsinin âli üzerine, salât ve selam olsun.
 Kendisi için izzet ve şeref olan kimsenin hicretinin bin yüz altmış sekiz senesi (1168) mübarek ramazan ayının yirmi altısıdır. Velhamdü lillahi rabbil alemin. 
  
Berika Kitabı ve Kitabın Yazarı Konyalı Muhammed HÂDİMÎ Hazretleri Hakkında Bilgi...
Büyük velî, fıkıh ve tasavvuf âlimi. İsmi, Muhammed bin Mustafa, künyesi Mevlânâ Ebû Saîd'dir. 1701 (H.1113) senesinde Konya'nın Hâdim kasabasında doğdu.
Mevlânâ Ebû Saîd Muhammed Hâdimî'nin dedeleri Buhârâlıdır. Dedelerinden Hüsâmeddîn Efendi, Buhârâ'nın tanınmış asîl âilelerinden olup, âlim ve velî bir zâttı. Anadolu'ya gelerek, Hâdim kasabasında yerleşti. Muhammed Hâdimî'nin babası Fahr-er-Rûm (Rûm diyârının seçilmişi, herkesin onunla övündüğü) nâmıyla meşhûr Kara Hacı Mustafa Efendidir. Mustafa Efendi, tanınmış âlimlerdendi.

Muhammed Hâdimî, ilk tahsîlini babasından gördü. On yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Arabî ve Fârisîyi öğrendi. Babasının emriyle Konya'daKaratay Medresesine yazıldı. Burada beş sene ilim öğrendikten sonra, hocası İbrâhim Efendinin tavsiyesi ile İstanbul'a gitti. İstanbul'da zamânın meşhûr âlimlerinden Kazâbâdî Ahmed Efendiden ilim öğrenerek icâzet aldı. Yirmi yedi yaşında yüksek tahsîlini bitiren Muhammed Hâdimî, dört katır yükü kitapla Hâdim'e döndü. Babasının boş bıraktığı Hâdim Medresesinde ders vermeye başladı.
Kısa zamanda nâmı İstanbul'a kadar varan Muhammed Hâdimî hazretleri, öncePâdişâh Üçüncü Ahmed Han, sonra da Birinci Mahmûd Han tarafından İstanbul'a dâvet edildi.
Hâdimî hazretleri talebelere ders vermenin yanısıra, insanların hidâyete gelmesine, İslâm ahlâkını ve hukûkunu öğrenmesine vesîle olmak için çok çalıştı. Pekçok kitap yazdı. Bu eserlerden, İmâm-ı Birgivî hazretlerinin Tarîkat-ı Muhammediye isimli kitâbına yaptığı şerhi çok kıymetlidir. Bu şerhe Berîka ismini vermiştir. Muhtelif târihlerde sık sık basılmıştır.
Muhammed Hâdimî hazretleri, eserlerine aldığı hadîs-i şerîflerin, sahih olup olmadığını iyice araştırırdı. Eğer şüphelenirse, bizzat Peygamber efendimizden sorup öğrenirdi. Medîne-i münevverede, Ravda-i mutahhera harem ağalığı vazîfesini yapan Beşir Ağa, bu mevzûu şöyle anlattı: "İstanbul'a gelmiştim. Pâdişâh Birinci Mahmûd Han, Harem-i şerîften mâlûmât almak için beni huzûruna çağırmıştı. Hâl hatır sorduktan sonra; "Haremeyn-i şerîfeynde nelere muttalî oldun?" diye suâl ettiler. Ben de gördüklerimi şöyle anlattım: "Hayretle gördüğüm hâdiselerden biri şudur: Ravda-i mutahherada (Peygamber efendimizin mübârek kabr-i şerîflerinde) gece temizlik yapmak için çalışıyordum. Gece yarısına doğru Cebrâil aleyhisselâmın Resûlullah efendimizle görüşmek için geldiği Cibrîl kapısı birden açıldı. Bu saatte gelen kimdir? diye kapıya koştum. Sakallı, nûr yüzlü biri ile karşılaştım. Bana selâm verdi. Selamı aldım ve; "Hoşgeldiniz efendim." dedim. Bana, gâyet sessiz bir şekilde cevap verdikten sonra, Peygamber efendimizin mübârek kabrinin ayak ucuna doğru gitti. Arkasından bakakalmıştım. Orada bir müddet bekledi. Kabr-i şerîfe karşı bâzı şeyler söyledi. Çok dikkat etmeme rağmen anlayamadım. İşi bitince arka arka giderek huzurdan ayrıldı. Çok merâk etmiştim. Yanıma geldiğinde büyük bir edeple; "Siz kimsiniz ve nerelisiniz?" diye sordum. O da; "İsmim Muhammed, Diyâr-ı Rûm'danım. Hâdim'de ikâmet ediyorum." dedi. Bu gece yarısı ziyâretinizin hikmeti nedir?" diye suâl edince de; "İmâm-ı Birgivî'nin Tarîkat-ı Muhammediye isimli kitabını şerh ediyorum. Bir hadîs-i şerîfin sahih olup olmadığında şüpheye düştüm. Hemen gelip gördüğünüz gibi, Resûlullah efendimizin huzûr-ı şerîflerinde, bunu suâl eyledim. Sahih olduğu buyruldu." dedi.

Ondan sonraki günlerde yine aynı saatlerde zaman zaman geldi. Geldiğinde odama götürür kısa bir süre de olsa sohbet ederdik. Artık onunla dost olmuştuk." 

Beşir Ağanın konuşmasını hayretle dinleyen Pâdişâh Birinci Mahmûd, Hâdim'e bir haberci göndererek, Muhammed Hâdimî'yi İstanbul'a dâvet etti. Dâvetnâmeyi bizzât Konya Vâlisi Ali Paşa, Hâdim'e giderek takdim etti. O geldiği gün, Pâdişâh ona simâ olarak çok benzeyen birkaç kimseyi daha saraya getirtti. Maksadı Beşir Ağayı imtihân etmekti. Beşir Ağayı da huzûruna çağırdı. Müsâfirlerin huzûra gelmesi bildirildi. Biraz sonra Muhammed Hâdimî ve ona çok benzeyenler odaya girdiler. Beşir Ağa, girenlerin arasından Muhammed Hâdimî'yi göstererek; "Bahsettiğim zât işte budur." dedi. Birinci Mahmûd Han, Hâdimî hazretlerine çok iltifât edip ihsânlarda bulundu.

Muhammed Hâdimî'den Ayasofya Câmisinde bir ders vermesi istendi. Derste pâdişâh, sadrâzam, Hâdimî'nin hocası olan Şeyhülislâm, Müderris Kazâbâdî Ahmed Efendi ve diğer devlet ricâli de bulunacaktı. Hâdimî, hocasının bulunduğu mecliste vâz edemeyeceğini edeple belirterek affını istedi. Ancak şeyhülislâm, irâde-i seniyye (pâdişâh emrinin) bulunduğunu, dersin mutlaka yapılması gerektiğini söyleyerek, onu mahşerî bir kalabalık ile dolu olan Ayasofya Câmisinin kürsüsüne çıkardı.

Sonradan bir risâle hâlinde neşredilen Fâtihâ Tefsîri'ni kürsüde büyük bir vukufla ve şâhâne bir hitâbet örneği hâlinde takrîr edip anlatan Hâdimî'nin bu dersi, hocası olan Şeyhülislâmın sevincinden ağlamasına sebeb oldu. Bu takrirden sonra, Topkapı Sarayına çağrılıp tebrik ve taltîf edilen Hâdimî'ye İstanbul'da kalması teklif edildi. Bu iltifâtlara teşekkür eden ve lisân-ı münâsiple Hâdim'e avdet etmek istediğini arz eyleyen Hâdimî, İstanbul'dan bâzı kitâplar satın alarak, bu defâ iki deve yükü kitapla Hâdim'e döndü.

Bundan sonra, okuyup araştırma ve eğitimin yanısıra, eser yazmaya da başladı. Kur'ân-ı kerîm sûrelerinden bâzılarının ciltler hâlinde tefsîri olan ilk eserlerini, talebeleri temize çekip çoğaltarak, kitap hâline getirdiler. Medresesinde Arabî, Fârisî, usûl-i fıkıh, fıkıh, tefsîr, hadîs, kelâm, edebiyât gibi dersler okuttu. Pekçok âlimin yetişmesine vesîle oldu. Bunların içinde başta oğulları Saîd, Abdullah, Emîn, Nûmân gelmekteydi. Ayrıca "Ayaklı Kütüphâne" lakabıyla anılan Müftîzâde Muhammed Antâkî, İsmâil Gelenbevî, Mehmed Kırkağacî, Hâfız Osman Üskübî, Ahmed Ürgübî, Konyalı İsmâil Hakkı, Hacı İsmâil Kayserî gibi âlimler meşhûr oldular.

Muhammed Hâdimî hazretleri, 1762 (H.1176) senesinde Hâdim'de, son hastalığına yakalanmıştı. Çocuklarını, talebelerini ve dostlarını çağırıp herbiriyle helallaşıp, vedâlaştı. Çocuklarına ve talebelerine vasiyetini bildirdikten sonra; "Vefât ettiğimde, daha önce vasiyet edip anlaştığım kimse gelene kadar beni soyup gaslimi yapmayın." buyurdu. O gece sabaha karşı, talebelerinin Yâsîn-i şerîf kırâatları arasında mübârek rûhunu teslim eyledi. Kuşluk vakti sıralarında daha önce anlaştığı Trabzonlu Hacı Mehmed Efendi gelip, gasil, techîz ve tekfîn işlerini yaptı. Kabrini babası Mustafa Efendinin yanında kazdırdı ve oraya defni yapıldı. Âşıkları, uzak yakın yerlerden gelerek kabrini ziyâret etmektedir.

Mezar taşında şunlar yazılıdır: "Bütün dînî bilgileri kendisinde toplayan ve Târîkat-i Muhammediye kitabını şerheden, âriflerin kutbu, Allahü teâlâya kavuşmak isteyenlere yardım eden Ebû Saîd Muhammed Hâdimî'nin rûhuna Fâtiha."

Hâdimî'nin oğluna yaptığı vasiyeti şöyledir:

Allahü teâlâya hamd, Habîb-i ekremine, âl u eshâbına ve O'nun sünnetlerine tâbi olan ve yolunu sevenlere salât ve selâm olsun.

Ey nasihat kabûl edici, pek aziz oğul Saîd! Allahü teâlâ seni uzun ömür içerisinde sevdiği ve râzı olduğu şeylerle azîz eylesin. Ziyâde ilmin hâsıl edeceği takvâ, istikâmet, korku ile mesûd kılsın.

İmâm-ı Gazâlî'nin de buyurduğu gibi, nasihat etmek kolaydır. Zor olan, onu yerine getirmektir. Çünkü nefsin fıtratında, yaratılışında nefsânî arzu ve istekleri sevmek vardır. Yine nefsin fıtratında, yaratılışında hep kendi temenni ve arzu ettiklerine meyletme vardır. Kişi, sevdiğinin aybına karşı kördür ve kişinin düşmanı, kendi evinin içindedir. Binâenaleyh o düşmanın zarârından ve hîlesinden emin olmak zor ve güç olur. Nefsin kılıcından ve oklarından, ancak kendi Rabbine ve nefsinin Rabbine yalvararak kurtulabilirsin.

Sonra bil ki, ben günahkârım, hatâlı nefsime, sana ve bütün kardeşlerime, bilhassa talebelerime ve sevdiklerime, âlemlerin rabbi olan Allahü teâlânın peygamberlerine, evliyâsına ve bütün kullarına yaptığı tavsiyeyi yaparım. Cenâb-ı Hak Nisâ sûresi 131. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurmuştur: "Sizden önce kitap verilenlere ve size emrettik ki Allahü teâlâdan ittikâ edin (korkun, takvâ sâhibi olun)..." 

İmâm-ı Nevevî, El-Minhâc kitabında buyuruyor ki: "Eğer âlemde takvâdan başka hayrı daha çok toplayan, sevâbı daha büyük olan, ubûdiyette, kullukta daha yüksek, kemâle erdirmekte daha evlâ, dilekleri daha çok birleştiren bir haslet olsaydı, Allahü teâlâ onu tavsiye ve emrederdi. Çünkü O, kullarına en merhametli, en şefkatli olan ve en çok nasihat edendir."

İşte bunun için Peygamber efendimizin sevdiklerinden birine yaptığı bir vasiyetinde; "Sana Allahü teâlâdan korkmayı (takvâyı) tavsiye ederim. Çünkü o her şeyin başıdır." buyurmuştur.

Takvâ, dünyâ ve âhiretin hayırlarını toplayan bütün mühim işlere kâfi gelen, insanların ulaşabilecekleri en yüksek derecelere ulaştıran, üzerine ilâve yapılamayacak vazgeçilmeyen bir esastır. Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: "O kökü sâbit, dalları semâda olan güzel bir ağaçtır." ve; "Çirkin bir söz de yerden koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer." Takvâ her türlü kötülüğü zorluğu ve zihni bulandıran, sarhoş eden şeyleri kökünden sökücüdür. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Allahü teâlâ muttakîlerle (takvâ sâhipleri ile) berâberdir."

O halde sen, Allahü teâlânın râzı olmadığı şeylerden uzuvlarını koruyarak, cenâb-ı Hakk'ı ululayıp, tesbîh ederek, her türlü noksan sıfatlardan uzak bilerek kalbini aydınlat. Bütün gayretini harcayarak ve bütün gücünü sarf ederek onun en üst makâmını elde etmeye, ihtimâm göstermeye çalış. Bu konuda dikkatli ol ve sıkı sıkıya ona bağlan.

Bu ise ancak, yapılması mahzurlu olan şeylere düşmemen ve yapılması mahzurlu olmayan, fakat terki daha iyi olan şeyleri terk etmen sûretiyle mümkün olur. Bu da ancak inanılacak esaslar, amel edilecek hususlar, normal işler ve muâmelâtta (günlük işlerde) zarûrî bir sebeb olmaksızın, ruhsatlardan kaçınman ve İslâmiyetin azimetlerine sarılmaya devâm etmenle mümkündür.

Bu da, dünyâ ehlinden kaçmakla hâsıl olur. Çünkü dünyâya düşkün insanlarla berâber olmak, tecrübe edilmiş bir zehirdir. Onlarla haşır neşir olmak, kesici bir oktur. Onlardan çekin ve hîlelerine karşı müteyakkız, uyanık ol. Onlarla berâber olmak bulaşıcı, tabiat da onu bulaştırıcıdır. Dâvetlerine mümkün mertebe gitme. Onları dost edinmekten yüz çeviren biri demiştir ki: "Onların zararlarının en azı, kendilerine yaptığın ziyâretler sebebiyle, vakitlerini çalmalarıdır." Vakit de senin malının sermâyesidir. Ondan bir an geçer de, ömrün müddetince, askerleriyle birlikte meliklerin hazinelerini sarf etsen bile, onu tekrar ele geçirmek mümkün değildir.

Hazret-i Ali'den gelen bir sözde denilmiştir ki: "Ahâlisi senden şikâyetçi olan bir beldede oturma. Zîrâ sen onlarla berâber olmakla küçülürsün." Ahlâkı ve sireti güzel, salâh ve tevâzuu görülen kimse ile arkadaşlık etmek çok güzel olduğu gibi, bu kötülüklere karşı keskin bir panzehirdir ve muazzam bir iksirdir. Sen böyle bir kimsenin sohbetinde hattâ mümkünse hizmetinde bulun. Sen onlardan olmasan da, ahlâkıyla ahlâklanmak, gidişât ve hikmetlerini anlamak maksadıyla sâlihleri sev.

Haramlardan çekindiğin gibi şüphelilerden de uzak dur. Çünkü haramlar, şüphelilerle sâbit olur. Nitekim: "Kim şüpheli şeye düşerse, harama da düşer." hadîs-i şerîfi bunu göstermektedir. Kimin söylediğine bakma, ne söylediğine bak. Dünyâdan az bir şeye kanâat et. Çünkü kimin gâyesi, kendisine kâfi gelecek şey olursa, o hususta olanın en azı bile kendine yeter. Eğer gâyesi zengin olmak ise, onu ihtiyaçsız kılmak mümkün değildir, vâdiler altın olsa, başka bir vâdi ister.

Dedenin vefâtından sonra, rüyâda tavsiye ve nasihat isteyen babana yaptığı vasiyeti al. O şöyle demişti:

Şunlar sana nasihat olarak kâfidir. Bak benim yanımda dünyâ malından bir şey var mı? Dünyâya kıymet verme. Ona ve dünyâ ehline ihtiyacını açma. İhtiyaç gösterirsen, her şeye muhtaç olmaktan kurtulamaz, ömrün boyunca düşkün ve aşağı olursun ve hiçbir şey elde edemezsin. İhtiyâcını yalnız Rabbine aç ve dâimâ O'nun emrine uy. İşte o zaman her şey sana muhtâc olur ve her şey hattâ pâdişâhlar senin peşine düşer. Bunlar nasihatların anasıdır, onlarla amel edersen hiç bir şeye muhtâc olmazsın."

Kalk git. Ömrünü seni ilgilendiren faydalı şeylerde harca. Fırsat varken, seni ilgilendirmeyen mâlâyâni şeylerde zâyi etme. Şu hadîs-i kudsîye sarıl: "Ey dünyâ, bana hizmet edene, sen de hizmet et. Sana hizmet edeni ise yor." Kim dünyâya tâbi olursa, felâh bulamaz. Âhirette ise kurtuluşa eremez. Dünyâdan ve ona düşkün olanlardan, arslandan kaçtığın gibi kaç. En yüksek olanı, en alçak olanla ifsâd etme. Sermâyeni bâki zillette olan amellere harcama. Resûlullah efendimizin şu hadîsini düşün; "Dünyâ için, orada kalacağın kadar çalış. Âhiretin için de orada kalacağın kadar amel et. Allahü teâlâ için, O'na ihtiyâcın miktarınca amel eyle. Cehennem için, ona sabredebileceğin kadar günâh işle. Dilediğin gibi yaşa; muhakkak ki sen öleceksin. Dilediğini sev, muhakkak ki ayrılacaksın. Dilediğini yap, muhakkak sûrette sen onun karşılığını göreceksin."
Peygamber efendimizin şu hadîsine de dikkat et: "Dünyâda sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol." O halde ömrünü boş şeylerle zâyi etme. Tâatlere, ibâdetlere devâm et. Özellikle tefekkür, düşünme, tecvid ve edeple Kur'ân okuma gibi en fazîletlilerini yap. Şüphesiz ki bu, Allahü teâlâ ile konuşma gibidir.

(Farzlarla berâber) nâfilelere devâm et. Teheccüd namazını kıl. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz, gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir." Yine meâlen buyuruyor ki: "Ey Muhammed! Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan namaz kıl. Tâ ki Rabbin (âhirette) seni övülecek bir makâma yükselte."

Bâzı âlimler demişlerdir ki: Geceleri ihyâ etmek, Allahü teâlânın aşağıdaki âyet-i kerîmesinde işâret buyrulan hakîki saltanat ve mülktür: "Ey Muhammed! De ki! Mülkün sâhibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini azîz kılar, dilediğini alçaltırsın. İyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye kâdirsin."
İnsanlara davranışın, hilm, sevgi, merhamet, şefkat, rıfk, yumuşaklık, tevazu ve kötülüğü affetme gibi güzel ahlâkla olsun. Sevgili Peygamberimiz; "Fazîletlerin en üstünü, senden kesilene gitmen, seni mahrûm bırakana vermen, sana zulmedeni affetmen, sana kötülük yapana iyilik etmendir." buyurmuşlardır.
Sükûtu tercih et. Çünkü güzel huyların efendisi, âlimin zîneti, ibâdeti yükseltendir. Dilini sana lâyık olmayan şeylerden koru. Sana iyi davranmayanları bırakıp, kendine lâyık bir arkadaş seç. Gaybleri bilen Allahü teâlânın nazargâhı olan bâtını, kalbi harâb edecek şekilde, zâhirinin zînetlenmesi için çalışma.

Vaktin darlığı bu kadarla yetinmeyi îcâb ettirdi. Eğer daha fazla bilgi almak istersen selefin nasihatlarına mürâcaat et. İmâm-ı A'zam'ın birinci talebesi ve Hanefî mezhebinin ikinci imâmı olan Ebû Yûsuf'la yaptığı ve El-Eşbah ven-Nazâir kitabının sonunda yazılan nasihatlar, İmâm-ı Gazâlî'nin Eyyühe'l-Veled kitabındaki nasihatları İmâm-ı Süyûtî ve diğer âlimlerin nasihatları gibi. Eğer tevfik yetişirse, inşâallahü teâlâ gerisi tamamlanır.
Bu vasiyeti, bereket kazanmak için nasihat kitabı yap. Her şeyin üstünde tut. Ona tekrar bak. Umulur ki, onunla nefsini tezkiye eder, temizler, bize diri iken de, ölü iken de duâ edersin. Allahü teâlâ, bizi mârifetini tatmakla rızıklandırsın ve o şekilde öldürsün. Sen, Allahü teâlânın, en üstün Nebîsine kâmil olarak tâbi olmalısın. O'na ve tâbilerine en üstün tehiyye ve selâm olsun."

Muhammed Hâdimî hazretlerinin mühürlerinde şu yazı vardı:
"Ey bâr-i Hudâ be Hakkı hestî,
Şeş çîz merâ medet firistî,
İlim u amel, ferağ-ı destî.
Îmân u emân, ten dürüstî.
Mezhebi Nu'mân, Es-Seyid Muhammed."

Mânâsı: "Yâ Rabbî! Varlığın hakkı için şu altı şeyi bana ihsân eyle: Îmân, vücûd sıhhati, ilim, amel ve ihlâs, cömertlik ve emirlerini yapabilmek. Hanefî mezhebinden Seyyid Muhammed."
Muhammed Hâdimî hazretlerinin insanlığın saâdeti için hazırladığı eserleri pek çoktur. Bunlardan bâzıları şunlardır:
1) El-Berîkat-ül-Mahmûdiyye fî Şerhi Tarîkat-il-Muhammediyye, 2) Dürer Hâşiyesi, 3) Hâşiyetün alâ Tefsîr-i Sûret-in Nebe' lil-Beydâvî, 4) Risâletün fî Sülûk-in-Nakşibendiyye, 5) Risâlet-ül-Huşû'i fis-Salâti, 6) Risâletün fî Hakk-ıl-Istihlaf, 7) Arâyis-ün-Nefâisi fî İlm-il-Mantık, 8) Menâfî-ud-Dekâik fî Şerhi Mecâmi-ul-
İŞTE BENİ GÖRÜYORSUN YA
Muhammed Hâdimî, Rum diyârının seçilmiş âlimlerinden olan mübârek babası Mustafa Efendinin kabrini ziyârete gitmişti. Kabrinin başında Yâsîn sûresini okuyup sevâbını, Peygamber efendimize bütün peygamberlere (aleyhimüsselâm), Eshâb-ı kirâma (radıyallahü anhüm) ve bütün ehl-i îmânın rûhlarıyla birlikte, babasının da rûhuna hediye etti. Sonra murâkabeye dalmış halde beklerken, Allahü teâlânın izniyle babası âniden mezarından kalktı. Çok heyecanlandı. Onu bu şekilde ilk defâ görüyordu. Sessizce bir müddet bekledikten sonra, ondan nasihat istedi. "İşte beni görüyorsun ya. Dünyânın sebep ve alâkalarından hiçbir şey fayda vermiyor. Geçim husûsunda hırs ve kötü emelden sakınarak, cenâb-ı Hakk'a tevekkül et ve O'nun verdiklerine râzı ol! Dünyâda sebeplerini yaratanı unutup, ihtiyâcını, görünüşte buna sebeb olan kula bildirirsen, cenâb-ı Hak seni elinden bir şey gelmeyene muhtâc eder. Eğer ihtiyâcını herkese söylemeden sâdece Allahü teâlâya arz edersen, dünyâ bile sana muhtac olur." dedi.

Yazar: Konyalı Muhammed Mevlana Ebû Said Hadimi
Terceme Heyeti: Prof. Dr. Bedreddin Çetiner - Hasan Ege - Seyfeddin Oğuz
Cilt Sayısı: 5
Sayfa Sayısı: 2500
Boyut: 17 x 24 cm 
Basım Yeri: İstanbul
Kapak Türü: Ciltli Sert Kapak
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe 
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo

Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Tavsiye Ürünler
Berika, Tarikatı Muhammediyye Şerhi, İmamı Birgivi, Konyalı Mevlana Ebu Said Muhammed Hadimi, 5 Cilt Toplam 2500 Sayfa Berika, Tarikatı Muhammediyye Şerhi, İmamı Birgivi, Konyalı Mevlana Ebu Said Muhammed Hadimi, 5 Cilt Toplam 2500 Sayfa, Konyalı Mevlana Ebu Said Muhammed Hadimi Hazretleri Tarikat-ı Muhammediyye Şerhi Berika Kitabı İmam-ı Birgivi kahraman yayınları 5 cilt ucuz fiyat, Kahraman Yayınları, İbadet - Ameller tarikatı muhammediyye şerhi kitabı, kahraman
Berika, Tarikatı Muhammediyye Şerhi, İmamı Birgivi, Konyalı Mevlana Ebu Said Muhammed Hadimi, 5 Cilt Toplam 2500 Sayfa

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.