Tasavvuf Sohbetleri Mevlana Şeyh Nazım Kıbrısi El Hakkani 3 Kitap Takım

Tasavvuf Sohbetleri Mevlana Şeyh Nazım Kıbrısi El Hakkani 3 Kitap Takım

Kategori
Barkod
Tasavvuf Sohbetleri 3 Cilt
Aynı gün kargo
Tasavvuf Sohbetleri Mevlana Şeyh Nazım Kıbrısi El - Hakkani Hazretleri - 3 Kitap Toplam 1168 Sayfa
"Bu kitapta yer verilen sohbetler, dünyaca tanınmış Nakşbendi mürşidi Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısî'nin dergâhında derlenmiştir. 
Üzerinden çeyrek asırdan fazla süre geçmiş bu benzersiz sohbetler bu yönüyle tarihî bir öneme de sahiptir. 
Manevi dünyamıza musallat olan "sahte maneviyat önderleri"nin kol gezdiği günümüzde, hakîki bir İlm-i Ledün sultanı olan Şeyh M. Nazım Kıbrısî'nin bu sohbetleri her okunduğunda, okura yepyeni ufuklar açacaktır.
Kitabın sonunda yer alan "günlük zikir" dersi ile tasavvuf yoluna ilk adım atılabilir.
Bugün doksan yaşı üzerinde olan ve dünyanın bütün kıtalarında tasavvufî tebliği devam eden Şeyh M. Nazım Kıbrısî, "Tarikatımız sohbettir" olarak özetlediği tasavvuf yoluna sizi de davet ediyor."

Yazar: Şeyh Nazım Kıbrısi El Hakkani
Kitap Sayısı: 3
Sayfa Sayısı: 1168
Boyut: 14 x 21 cm 
Basım Yeri: İstanbul 
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe 
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo

Kitaptan bir bölüm: 
Peygamber den umup, yardım istiyor. (s.13 ve s.154muht elif sayfalard a)
Ya Seyyidî, Ya Resûlullah medet, medet ya Sultanu'l Enbiya, medet ya Rasûlullah, sizin   şefkat - şefaatiniz olmadan, o ezelî inayet kimseye ulaşamaz. Sizin huzurunuz da da sizden şefaat dilenerek geldik ya Ekreme'l-Halkallallah. Ey bütün mahlukatın içerisinde lütfü kerem denizi olan şanlı Nebi! Bize şefkat, şefaat nazarınızdan lütfen bir nazar kılınız. Esselatü ve'sselamu aleyki ya Seyyidî.
Ya seyyidenâ, ya tabîbe'I - kulûb, ya hayate'l vücud, ya sâdatınâl - kiramu cemîa.(sayfa 13)

Medet ya Sultanu’l-Enbiya, medet Ya Sultanu’l –Evliya...(Sayfa.154)
Medet ya Allah,  Ya Resulalla h medet. Medet Ya Seyyidî Sultanu'l-Evliya! Medet Ya Seyyidî, ya Şeyh Yahya! destur.(sayfa.192)
Ya seyyidî ya Rasulalla h! Medet Ya Sultanu'l-Enbiya!Bu ümmetlere, bize lüzum edeni, sizin şefkat ve şefa-  atinden dileniyor, niyaz ediyoruz. Ya seyyidî ya Rasulalla h biz bir şey bilmiyoru z, bildirirs en  biliriz. Bize lüzum edeni Ya seyyidî, ya Rasulalla h isteriz. Ya Ricalalla h! Ya ibadallah i's-Salihin! Ya Evliyaall ah! Ya Sultanu'l-Enbjya! Sizden de imdat ediyoruz. Ya seyyidi! Ya Şeyh Yahya, size olan selahiyet ten, sizin maideden bize yediriniz . Ruhani olan gıda ruhani olan kuvvet menbaından bize de aşılayıp sizin yolunuza yürümeye, yürütmeye fehm-u tefhime sizden imdat istiyoruz .(sayfa.192-193)

Bir beldenin olmayan mutaraffından izin isteme gafleti. (s.14)
İmam-ı Şarani Hazretler i, «Hiçbir zaman cemaate bir söz söylemek üzere oturmadım ki, o asırda o beldede bu vazifeyi esaleten uhdesinde tutan mutasarrıftan destur taleb etmeyeyim .>> Bu da bütün vaizlere olan edebdir. Kim bir yerde bir şey konuşacak olursa; o vazife üzerinde asaleten bulunan, oradaki ümmet-i muhammedîyi irşada, — zahir ve maneviyatında - himayeye müvekkel olan bir veliyyull ah bulunur.  Edeb o makamda  oturan kimseye, derhâl ondan destur talep etmektir. O desturu verdikten sonra onun söylediği kelamı hazır olan cemaatın kalbine nakşetmesi o zatın vazifesid ir.

Hz.İsa’nın sofra inmesi için Hz.Muhamm ed’e tevessül ettiği iftirası.(s.15)
Peki İsa Peygamber'in ümmetine Cenab-ı Allah maide indirdi. — Gökten sofra indirdi — Kimin hürmetine endi, o sofra. İsa Peygamber hürmetine mi indi? Habibulla h hürmetine, Habibulla h ile tevessül edip de indi, İsa Peygamber'e maide. «Habibullah hürmetine indir» dediği vakit indi. Bu da sırdır. 

Aracısız Allah’a dua edilmez yalanı.(s.16)
Enbiya kiminle tevessül ediyordu. Enbiya'nın makamına layık mıdır? Peygamber'i atlatıp ta Allah'tan bir şey istesin. Yeni çıktı bu moda. Peygamber'i bu tarafa atıp da  Allah'dan birşey isteyecek .  Maaşallah.

Yüzyirmidörtbin peygamber kıdeminde olduğu iddia edilen veliden izin almadan başka bir veli İstanbul’a giremez yalanı.(s.17) 
Hazır olan bir beldeye müvekkel olan bir tek kimse var. Burada, sancağı şerifi bekleyen zat var burada. Peygamber sancağı buradadır. Onu beklemeye müvekkel bululan vazifeli bir veliyyull ah var. Yüzyirmidörtbin peygamber in kıdeminde olan zattır. Ondan destur almadan hiçbir veliyyull ah içeri giremez, İstanbul hududuna. Ondan illa destur alacak. Gelirken ona göre izin verirse içeri girer. İzin vermezse edeben ta izin verilince ye kadar durur. Burası boş yer değil, burası makam. 

Peygamber adına yalan söyleyerek: mü’min levh-i mahfuzu, cenneti, cehennemi, arşı ve  yerin altını görür uydurması.(s.22)
Levh-u mahfuzu görmene mani yok. Peygamber böyle söyledi, bu yalan kelam değil. Hüccet ile söylenen sözdür bu. Mü'min Allah nuruyla bakar. Allah nuruylan baktığı vakitte, yedi kat yerin altındakini de görür. Yedi kat göğün üzerindeki bütün hakikatla rıda seyredebi lir. Arşıda görür, levhide görür, cenneti de görür, cehennemi de görür. Mü'min dediğimiz vakitte, sen onu az bir şey zannetme.

Kibritü’l-Ahmer denen kişilerden nur alırsak levh-i mahfuzu bize gösterirler iddiası. (s.23-24)
Kibritü'l Ahmer dediği; İsmi duyulup kendisi görülmeyen, en kıymetli cevherden kinaye olarak söylenen cevherdir . Onlar hemen ele geçmez. Çok araştırdıktan sonra, çok talib olduktan sonra; Allah-u Zülcelal talib olan, sıdk ile taleb eden kulunu boşa bırakmaz. İlla buldurur, illa söyletecek, illa dinletece ktir. İşte o gibi kimselerd en nur alırsak, işte zaman o Levhü'l Mahfuz'u bize gösterirler. Bizim çerağımızda yandığı zaman o nurlar, biz de bakarız biz de görürüz. Levh-u Mahfuz'daki sözümüzü biliriz, ona kendimizi takdim ederek kulluğumuzu ifa ederiz.

Allah’ın sıfatlarını ve tasarruf yetkisini kutublara verme şirki. (s.39-40)
Vaktin kutbu odur ki, kutub demek bütün inayet üzerine inzal olup içinden, gerek ulvî alemlere, gerek suflî alemlere, gerek semâvata, gerek yerlere dair ve içerisinde olan bütün mahlukata yaşatacak, gayelerin e döndürecek, onları vücudda tutacak inayeti taksim eden zat demektir.

Tasavvuf dinine göre "Alim” kimdir? (s.41)
Biz henüz kendi sırrımıza agâh değiliz. Biz henüz kendimizi tanımış değiliz. Kendimi tanıyorum.
—   Kimsiniz siz? dediğiniz vakitte;
—   Ben filancayım.
—   Sen kimsin ve nesin, sırrın nedir?    Allah ile olan muaheden nedir.   «Elestü, Birabbiku m Kâlû Bela» da   Allah-u Zülcelal seni çağırdığı günde, hangi isimlerle çağırdı seni, biliyor musun?   Kaç isimle çağırdı? Bir kimse alimim diye cevap verdi, Trablusşam'da:
—   Alim misin? dedim.
—   Evet, Ezher'den mezun alimim.
—   Şu ağacın kaç yaprağı var söylesene bana dedim. Söylemedi.
—   Bilemiyor um, dedi.
Bilemiyor san, biliyorum diyerek o ismi nasıl taşıyorsun?  Alim demek bilici demektir. Onu bırak kendinde olan sakalının tüylerinin sayısını söyle bana. O ağaç sana uzaksa sakalında olan tüyler kaç tanedir, kaç tel var sakalında? Onu haber ver?
—  Saymadım.
—   Öyle beleşten alimim deme, bana.
—   Ne diyelim, Hoca Efendi, ne diyelim Şeyh Efendi, dedi.
—   Talibim de. Talibim de, hiç olmazsa. Alimim diye iddia etme. Talibiz öğrenmeye, peyderpey öğreniyoruz. Bizim öğrendiğimiz bu taraftan gelirse, o taraftan fazlası çıkıyor. Yani unutuyoru z,   birikmiyo r içeride.
Alim kimdir? Alim; Arif-i billah olan kimsedir. Arif kimdir? Bütün masiva bütün yaratılmış olan herşeyi adedi ile, hikmeti ile ihata edebilen kimsedir. Çünkü mahluku bilmeden halikı bilmeye yol yok ki. Nasıl arif olacaksın? Yarattığını bilmezsen, o azamet ve kudret sahibi Allah Azze ve Celle'ye nereden yol bulacaksın? Bu alemleri bileceksi n. İçerisinde olanları tanıyacaksın. Zerre be zerre, cüz'ün la yetecezza'yı da bileceksi n. İsmiyle, hikmetiyl e tanıyacaksın. Ondan sonra onu yaratana yol bulursun arif olursun. Alimlik kola değil.

Kur’anda bildirile n mahşerden habersiz olan şeyhin sapık anlayışı ve kutbun küstah tavrı.(s.42-43)
Mahşer gününde: «Bunlara olan suali bana, bunların cevap veremediği meselede bana sual Ya rabbi! Bana sual edin. Bunların noksanını bana yükle. Bunlara verilecek azabı bana yükle. Bunların yerine beni cehenneme koy» diye habîbin ümmetlerini bu derecede kayırmayı kendileri ne feda etmese o rütbeyi onlara giydirmez ler.
 www.kitaptakipcileri.com
Beyazıd-ı Bestami’nin Allah’a karşı küstahlığı(s.47)
Ebu Yezid(Beyazıd-ı Bestami) öyle çağırırdı:
—   «Ya Rabbi! Sen kadirsin, muktedirs in. Benim vücudumu büyült, yedi cehennemi dolduraca k kadar büyült. Yedi cehennemi benimle doldur. Kullarının hepsini dışarıya at. Ne ümmet-i Muhammedi'den olan ne gayrileri ni. Hepsini dışarıya at, benimle doldur» diyor. Bütün millet - mahşerde - titreyip duruyor. Allah Azze ve Celle'nin huzurunda hesap vermekten titreyip duruyor hepsi diyor. O günü bekliyoru m. O günde «Ya Ebâ Yezid!» dediğini işiteyim habibimin ben. «Ya abdî! Hesaba gel» dediğini işiteyim. Onu işittikten sonra yedi cehennem bana dokunmaz. 

Cehennemi söndürebilen Beyazıd-ı Bestami yalanı.(s.48)
Yedi cehennemi n içerisine beni atarsa yedi cehennemi söndürecek ferah var, benim kalbimin içerisinde o zaman diyor. Neden o Rabbim Azze ve Celle'nin «Ya abdî» hitabı geldikten sonra ferah ve sürürün haddi hesabı, haddi payanı olamaz. Yedi cehennem söner diyor, O benim ferahtan. Beni içeri atsın diyor. O saati, o anı bekliyoru m ben, diyor. O an ki; Rabbim «Ya Abdî» desin bana, yetişir. Başka ferah, başka şenlik aramam diyor. O hitabı işittirsin bana Rabbim Azze ve Celle. «Ey kulum» desin. Bu kulaklarım onu işitsin. Ebedî ferahtayım ben, diyor. Yedi cehennem değil, yetmiş cehennem olursa söner benim içerimdeki aşk-ı şevkin, ferahı, sürürün şiddetinden. İşte onlarda böyledir. Böyle olmaya Allah-u Zülcelal, bize İman hakikatin den aşılasın. Amin.

Tasavvuf meclisind e toplananl ara cennet mühürü vurulur yalanı.(s.49)
Eğer o evliyaull ah'tan birisi zikrolund uğu vakit bu meclis müstaid bir kimseleri n meclisi olursa, ruhaniyet iyle burda hazır olurlar. Onların bir ruhanî kuvveti onlardan niyabeten onların yerine olaraktan bu meclisimi zde hazır olur. Bu meclise Berzah'ta bulunan Evliyaull ah'tan olsun, hayattaki lerden olsun, ruhanî olarak birisi geldi mi bu meclistek i kimselere aslî olan saadet mührünü vurur ki; bu mecliste şaki otursa saîd olur. Cehenneml ik kimse oturursa, cennetlik sıfata döndürecek mühürle onu mühürler.

Şeyh Nazım Kıbrısi El Hakkani Hayatı:

Kıbrıs’ın Larnaka şehrinde 21 Nisan 1922 (26 Şaban 1340) Cuma günü doğdu. Soyu, baba tarafından, Kadiri tarikatı kurucusu Abdülkadir Geylani Hazretlerine, anne tarafından ise Mevlevi tarikatı kurucusu Mevlana Celaleddin Rumi Hazretlerine dayanır. Baba tarafından dedelerinin soyu Peygamber ailesine dayanır.

Çocukluğunda Kadiri tarikatı şeyhi olan dedesinden bu tarikatın disiplin ve maneviyatını öğrendi. Daha küçükken olağanüstü özellikleri vardı. Tavırları mükemmeldi: kimseyle kavga etmez ve tartışmazdı. Her zaman gülümser ve çok sabırlı idi.
 www.kitaptakipcileri.com
Bir genç olarak, olağanüstü yüksek manevi mertebesi sayesinde büyük ilgi görüyordu. Larnaka’da herkes onu tanıyordu, çünkü genç yaşta insanlara fikir veriyor ve gelecek hakkında konuşabiliyordu. Beş yaşından itibaren annesinin onu bulamadığı zamanlar oluyordu. Uzun aramalardan sonra annesi onu ya camide ya da Hala Sultan Tekkesi’nde (Peygamberimizin süt halası) bulurdu. Türbenin üzerinde havada asılı duran büyük taş, oraya bir çok turist çekmektedir. Annesi onu eve götürmeye çalıştığında; "Beni burada bırak, o bizim ceddimizdendir.” derdi. Sık sık, 14 yüzyıl önce gömülen Hala Sultan ile konuştuğu görülürdü. Biri onu rahatsız ederse; "Bırakın, burada gömülü olan büyük annemle konuşuyorum.” derdi.

Gündüz dünya ilmini öğrenmek için normal okula gidiyor, geceleri ise vaktini din ilimlerini ve Mevlevi ve Kadiri tarikatını öğrenmekle geçiriyordu.

Şeriat, Hadis, Fıkıh ve Tefsir öğreniyor bütün İslami konularda fetva verebiliyor, bütün manevi mertebelerden konuşabiliyordu. Zor hakikatleri açık ve kolay şekilde anlatma kabiliyeti vardı.

Kıbrıs’ta liseyi bitirdikten sonra (1940- Hicri 1359) iki ağabeyi ve bir kız kardeşinin yaşadığı İstanbul’a gitti. Beyazıt’ta bulunan İstanbul Üniversitesi’nde Kimya Mühendisliği okudu. Aynı zamanda şeyhi Cemaleddin el-Alasuni (vefatı: 1955-Hicri 1375) ile hem şeriat ilminde ilerliyor, hem de Arapça lisanı öğreniyordu. Kimya Mühendisliğinde de çok iyi gidiyor ve arkadaşlarını hep geride bırakıyordu. Üniversite hocaları onu araştırma yapmaya teşvik ediyor ama o; "Modern ilim beni cezbetmiyor, kalbim hep manevi ilimlere çekiliyor” diyordu.
İstanbul’da bulunduğu ilk sene içerisinde ilk manevi şeyhi olan Nakşibendi tarikatı şeyhi Süleyman Erzurumi hazretlerini (vefatı: 1948) buldu. Üniversiteye devam ederken aynı zamanda şeyhinin sohbetlerine de devam edip Nakşibendi tarikatını öğreniyordu.
Sultanahmet camisinde, bütün geceyi tefekkürle geçirdiği sık sık görülürdü. Kendisi şöyle anlatıyor:
 www.kitaptakipcileri.com
"Orada, kalbime rahmet ve selamet geliyordu. Sabah namazlarını o camide, şeyhlerim Şeyh Cemaleddin el-Alasuni ve Şeyh Süleyman Erzurumi ile beraber kılıyordum. Beni eğitiyor ve kalbime manevi ilim yerleştiriyorlardı. O zamanlar beni Şam’ın mübarek topraklarına çağıran bir çok rüya gördüm fakat henüz şeyhimden izin yoktu. Bir çok kez rüyalarımda Peygamber Efendimizi beni huzuruna çağırırken gördüm. Kalbimde her şeyi bırakıp Peygamberimizin mübarek şehrine göç etmek için derin bir arzu vardı.

Bir gün, kalbimdeki bu hasret çok yoğun olduğu bir zaman, Şeyhim Süleyman Erzurumi Hazretlerini gördüğüm bir zuhurat hasıl oldu. Gelip beni omzumdan salladı ve bana: "İznin şimdi geldi. Senin sırların ve manevi eğitimin benimle değil. Ben seni sadece emanet olarak tuttum ta ki senin gerçek şeyhin olan Abdullah Dağıstani Hazretlerine (ki benim de şeyhimdir) hazır olana kadar. O senin anahtarlarını tutuyor. Git onu Şam’da bul. Bu izin sana benden ve Peygamberimizden geliyor (Şeyh Süleyman Erzurumi, Nakşibendi tarikatının 313 büyük evliyasından biri idi).”

Zuhurat bitmişti ve ben Şam’a gitme iznini almıştım. Bu olayı söylemek için şeyhimi aradım. Onu yaklaşık iki saat sonra camiye gelirken buldum. Yanına koştum, bana kollarını açıp: "Oğlum, zuhurattan memnun musun?” dedi. Olan biten her şeyden haberdar olduğunu anladım. Bana: "Bekleme, hemen Şam’a doğru yola çık.” dedi. Adres veya başka bilgi vermemişti, sadece Şam’da Şeyh Abdullah Dağıstani demişti. İstanbul’dan Halep’e trenle gittim. Oradan Şam’a geçmeye çalıştım ama mümkün değildi. Şam’ı işgal eden Fransızlar İngilizlerin hücumuna hazırlanıyordu. Ben de Peygamberimizin sahabesi Halid bin Velid’in türbesinin bulunduğu Humus’a gittim. Türbeyi ziyaret edip camiye girdim ve namaz kıldım. Sonra yanıma bir kişi geldi ve bana şöyle dedi: "Akşam rüyamda Peygamberimizi gördüm; bana ‘Torunlarımdan biri yarın buraya geliyor, onunla ilgilen’ dedi. Sonra bana senin nasıl olduğunu gösterdi. O kişinin sen olduğunu görüyorum.”
 www.kitaptakipcileri.com
"Dediğinden o kadar etkilendim ki davetini kabul ettim. Bana caminin yanında bir oda verdi. Orada bir yıl boyunca kaldım. Namaz kılmak ve Humus’lu iki büyük alimin meclislerinde bulunmak dışında odamdan çıkmıyordum. Bu alimler tecvid, tefsir, hadis ilmi ve fıkıh öğretiyorlardı. İsimleri Şeyh Muhammed Ali Uyun ed-Sud ve Humus müftüsü Şeyh Abdülaziz Uyun es-Sud idi. Aynı zamanda, iki nakşibedi şeyhinden de manevi eğitim alıyordum. Bunlar Şeyh Abdülcelil Murad ve Şeyh Said es-Subai idi. Şam’a gitmek için can atıyordum. Savaşın yoğunluğu yüzünden, önce Trablus’a oradan Beyrut’a, Beyrut’tan da Şam’a daha güvenli bir şekilde gitmeye karar verdim.”

1944 yılında (Hicri 1364) Şeyh Nazım otobüsle Trablus’a gitti. Otobüs onu limanda bıraktı. Orada bir yabancı idi ve kimseyi tanımıyordu. Limanda dolaşırken yolun diğer tarafından kendine doğru gelen birini gördü. Bu kişi Trablus müftüsü Şeyh Münir el Melik idi. Aynı zamanda, şehirdeki bütün tarikatların şeyhiydi. Yaklaştı ve şöyle dedi: "Sen Şeyh Nazım mısın? Rüyamda Peygamberimizi gördüm, bana ‘Torunlarımdan biri Trablus’a geliyor’ dedi ve senin görünüşünü bana gösterdi. Bu bölgede seni aramamı ve seninle ilgilenmemi söyledi.”

Şeyh Nazım şöyle devam ediyor: "Şeyh Münir el Melik ile bir ay kaldım. Sonra Humus’a gitmemi ve oradan da Şam’a geçmemi sağladı. Şam’a 1945’te (Hicri 1365) bir Cuma günü Hicri yılbaşında vasıl oldum. Şeyh Abdullah’ın, Peygamber ailesinden bir çok kişinin ve Bilal Habeşi Hazretlerinin türbesinin bulunduğu Hayy el-Meydan bölgesinde yaşadığını biliyordum ve oraya gittim.

"Şeyhin evinin hangisi olduğunu bilmiyordum. O anda sokakta dururken bir zuhurat hasıl oldu. Şeyh evinden çıkıp beni içeriye çağırıyordu. Zuhurat bittiğinde sokakta kimseyi göremiyordum. Fransız ve İngiliz bombardımanlarından dolayı etraf bomboştu. Herkes korkuyor ve evinde saklanıyordu. Sokakta yalnızdım. Şeyhin evinin hangisi olduğunu bulmak için kalbime bakıyordum. Sonra bir zuhurat daha oldu ve özel kapısı olan özel bir ev gördüm. Zuhurat bittiğinde, o kapıyı bulana kadar aradım. Kapıyı çalmak için yaklaştığımda Şeyh kapıyı açtı ve ‘Hoşgeldin, oğlum, Nazım Efendi’ dedi. www.kitaptakipcileri.com

"Olağan dışı görünüşü beni hemen cezbetmişti. Daha önce hiç böyle bir şeyh görmemiştim. Yüzünden ve alnından nur akıyordu. Kalbinden ve gülümseyen yüzünden sıcaklık geliyordu. Beni yukarıya, odasına çıkardı ve ‘Seni bekliyorduk’ dedi.

"Kalbim onunla olmaktan çok mutluydu fakat Peygamber Efendimizin şehrini ziyaret etmeyi de çok istiyordum. Ona ‘Ne yapacağım?’ diye sordum. ‘Cevabını yarın vereceğim. Şimdilik dinlen’ dedi. Bana akşam yemeği ikram etti. Yatsı namazını onunla kıldım ve uyudum. Sabaha karşı beni teheccüd namazı için uyandırdı. Daha önce hiç bu namazdaki kadar güç hissetmemiştim. Kendimi ilahi huzurda hissettim. Kalbim giderek ona daha fazla bağlanıyordu.

"Sonra bir zuhurat hasıl oldu ve namaz kıldığımız yerden gökyüzünün Kabe’si olan Beyt-ül Ma’mur’a merdivenle tırmandığımı gördüm. Her adım bir makam idi ve her makamda kalbime daha önce hiç bilmediğim ve duymadığım bilgiler geliyordu. Beyt-ül Ma’mur’a varıncaya kadar kelimeler ve cümleler muhteşem bir şekilde bir araya geliyor ve yükseldiğim her makamda kalbime veriliyordu. Orada, Peygamber Efendimizin imam olduğu, namaza durmuş 124 000 peygamberi gördüm. Onların arkasında safa durmuş Peygamberimizin 124 000 sahabesini gördüm. Onların da arkasında, Nakşibendi tarikatının 7007 evliyasını gördüm. Sonra diğer tarikatların 124 000 evliyasını saflar halinde namaza durmuş olarak gördüm.

"Hazreti Ebu Bekir’in hemen sağ yanında iki kişilik boş yer kalmıştı. Büyük Şeyh Efendi, o boş yere gitti, beni de oraya çekti ve sabah namazını beraber kıldık. Bu namazın tatlılığını daha önce hiç yaşamamıştım. Peygamber Efendimiz namazı kıldırırken kıratının güzelliği tarif edilemezdi. Hiç bir kelime tarif edemezdi çünkü bu ilahi bir şeydi. Namaz bitince zuhurat da sona erdi ve Şeyhim benden sabah namazı için ezan okumamı istedi.
 www.kitaptakipcileri.com
"Sabah namazını kıldı, ben de arkasında kıldım. Dışarıda iki ordunun da bombardımanlarını duyuyordum. Beni Nakşibendi tarikatına süluk etti ve bana ‘Oğlum, bizde müridimizi bir saniyede kendi makamına ulaştıracak kuvvet vardır’ dedi. Bunu söyler söylemez gözleriyle kalbime baktı ve gözlerinin rengi sarıdan kırmızıya, sonra beyaza, sonra yeşile ve siyaha döndü. Her renge ait bilgi kalbime aktıkça gözlerinin rengi değişiyordu.

"İlk renk sarı idi ve kalp haliyle alakalı idi. İnsanların günlük hayatlarıyla ilgili gerekli bütün bilgileri kalbime döktü. Sonra Hazreti Ali’den gelen 40 tarikatın ilminden, Sır Makamından, kalbime verdi ve kendimi bu tarikatlarda üstad olarak buldum. Bu bilgileri aktarırken gözleri kırmızı idi. Sırrın Sırrı denilen üçüncü makam, sadece, Hazreti Ebu Bekir’den gelen Nakşibendi tarikatının şeyhlerine izin verilen makamdı. Bu makamdan kalbime verirken gözleri beyaz idi. Sonra beni gizli manevi bilgilerin olduğu Gizli Makama çıkardı. O anda gözleri yeşile dönmüştü. Daha sonra beni hiç bir şeyin görünmediği en gizli makam olan Tam Yok Olma makamına götürdü. Bu arada gözlerinin rengi siyaha dönmüştü. Burada beni Allah’ın huzuruna çıkardı sonra geri varlığa getirdi.

"Ona olan muhabbetim o anda o kadar yoğundu ki ondan ayrı kalmayı düşünemiyordum. Sonsuza kadar onunla beraber kalıp ona hizmet etmekten başka hiç bir şey istemiyordum. Sonra fırtına geldi ve sükuneti tehdit etti. İmtihan çok büyüktü. Bana, ‘Oğlum, halkının sana ihtiyacı var. Şimdilik sana yeterli olanı verdim. Bugün Kıbrıs’a git’ dediği an ümitsizliğe düşmüştüm. Ona ulaşmak için bir buçuk sene geçirmiştim. Onunla bir gece kaldım. Şimdi bana, beş yıldır görmediğim Kıbrıs’a geri gitmemi emrediyordu. Bu benim için müthiş bir emir idi fakat, tarikatta, mürit şeyhinin arzusuna teslim olmalı idi.
 www.kitaptakipcileri.com
"Ellerini ve ayaklarını öpüp izin aldıktan sonra Kıbrıs’a gitmek için bir yol bulmaya çalıştım. İkinci Dünya Savaşı sona yaklaşıyordu. Ulaşım yoktu. Sokakta bu düşüncelerle ilerlerken yanıma bir kişi geldi ve "Şeyh Efendi, vasıtaya ihtiyacınız var mı? diye sordu. ‘Evet! Nereye gidiyorsunuz?’ dedim. ‘Trablus’a’ dedi. Beni tırına bindirdi ve iki gün sonra Trablus’a vardık. Oraya gelince, ‘Beni limana götür’ dedim. ‘Niye?’ dedi. ‘Kıbrıs’a giden bir gemi bulmak için’ dedim. ‘Nasıl? Bu büyük savaşta kimse denizde seyahat etmiyor ki!’ dedi. ‘Boşver, sen beni oraya götür’ dedim. Beni limana götürüp bıraktı. Şeyh Münir el Malik’in bana doğru geldiğini görünce yine şaşırdım. Bana şunları söyledi "Büyük dedenin sana karşı nasıl bir sevgisi varmış!Peygamber Efendimiz yine rüyamda bana gelip ‘Oğlum Nazım geliyor, onunla ilgilen” dedi.”

"Onunla üç gün kaldım. Kıbrıs’a gitmem için bana yardım etmesini istedim. Denedi ama savaş ve yakıt eksikliği yüzünden mümkün olmuyordu. Kayıktan başka hiç bir şey bulamadı. Bana, ‘Gidebilirsin ama çok tehlikeli’ dedi. ‘Gitmeliyim, çünkü bu, şeyhimin emridir’ dedim. Şeyh Münir, kayık sahibine beni Kıbrıs’a götürmesi için çok yüklü para verdi. Yola koyulduk. Normalde dört saatte gidilen yolu yedi günde aldık.
 www.kitaptakipcileri.com
"Kıbrıs’a adımımı atar atmaz kalbimde bir zuhurat hasıl oldu. Şeyhim Abdullah Dağıstani Hazretlerini gördüm, bana şöyle dedi: ‘Oğlum, hiçbir şey seni, emirlerimi yerine getirmekten alıkoymadı. Dinleyip kabul etmekte çok başarılı oldun. Bu andan itibaren sana her zaman görüneceğim. Ne zaman kalbini bana doğrultsan ben orada olacağım. Ne zaman bir soru sorsan İlahi Huzurdan doğrudan cevabını alacaksın.Ulaşmak istediğin herhangi manevi makam, tam teslimiyetin sayesinde sana verilecektir. Peygamber Efendimiz ve bütün evliyalar senden memnundur’. Bunu söyler söylemez onu yanımda hissettim ve o zamandan beri, beni hiç terk etmedi, her zaman yanımdadır.

Şeyh Nazım, Kıbrıs’ta İslami eğitimi ve manevi terbiyeyi yaymaya başladı. Bir çok insan gelip Nakşibendi tarikatını kabul etti. Maalesef bu zaman, dinin Türkiye’de kısıtlandığı bir zamandı ve Şeyh Nazım Kıbrıs Türk toplumunda yaşadığı için orada da dini ibadetler kısıtlanmıştı. Ezanı Arapça okumak yasaktı.

Doğduğu yere gittiğinde yaptığı ilk şey camiye gidip Arapça ezan okumak oldu. Hemen tutuklanıp bir hafta hapis yatmak zorunda kaldı. Serbest kalır kalmaz Lefkoşa büyük camisine gidip minaresinde ezan okudu. Bu olay, resmi makamları çok kızdırdı ve aleyhine dava açtılar. Mahkemeyi beklerken bütün Lefkoşa ve yakın köyleri dolaşıp minarelerden ezan okudu. Neticede, aleyhine toplam 114 dava açıldı. Avukatlar, ezan okumaktan vazgeçmesini tavsiye etti fakat o, "Yapamam, insanların ezanı duyması lazım.” diyordu. www.kitaptakipcileri.com
Davaların okunma günü gelmişti. Eğer yargılanır ve suçlu bulunursa 100 yıl üzerinde hapisle cezalandırılacaktı. Aynı gün, Türkiye’den seçim sonuçları geldi: Adnan Menderes yeni başbakan seçilmişti. Başkan olarak ilk işi bütün camileri açıp arapça ezan okunmasına izin vermek oldu. Bu, Büyük Şeyh Efendinin bir kerameti olmuş ve Şeyh Nazım bu sayede serbest bırakılmıştı.

Oradaki yılları esnasında, Şeyh Nazım, Kıbrıs’ın her yerini dolaştı ve Lübnan, Mısır, Suudi Arabistan ve daha birçok yeri ziyaret edip tarikatı öğretti. 1952 yılında Şam’a yerleşip büyük Şeyh Efendinin müridlerinden Hacı Emine Hanım ile evlendi. Bundan sonra Şam’da yaşayıp her sene Recep, Şaban ve Ramazan aylarında ailesi ile beraber Kıbrıs’ı ziyarete gidiyordu. Bu arada iki kızı ve iki oğlu olmuştu. www.kitaptakipcileri.com

Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Tasavvuf Sohbetleri Mevlana Şeyh Nazım Kıbrısi El Hakkani 3 Kitap Takım Tasavvuf Sohbetleri Mevlana Şeyh Nazım Kıbrısi El Hakkani 3 Kitap Takım, Tasavvuf Sohbetleri Mevlana Şeyh Nazım Kıbrısi El - Hakkani Hazretleri - 3 Kitap Toplam 1168 Sayfa,Takım,''Bu kitapta yer verilen sohbetler, dünyaca tanınmış Nakşbendi mürşidi Şeyh Muhammed Nazım Kıbrısî'nin dergâhında derlenmiştir. Üzerinden çeyrek asırdan fazla süre geçmiş bu benzersiz sohbetler bu yönüyle tarihî bir öneme de sahiptir. Nazım kıbrısi hazretlerinin tasavvuf tarikat sohbetleri, mehmet adil bahaddin adil kitapları,elif kitabevi konya,satış noktası kitaptakipcileri sitesi, Hakkani Yayınları, Tasavvuf Tasavvuf Sohbetleri 3 Cilt
Tasavvuf Sohbetleri Mevlana Şeyh Nazım Kıbrısi El Hakkani 3 Kitap Takım

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.