Marifet Dergisi Ocak 2013 Safer Sayısı Çıktı...
-130 Sayfa Renkli Kuşe Kağıt
Dergide Bu Ay
Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi Hz. K.s 'dan Sohbetler...
Sohbet Başlıkları:
CİNLER VARMIDIR?
MÜŞRİKLER PEYGAMBER EFENDİMİZİ
DAVASINDAN ÇEVİRMEK İÇİN
NE TEKLİF ETTİLER?
   Ya Rabbel Âlemin! Hepimiz Sana sığındık, kendimizi Sana emanet ediyoruz.www.kitaptakipcileri.com
İmanımızı, amellerimizi, namusumuzu şerefimizi Sen muhafaza eyle. Sen daimi, baki ve
muhafızsın.
   Neden söylüyorum bunları; çünkü insanlar kaymak için bahane arıyorlar. En ufak
bir fursatta İslâm’dan hemen taviz veriyorlar. İnsanlar, ölümlerine çok var zannediyorlar.
   Hâlbuki ölüm aniden geliverir. İnsanoğlu: "Belki de ölümüme çok az kalmıştır” demiyor.
Aman kaymayalım. Kimisi çarşafını çıkarır, kimisi şalvarını cübbesini çıkarır. Biraz sabırlı
olsak ölüm bizi iyi bulacak.
Şu âyet-i kerime de buyruluyor ki;
"… Sakın ölmeyin ancak Müslümanlar olarak ölün.”
-DİNE DAVET BİNASI’NDAN HABERLER-LÂHÛTÎ SÜKÛT Başlıklı Yazı...
   Din-i Mübin-i İslam’ın yayılmasında, muharref veya batıl din mensuplarının, cennete ve Allah’ın rızasına götüren yegâne yol olan İslam’ı seçip hidayet bulmalarında en müessir amil hiç şüphesiz tebliğ faaliyetleridir.

   Cahil Müslümanların dini öğrenmeleri, günahkârların tevbe etmeleri ve Müslüman toplumların İslâmî bir hayat yaşayabilmelerinde de emr-i bil’maruf nehy-i anil’münker bir başka deyişle vaaz-u nasihatlerin ne kadar büyük ehemmiyeti haiz olduğu ise herkesin malumudur.

   Kur’an-ı Kerim’de bu mevzu üzerinde hassasiyetle durulmuş hadis-i şeriflerde de çokça dile getirilmiştir. Bu vazifeyi icra edenlerin hem dünyada ve hem ahirette yüksek derecelere nail olacakları, terk edenlerin ise iki cihanda da bela ve musibetlere duçar olacakları beyan edilmiştir.
www.kitaptakipcileri.com
   Bu ayet ve hadislerden bazılarını zikredelim:
   (Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.(Nahl:125)
-Mahmud Efendi Hazretlerini Ziyarete Gelenler Ve Fotoğrafları
-Ahmet Mahmut Ünlü/Cübbeli Ahmet Hocaefendi'nin  Cezaevinden Tahliye sonrası Mahmud Efendi Hazretlerini Ziyaret Etmesi ve Fotoğrafları
-Mahmud Efendi Hazretlerinin Bu Ay İçerisinde Sadır Olan Sözleri
-Mahmud Efendi Hazretlerinin Cübbeli Ahmet Hoca İle İlgili Sözleri
-Murat Soydan'dan "Serhendden Doğan Güneş Başlıklı Yazısı. Yazıdan Bir Bölüm:
 Hazret-i İmâm-i Rabbânî Mahbûb-i Sübhânî Ğavs-i Samedânî Kayyûm-i Zemânî Sıddîk-i Sânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ebu’l-Berekât Bedru’d-dîn Şeyh Ahmed-i Fârûkî Serhendî Nakşibendî (Kaddesallâhü Sirrahü’s-Samedânî), Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e kadar uzanan ve Nakşibendiyye tâifesine mahsûs olan "Silsile-i zeheb”in (Altın Silsile’nin) 24. Halkasıdır; ondan devamla bu mânevi silsile günümüzde 36. halka olarak Hicrî 15. – Milâdî 21. Yüzyılın Müceddidi Ğavs-i Âzam Mahmud Efendi Hazretleri’ne intikâl etmiştir ve kendileri de bu mânevî emânetin sâhibi olarak irşâdının ve hizmetlerinin başında bulunmaktadır. Mevlâ Te‘âlâ başımızdan eksik etmesin! İmâm-i Rabbânî Hazretleri, hicrî 971 (mîlâdî 1563) yılında Şevval-i Şerîf’in 14’ü Cuma günü Hindistan’ın Serhend beldesinde dünyâya teşrîf ettiler. Emîrü’lmü’minîn Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) ın soyundandır. Bu nisbetinden dolayı Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh)ın lakabı olan "Fârûk (Hak ile bâtılın arasını ayıran)” lakabıyla anılmıştır ve bunu ne kadar hak ettiğini de hayatı açıkça göstermiştir. Babası Şeyh Abdulehad (Kuddise Sirruhû), dedesi Şeyh Zeynelâbidîn’dir.
   İmâm-ı Rabbânî’nin on beşinci dedesi olan Ferruh Şâh, Hindistan’ı kâfirlerin elinden alıp fetheden ilk Müslüman sultandır. Kendisi Kâbil’de, bugün de kendi ismiyle anılan ve üzerinde hângâh ve mescid binâ edilmiş olan Ferruh Şâh Dağı’nda yaşamıştı. Altıncı dedesi olan İmâm Refî‘üddîn (Kuddise Sirruhû) da Serhend şehrini kurup buraya yerleşen ilk zattır. Serhend bundan önce arslanların yatağı, vahşi hayvanların barınağı olan geniş bir ormanlıktı. İşte bu arslanlar yatağı İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin zuhûru bereketiyle Allâh arslanlarının yatağı hâline gelmiştir. Tıpkı Buhârâ’da Kasr-ı Hinduvân’ın Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddin (Kuddise Sirruhû) zuhûruyla Kasr-ı Ârifân hâlini alması gibi.
   Silsile-i Zeheb’imizin 25. halkası İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin mübârek oğulları Urvetü’l-vüskâ Muhammed Mâsûm Fârûkî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri Mektûbât-i Şerîfelerinin 3.cilt 81. mektûbunda; "Serhend beldesi sûretâ (görünüşte) her ne kadar Hint toprağından ise de, lâkin o cennet ravzası ve velâyetin kapısıdır, bilakis velâyetin bile gıbta ettiği yerdir. Velâyetin üç çeşidinden de orada nişâne vardır. Nübüvetin kemâlâtı ve verâseti orada kendini göstermektedir.
-Ersoy Eryan'dan "Kıyıdan Gelen Cihan Devleti OSMANLI " Başlıklı Yazısı.. Yazıdan Bir Bölüm:
 Allah-û Tealânın yaratış üslubuna göre, doğmak, yaşamak ve ölmek bütün yaratılmışlar için geçirmek zorunda oldukları bir merhaledir.
   Bu durum dünya üzerinde yaşayan tüm mahlukat için olduğu gibi bu mahlukatın kurduğu her organizasyon ve oluşum için de böyledir.
   Devletler de insanlar gibi doğar ve ölürler. Fakat ömürlerini nasıl geçirdikleri ve geride bıraktıkları miras, onların tarih sahnesindeki durmunu belirler. Bu sayımızda kuruluşunun sene-i devriyesi vesilesiyle dedemiz Osmanlı’dan bahsetmek istedik. Öyleki onlar milliyetin de ötesinde tüm Müslüman tebanın babası, halifesi ve "Haremeyn”in hadimleri idiler. Malesef bu günlerde içimizden batının ezeli kompleksleri ve fantazilerine özenip, onlardan biri gibi yaşamayı şiar edinmiş bazı zavallı vatandaşlarımız çıkıyor.
   Hiçbir belge ve bilgiye dayanmayan kurgulara yaslanarak Osmanlı’ya saldırmayı görev biliyorlar. Bu cahilce duruşun karşısında Oğuz boylarından olan Kayı’nın nasıl bir cihan devletine dönüştüğüne bakalım;
KAYI BOYU
   Oğuz Han’ın Günhan, Ayhan, Yıldızhan, Gökhan, Dağhan ve Denizhan adlarında altı oğlu vardı. Bunların ilk üçünden gelen boylar yani Gün, Ay ve Yıldız sağ kolu, diğer üç oğul olan Gök, Dağ ve deniz ise sol kolu oluşturuyordu. Bu altı oğulun her birinin dört boyu olup hepsi yirmidört boydu. Bunların hepsinin bir adı, ongunu ve damgası bulunurdu.Altı Oğuz boyunun sağ koluna "Bozoklular” sol koluna "Üçoklular” denilirdi. Bozoklular ordu ve şölen denilen ziyafetlerde sağ tarafta bulunur ve mertebelerine göre sıralanırdı. En başta Günhan boyları bulunurdu. Aynı şekilde üçoklar da sol tarafta bulunurlardı. Bunların en başında da Gökhan boyları bulunurdu
-Rasül Bölükbaşı Hocaefendi'nin "islam Akıl Dini Değil, Nakil Dinidir" Başlıklı Yazısı... Yazıdan Bir Bölüm:
   Yüce dinimiz Din-i Mübin-i İslam, akla ve mantığa uygun olmakla beraber hiç şüphesiz akıl ve mantık dini değildir. Akla değil nakle dayanmaktadır. Yani dinimiz ilahidir. Kaynağı Allah (Celle Celâlühü) ve onun yüce sıfatlarıdır. İşte bundan dolayıdır ki dinimiz hatadan ve isabetsiz beyanlardan münezzeh(arınmış) ve Müberra(uzak)tır. Zira dinimiz Allah (Celle Celâlühü)’nün ilim ve kelam sıfatlarının tecellisi olan ve kelamların en güzeli ve en doğrusu olan Kelamullah’ın tezahürüdür. Evet, dinimiz ilahidir ve böyle olması da hikmetin gereğidir. Zira beşeriyetin dinini tanzim edenin yine kendisi gibi bir beşer olması hikmete aykırıdır. Çünkü hükmedenin hükmedilene eşit olması yanlış olur, hatta böylesine verilen hüküm, hüküm değil tehakküm olur ancak. Tehakküm ise zorlama ve haksız yere dayatmaktır. Hükmedenin hükmedilenden üstün olması ise hikmet ve adaletin gereğidir. Öyle ise ekmeli mahlûk ve Cenâb-ı Hakka halife olarak yaratılan insan üzerinde hükümran olup din ve dini kuralları koyma hakkı yalnız o insanı ve o halifeyi yaratanın hakkıdır. لا اله الا الله "Lâ ilahe illallah” cümlesi de bunu ifade etmektedir. Eğer din akıl ve mantıkla tesis edilen bir müessese olsaydı en güzel akla ve en yüce zekâya sahip olan yüce peygamberimiz aklıyla, mantığıyla hükmederdi. Hâlbuki
böyle yapmayıp her zaman vahyi beklemiştir. Bu hususu yüce kitabımız Necm Sûresi’nin 3. 4. ve .5. ayeti kerimelerinde şöyle ferman etmektedir:
   "O nefsani bir arzudan dolayı konuşmaz. (3) O’nun söyledikleri ancak (Allah-u Teâlâ tarafından Cebrail vasıtasıyla vahyedilen bir) vahiydir. (4) O kuvvetleri çok şiddetli olan (Cebrail, Kur’an’ı) ona öğretmiştir. (5)”
-Müceddid Mahmud Efendi Hazretleri'nin Hizmet Ekibi Malezya ve Endonezya'da" Başlıklı Yazı ve Endonezya  ve Malezya'da'dan Fotoğraflarla Anlatımlar..
  Müceddid Mahmud Efendi Hazretleri’nin hizmet kuruluşu olan Marifet Dernekler Federasyonu, Mahmud Efendi Hazretleri’ni ve hizmetlerini tanımak isteyen Malezyalı ve Endonezyalı bazı dostların dâveti üzerine, Genel Başkan Muhammed Keskin Hocaefendi riyâsetindeki hocalar heyeti ile bu ülkelere ziyâret gerçekleştirmiştir. Mahmud Efendi Hazretleri’nin Müceddid îlân edilmesinin ardından dünyanın pek çok yerinden ziyâretçileri artmış ve dâvetler almaya başlamıştı. Bu gelişmeler ve zuhûr eden ihtiyâç üzerine, Müceddid Mahmud Efendi’yi ve hizmetlerini bizzat tanıtmak üzere, Efendi Hazretleri’nin izni ve duâları ile Marifet Dernekler Federasyonunun dış ülkelere yaptıkları seyâhatler Efendi Hazretlerini de memnun etmektedir.
   Bu ziyâret ve tanıtımların gerekliliği de Müceddid Mahmud Efendi Hazretleri’nin yolunun ve eserlerinin devâmı ve kalıcılığı bakımından önem arzetmektedir. Zîrâ İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin mezhebi de onun talebeleri vasıtasıyla şöhretle yayılmıştır. İmâm Şâfiî’nin şehâdetine göre Leys b. Sa’d, İmam Mâlik’ten daha güçlü bir fakîh olamsına rağmen, tâbileri onu tanıtıp yaydıramadıklarından mezhebi kalıcı olamayarak yaşamamışdır. (İbn Hallikân,Vefeyâtu’l-a’yân, Beyrut, 1972, C. IV, s. 127)
   Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri de kendi aşk ve vecd hâli içinde yaşamıştır. Veled-i mükerremleri Sultan Veled, babasının düşüncelerini sistemli bir hale getirerek Mevleviliği kendine özgü kuralları, merasimleri olan bir tarîkat durumuna getirmiş, Anadolu’da siyasal ve sosyal sıkıntıların had safhada olduğu bu dönemde yetiştirdiği halifeleri Anadolu’nun muhtelif yerlerine yollayarak, buralarda tekkeler kurdurmak suretiyle Mevleviliğin yayılmasını sağlamıştır.
-Mahmud Düzlü -VANİ Hocaefendi'den "TEVESSÜLÜN MEŞRUİYYETİ" Başlıklı Yazı... Yazıdan Bir Bölüm:
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin çoğunluğu tevessülün meşru olduğu konusunda ittifak içindedirler, bazı ayet ve hadisleri de buna delil göstermişlerdir. İnsanlar, tevessül ve onun dindeki hükmü hakkında büyük bir kargaşa yaşamışlardır. Bu insanlardan kimi tevessülü helal, kimi de haram kılmış; kimi çok aşırı tavır takınırken, kimi de bu konuda çok tesâhül etmiştir. Tevessüle örnek verilecek olursa, asırlar boyu Müslümanların dualarında söyledikleri kimi sözleri örnek gösterebiliriz: "Allah’ım! Senden Beytü’l-Haram hakkı için beni bağışlamanı diliyorum!” "Allah’ım! Veli kullarının senin katında olan kerametleri, şu anda huzurunda bulunduğumuz kimsenin ve yardımlarının tasarrufu altında bulunduğumuz zatın hakkı için, bizim ve dertlilerin içinde bulunduğu sıkıntıyı gider!” "Allah’ım! Biz sana alçak gönüllülüğümüzle avuçlarımızı açtık. Vesile ve şefaat sahiplerinin hakkına bizi ve Müslümanları üstün kılmanı istiyoruz!” Asırlar boyu Müslümanların söylemeyi âdet haline getirdiği bu ve benzeri sözlerinde ifade olunan manaya "tevessül” adı verilmektedir.
-Üsame Abdurrezzak Er-Rıfai Hocaefendi'den " KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR" Başlıklı Yazısı... Yazıdan Bir Bölüm: 
Lübnan Akkar Müftüsü Usame Abdürrezzak er-Rifaî Hocaefendi,
Mahmud Efendi Hazretlerini (Kuddise sirruhu) ziyarete geldiği bir seferinde,
onuruna düzenlenmiş olan davet vesilesiyle ilim ehli kıymetli
hocaefendilerle bir araya gelmişti. Bu buluşmanın bereketinden
hasıl olan semereleri sizlere takdim ediyoruz.
Bismillahirrahmanirrahim
   Bugün burada toplanmamız İslam dininin bereketiyle gerçekleşmiştir. Aramızda zahiren bir tanışıklık ve akrabalık bağı olmadığı halde bir araya geldik. Hazreti Aişe (Radıyallahu anha)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in buyurduğu gibi;www.kitaptakipcileri.com
   "Ruhlar bir araya getirilmiş ordular gibidir.(Alemi ervâhta) birbirleriyle tanış olanlar (hemencecik) uyuşuverirler. Birbirini tanımayanlar ise ihtilafa düşerler.”(Müslim 160/2638) Yüce Allah’a hamdü senalar olsun ki ruhlarımız âlem-i emirde tanışmışta bu vesileyle dünyada da bir araya gelmişiz. Allah-u Teala’dan şu sevgi ve muhabbetimizi devam ettirmesini ve bizleri daima ibadet-ü taatı üzere cem etmesini dileriz.
   Yüce Allah’ın adıyla Hazreti Peygamberimizin (Sallallahu aleyhi vesellem) sevgisi ve Sevgili Hocamız Efendi Hazretlerimizin muhabbeti üzere toplandık. Mevla Teala sıhhat afiyet üzere hayatını daim eylesin. Bizleri de Onun İlim ve Marifet deryasından müstefid eylesin.
-Adem Şener Hocaefendi'nin  "TAĞUT BATININ İLAHLAŞTIRDIĞI YILBAŞI" Başlıklı Yazısı... Yazıdan Bir Bölüm:
Her başlangıcı olanın sonu da vardır, esasına göre yine miladi olarak 2012 senesinin sonuna doğru yaklaşıyoruz. Fakat ne acı gerçektir ki tükenen yıllar ve zamanlar olduğunu düşünüyoruz. Fakat en kıymetli peşin sermaye olan ömrümüzün tükendiğini ve gidenin bir daha ele geçemeyeceğini düşünüp de kalıcı yatırımlar çabasında bulunamıyoruz. Hâlbuki yıllar birbirini kovalıyor sular misali akıp gidiyor. İşte büyük kayıp tufanı 31 Aralık 2012 Salı gününü 1 Ocak Çarşamba gününe bağlayan gece başlıyor bu geçişi kimisi eğlence ve mutlulukla paylaşırken. Kimisi de izan ve insafla tefekkür ederek üzüntü ve pişmanlıkla paylaşıyor. Eğlence ve mutlulukla geçirenler, olayın bilinç ve şuurunda olmayıp sadece nefsini tatmin etmek, dolu ve karışık düşüncelerini dağıtmak amaçlı yaptıklarını zannederler. Fakat ‘insan bin düşünmeli bir yapmalı’ esasına göre hareket ederse neyin ne olduğunun farkına varır. Aslında başlıkta da belirttiğim gibi tagut batının ilahlaştırdığı tören diye isimlendirdiğim yılbaşı şudur: Güya İsa (Aleyhisselâm) ’ın doğumunun kutlanmasıdır.
   Fakat böyle oluşu ve kutsal olan doğuma her türlü çirkefliği ve şirretliği karıştırarak olayı isyan ve ifsat içerikli bir inkâr boyutuna ulaştırmışlar. Beyinlere yerleştirebilmek için Noeller adı altında bir çarpık sistem uygulamasında bulunmuşlardır. Madem bir peygamber doğumu münasebetiyle yapıyorlar, niçin kiliselerinde ayinler biçiminde yapmayıp toplumun ahlakını ve kültürünü çökertecek şekilde yapıyorlar. Bunun gayesi gayet açık ve seçik ortadadır. Yani görünen köy kılavuz istemez. Müslümanı vahdet çizgisinden saptırıp batıl ideolojilere esir etmektir.
-Prof. Dr. Fehmi Ahmed  Abdurrahman El-Kazzaz Hocaefendi'nin " AHİRET AZIĞI"Başlıklı Yazısı...
Hamd Allah’a, salât-ü selâm Allah’ın Elçisi Efendimiz Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’e olsun. Sahâbe, Tâbi’în ve O’na uyanlardan da Allah’ın râzı olmasını diliyorum. İmdi: Kur’an ve sünneti araştıran kimse, yarın kıyâmet gününde bizlere azık olsun diye, Allah’ın peygamberinin (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) diliyle bu dünya hayatında çokça yapmamızı emrettiği bir takım şeylerin farkına varır. Ben de acele ile hazırladığım bu yazıda hem o şeyleri, hem de biraz açıklamalarını okuyucunun faydalanması için dile getirmek istedim. Bunun yarın kıyâmet gününde, amel defterlerimizdeki hâlis bir amel olmasını Mevlâ Tealâ’dan niyâz ediyorum. Şüphesiz O ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır! İşte o bir takım şeyler de şunlardır:
ALLAH’I ÇOKÇA ZİKRETMEK.
   "Ey inananlar! Allah’ı çok anın.” (el-Ahzâb: 41) Nitekim bu âyetten esinlenilerek,www.kitaptakipcileri.com
herhangi bir zaman, mekân, vasıf, sayı yada şekille sınırlandırılmamış olan tek ibadetin
Allah-u Teâlâ’yı zikretmek olduğu söylenmiştir. Bu ibadet Kur’ân-ı Kerîm’de, Mâzî,
Muzârî ve Emir olmak üzere Arapçadaki üç fiil türüyle de ifade edilmiştir. Allah-u
Teâlâ bir âyet-i kerîmede:
"Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir.” (el-Hadîd: 1) ;
diğer bir âyette:
   "Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, Azîz
ve Hakîm olan Allah’ı tesbih eder.” (el-Cum’a: 1); bir başka âyet-i kerîmede ise:
   "Yüce Rabbinin adını tesbih et.” (el-A’lâ: 1) buyurmaktadır. Hattâ zamandan
soyutlanarak da kullanılmıştır. Nitekim İsrâ mu’cizesinin anlatımında böyle olmuştur.
Çünkü âyet-i kerîmede zikir ism-i masdar sîgasıyla kullanılmıştır. Bu ise yalnız başına
herhangi bir zamanı göstermemektedir.
Cuma Gecesi ve Gündüzünde Hz. Peygamber'e Çokca Salat Getirmek" Başlıklı Yazı... 
-Mehmet Talu Hocaefendi'nin "SAFER AYI UĞURSUZMUDUR?" Başlıklı Yazısı... Yazıdan Bir Bölüm:
Safer, kameri ayların ikincisinin adıdır. Resmi vesikalar ile hususî mektuplarda ve takvimlerde "Saferu’l-hayr” şeklinde yazılır ve (s) rumuzuyla gösterilirdi. Bilindiği gibi kamer (ay)ın doğuş ve batışına tabi olan ay hesabına "kamerî aylar” denilmektedir ki şunlardır: Muharrem, Safer, Rebîu’l-evvel, Rebîu’l-ahir, Cemaziye’l-evvel, Cemaziye’l-ahir, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce. Bu hususta Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
   "Hakikatte ayların sayısı Allah katında, Allah-u Teâlâ’nın kitabında -ta gökler ve yeri yarattığı günden beri on iki aydır. Onlardan dördü haram olanlardır. İşte bu, en doğru hesaptır. O halde bilhassa bunlarda, o haram aylarda nefislerinize zulmetmeyin. Bununla beraber müşrikler sizinle nasıl topyekûn harbederlerse, siz de onlarla topyekûn harbediniz. Bilin ki Allah, haramlardan, fenalıklardan sakınanlarla beraberdir.”
   Ebû Bekre (Radıyallahu Anh)den rivayete göre, Veda haccında okuduğu hutbesinde:
   Takvim düzeni açısından zaman, Allah-u Teâlâ’nın gökleri ve yeri yarattığı gündeki ilk durumuna dönmüştür. Artık sene on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Ve üçü peşi peşinedir ki, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir. Bir de Cemaziye’l-âhir ile Şaban arasında yer alan Müdar’in Receb’idir.” (Müttefekun Aleyh) buyuran Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz haram ayların: "Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb” ayları olduğunu belirtmiştir. Araplar daha İslâmiyet gelmeden önce haram ay denilen bu ayları kutsal tanır ve bu aylarda savaştan, yağmacılıktan kaçınırlardı.
-Abdulkerim Norşini 'den "İslam Hukukunda Uluslararası İlişkiler" Başlıklı Yazı...Yazıdan Bir Bölüm:
Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günahlardan) en çok korunanınızdır. Allah hakkı ile bilendir, her şeyden haberdar olandır.[1] Ayeti kerimesi Allah’ın tüm insanları farklı farklı gruplara milletlere ayırdığını ifade etmektedir. İslam Hukuku bu ayet-i kerime ışığında değerlendirildiğinde
   İslam hukukunun diğer devlet, millet, dinler, gruplar ve siyasi bir takım oluşumları muhatap aldığı görülmektedir. Yine bu ayet-i kerimeden İslam Hukukunun çok hukuklu sistemlere izin verdiği anlaşılabilir. Beni Kureyza ile ilgili Tevrat’a göre hüküm verilmesi bunun Beni Kureyza tarafından istenmesi ve peygamberin verilen bu hükme rıza göstermesi[2] de İslam’ın çok hukuklu sistemi kabul ettiğini göstermektedir.
-Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'den " OSMANLI DEVLETİ VE HİLAFET MESELESİ" Başlıklı Yazı... Yazıdan Bir Bölüm:
*Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü-Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ
   Son zamanlarda, yurt dışındaki şöhretine güvenerek ve belki de yaşlılığın verdiği bazı hallerin desonucu olarak, kendisinin çok saydığımız Prof. Dr. Halil İnalcık’ın hiçbir tarihî delil ve dayanağı olmayan görüşleri ortaya saçmaya devam ediyor. Biz bu makalemizde sadece halife ve hilafet konularını ele alacak ve Hoca’nın Osmanlı Arşivlerindeki Tapu-Tahrir Defterlerini bile tam inceleyemediğini okuyuculara ve suskun kalan Osmanlı Tarih profesörlerine göstermeye çalışacağız.
   İslam hukukunda icranın başı olan şahıs için üç ünvan zikredilmektedir; Halife, emîr’ül-mü’minin ve imam. Hilâfet, aslında bir kimseye halef olmak, onu temsil etmek demektir. Müslümanların lideri olan şahıs da şer’î hükümlerin icrasında Hazreti Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) halef olduğu için kendisine halife denmiştir. Bu ünvanı taşıyan âmme müessesesi yani; hilâfet ise, değişik şekillerde tarif edilmiştir. Bunlardan ikisini zikredelim: "Hazreti Peygamberin halefi olarak dinî ve dünyevî meselelerde bütün Müslümanlarıtemsil etmek”; "Müslümanlarüzerinde umumî tasarruf hakkına sahip olmak yetkisi”. Yani kısaca Müslümanların devlet reisliği demektir. Hilâfete imâmet de denir ve namazdaki imamlık görevinden ayırmak için buna "imâmet-i kübrâ” adı verilir. İmâmet, aslında öne geçmek ve lider olmak demektir. Halifeye "imam” veya "imam’ül-müslimin" denmesi de bundan kaynaklanmaktadır. Emir’ül-mü’minin ünvanını ise ilk kullanan Hazreti Ömer olmuş ve daha sonraki devlet reisleri bu ünvanı "mü’minlerin emiri” manasında halifenin eş anlamlısı olarak kullanmışlardır.
   Halife olmanın bazı şartları vardır. Osmanlı tatbikatında kendisine uyulmayan ve en çok tartışmalı olan bir şartı da, halifenin Kureyş kabilesinden olması şartıdır.
-Dr. Muhammed Avvame Hocaefendi'nin "SAFER-UL HAYR hayırlı safer "Başlıklı Yazısı... Yazıdan Bir Bölüm:
Hamd, ayları ve günleri çevirip bir kısmını diğerine üstün kılan Allah’a; en mükemmel ve eksiksiz salât-ü selâm ise, gündüz ve gece birbirlerini takip ettiği müddetçe, seçkin peygamberlerin efendisi Muhammed Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e, ailesine ve eshâbına olsun. İmdi: Şüphesiz ki Allah, kendisine kulluk etmemiz için bizlere varlığı armağan etmiş, birliğini tasdik edelim diye de peygamberlerini göndermiştir. Zira , isimleri mukaddes, zâtı yüce olan ve asla ortağı bulunmayan yegâne Rabbimizdir. Takdir edip dilediği her şey meydana gelir, takdir etmeyip irâde buyurmadığı hiç bir şey ise var olamaz. Kaza ve kaderine inanmayıfarz kılmış ve bunu, kendisine iman etmenin temel esaslarından biri saymıştır. Nitekim bu konu, uzun bir hadis olan Cibril (Aleyhisselâm) hadisinde geçmektedir. Cibril (Aleyhisselâm), Allah Rasûlüne (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) imanı sorduğunda, Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) cevaben: "Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanman ve bâ-husûs kadere; hayrına ve şerrine inanmandır.” buyurmuştur. Böylece Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu temel iman esaslarının altıncısı olarak saymıştır. Hatta: " وَتؤُْمِنَ بِالْقَدَرِ ” (Ve kadere inanmandır.) sözünde "Kader” kelimesinin başına ikinci defa "İman” kelimesini getirmiş, böylelikle onu geride geçenlere (tek başına) atfetmeyip ayırmış, temel imân esasları arasında ona müstakil bir cevap görünümü kazandırarak ziyade dikkat çekmiş ve özellikle vurgu yapmıştır. Bütün bunlar, kulun Rabbiyle olan yaşamındaki kaderin konumunu belirlemek ve önemini açıklamak için yapılan tekit üstüne tekitlerdir.
-Furkan Kandemir'den "İKİNCİ BİN YILIN MÜCEDDİDİ İMAM-I RABBANİ HAZRETLERİNDEN NASİHATLER" Başlıklı Yazı... Yazıdan Bir Bölüm:
   Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
   Allah-u Teâlâ’ya sonsuz hamd-u senâ, Hazreti Habibine, âl-ü ashâbına, onun yolunda candanve maldan geçen Evliyaullaha ve etbâına salât-ü selam olsun…www.kitaptakipcileri.com
   İkinci bin yılın müceddidi, "yetmiş bin evliyanın serdarı” diye maruf, velilerin önderi, akli ve nakli ilimlerde kemale ulaşarak "akaitte müçtehit” mertebesine ulaşmış, seyr-i sülük makamlarında nihayet basamaklarına ulaşarak "Din-i Mübin-i İslam’ı sonradan giren bidatlerden temizlemek” suretiyle "MÜCEDDİD” vasfını kazanmış bir Allah dostu olan İmam-ı Rabbâni Hazretleri’nin (Kuddise Sirruhû) inci mesabesindeki nasihatlerini okumakla kalmayıp, amel safhasına dökebilmek ümidi ile…
   Özellikle son zamanlarda bir takım insanlar tarikata dair yanlış bilgiler yaymaya başlamış, Şeriat ve Tarikat farklı bir şeymiş gibi lanse ederek Müslümanların kafasını karıştırma çabasına girişmişlerdir. Buna binaen İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin şu kısa ve özlü nasihatinden başlamayı uygun gördük İnşaallah;
   "Allah Sübhânehü, Peygamberlerin Efendisi hürmetine sizleri değerli babalarınızın yolunda sebatla rızıklandırsın.
   Atalarınızdan size öncülük, reislik ve ihtişam mirası kalmıştır. Yaşantınız ve davranışlarınız öyle olmalı ki, bu mirası almaya hak kazanasınız. Yani dış cephenizi şeriatın dışıyla, iç dünyanızı da hakikat diye tabir edilen şeriatın iç yüzüyle donatmanız gerekir. Nitekim tarikat ve hakikat şeriatın iç yüzünden ibarettir. Tarikat da bunun ta kendisidir.
-Kübra Ülkü'den "NOEL TEHLİKESİ" Başlıklı Yazı... Yazıdan Bir Bölüm:
 Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicret Muharrem ayında başlamıştır. Bu mühim olay göz önünde bulundurularak Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh)’ın hilafetinden günümüze değin bu ayın ilk günü Müslümanların yılbaşı kabul edilmiştir.
   Biz Müslümanlar bu günde İslam tarihinin en büyük aksiyonlarından olan hicreti ve sonuçlarını bu konuyla ilgili kitapları okuyarak zihinlerimizde canlandırmalı, Medine-i Münevvere’ye hicretin güzel neticelerini düşünmeli, sevinmeli, yeni yılımızın haklarımızda hayırlı olması için dualar etmeliyiz. Ayrıca bu temennilerimizi birbirimizi ziyaret ederek, mektup yazarak yahut telefon ile bildirmeliyiz.
   Fakat ne yazık ki Müslüman kardeşlerimizin ekserisi, değil bu tarz bir hicri yılbaşı kutlamasında bulunmak Müslümanların yılbaşısının senenin hangi ayında olduğunu dahi bilmiyorlar. Batının kendilerine yılbaşı edindiği günü benimsemiş, onların gününe yine onlar gibi iştirak ederek kutlama yönünü benimsiyorlar. Bu, tam manasıyla bir kimlik kaybının sonucudur. Rabbimiz bu durumda olan Müslüman kardeşlerimize bulundukları durumun vehâmetini görerek öz hüviyetlerine dönmelerini, nasip eylesin.
   Muhterem Üstad Mahmud Ustaosmanoğlu (Kuddise Sirruhû) konumuzla alakalı buyurur ki: "Muharrem ayı, hicrî ayların birincisi olup ilk günü Müslümanların yılbaşıdır. Hicri günün hürmetine bir tavuk dahi kesmezler. Amma Hazreti İsa’nın doğumuyla başlandığı söylenilen milâdî yılbaşında dünya ayağa kalkar.
   Bir peygamberin doğum gününü günah işleyerek kutlarlar ve bunun aleyhine konuşana da karşı çıkarlar. Sağmalcılarda bir kere vaaz ettiğimde bir polis gelerek: "Sen yılbaşının aleyhine konuşuyormuşsun öyle mi?” diye sordu. Ben de: "Konuşsam ne olur siz Hıristiyan mısınız?” dedim. O da: "Sormayın, neyiz belli değil” dedi.
   Kâfirler yeni yıl gecesinde Hazreti İsa (Aleyhisselam)’ ın doğumunu kutluyoruz iddiasındalar. Hâlbuki onların derdi İsa (Aleyhisselam) değil,
   "Kasıtları karınlarıdır.” İbaresi gereğince eğlenmek, yemek, içmektir. Yoksa bunların kastı ne İsa (Aleyhisselâm) ne Musa (Aleyhisselâm) ne de Muhammed (Aleyhisselâm)’ dir. Ancak onların bildikleri nefislerinin istekleridir.”
   Bazı insaflı Hristiyanlar dahi Muhterem Üstadımızın bu sözlerini te’kidleyici nitelikte açıklamalar yapmışlardır. Bunlardan bir kaçını nakledelim: www.kitaptakipcileri.com
   Noel âdetini kabul eden Roma KatolikKilisesinin kendi yayınladığı "Katolik Ansiklopedisinin (1911 baskısı) bir "Kutsal Gün” maddesinde eski Katolik papazlarından Origen şunları yazmaktadır:
"Bu törenler, sadece Firavun ve Nemrut gibi zalimlerin kendi doğum günlerini kutlamalarından ve halka kutlatmalarından kaynaklanır.”
-Ahmed Şihabuddin Es-Senusi'den "GEÇİCİ DÜNYA VE SONSUZ AHİRET" Başlıklı Yazı...
Ve Daha Fazlası Marifet Dergisi Ocak 2013 Safer Sayısında....
-Mahmud Ustaosmanoğlu Efendi Hz. Ks. nun Tefsir, Sohbet, Kitap ve Diğer Eserlerine kitaptakipcileri.com' Sitemizden %35 indirim ve yurtiçi kargo güvencesinde hızlı bir şekilde sahip olabilirsiniz...

-Mukaddime
   Allah-u Teâlâ’ya hamd, Habibi Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi vesellem)’e ve onun
âl-u ashabına salât-u selâm olsun.
   Dördüncü sayımızda da önemli mevzular ve yeni yazarlarla birlikte siz kıymetli
okurlarımızla buluşuyoruz.
   Dergimizde dinî, dünyevî, ilmî, kültürel ve tarihî meselelere, hadiselere şeriat penceresinden
tasavvuf gözlüğüyle bakıp muhterem okuyucularımıza en doğru olanı aktarmaya
çalışıyoruz.
   En doğru olanla tasavvufun münasebetini şöyle izah edebiliriz;
   Tasavvuf ilim amel ve ihlasın cem edilmesi, kısaca ifade edecek olursak takva yoludur.
Takva Allah’tan korkmak yani Allah’a karşı saygılı kul olmak demektir. Takva
denince de akla ilk olarak evliya (Allah dostları) gelir. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle
buyurmuştur;
   Âgâh olun; şüphesiz Allâh’ın velileri ki, (insanlar korkuya kapıldığı zaman) onlar üzerine(,
istenmedik) hiçbir (şeyle karşılaşma) korku(su) yoktur!
   Ve (insanlar umduklarını bulamadıkları için üzüldüklerinde) ancak onlar mahzun olmayacaklardır!
   O kimseler ki (Allâh-u Te’âlâ tarafından geldiği sâbit olan tüm hakikatlere) iman etmişlerdir
ve (sakınılması gereken her şeyden) hakkıyla sakınmak suretiyle takva sahibi olmuşlardır.
(Yunus:62-63)
   İşte bizler hak ile batılın birbirine karıştığı, fitnelerin ayyuka çıktığı, ehliyetli
ehliyetsiz herkesin her konuda fikir beyan ettiği şu zamanda evliyanın irşadına her
zaman olduğundan daha fazla muhtacız…
   Mevla Teâlâ şöyle buyurmaktadır;
   Ey iman etmiş olan kimseler! Allâh’tan hakkıyla sakınırsanız, (o takvâ sayesinde) O
sizin için (hakkı bâtıldan ayıracak) bir (nur ve) Furkan(, haklıyı haksızdan ayıracak bir yardım,
iki cihanda kurtuluş ve şüphelerden çıkışa vesile olacak bir hidâyet) yaratır, (dünyâda) sizden
kötü işlerinizi(n eserini) örter ve (âhirette) sizin için bağışlamada bulunur. (Enfal:29)
   Furkan doğruyla yanlışı ayırt etme melekesidir.
   Ayet-i Kerimeden anlaşılan o dur ki; Kim daha takva ise onun sözü, onun fikri en
doğru olandır.
Bu açıdan bakıldığında evliyaullahı, meşayıh-ı kiramı rehber edinmenin lüzumu
daha iyi görülecektir.
   Mezkûr Ayet-i Kerimelerden de anlaşıldığı üzere dini-dünyevi bütün konulara tasavvuf gözlüğüyle bakmak, sorunlarımıza Allah dostlarının işaret ve delaletiyle çözüm aramak doğru olanı bulmakta en isabetli ve muhkem yoldur.
Mustafa İsmet Ğaribullah (Kuddise Sirruhu) Risale-i Kudsiyesinde şöyle buyurmaktadır;
Bu zatlar ilmine yoktur nihayet
Heman bir katra gibi bahra nisbet
Cemal-i bâ kemale seyr edelim
Verâ’ul- akl bu zatlar buldu rahmet
Cemii alemin ilmi begayet
Bu bilmekten geçip hakka gidelim
   Bu münasebetle Mevlamızdan niyazımız hem dünyada hem ahirette bize dostlarıyla
maiyyeti (beraber olmayı) ihsan buyurmasıdır. Âmîn…
*MUHAMMED KESKİN
http://www.kitaptakipcileri.com/Marifet-Dergisi-Ocak-2013-Safer-Sayisi,PR-1627.html
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Marifet Dergisi Ocak 2013 Sayısı Marifet Dergisi Ocak 2013 Sayısı, Marifet Dergisi Ocak 2013 Safer Ayı Sayısı Çıktı, Mahmut Ustaosmanoğlu Efendi Hazretleri,efendi, hazretleri, marifeti ahıska, 2013, dergisi, ruhul, furkan, arifan, cübbeli, hoca, efendi, marifet dergisi, ocak,şubat, mart, nisan, mayıs, haziran, temmuz, ağustos, eylül, ekim, kasım, aralık, 2013, sayısı, sayıları, 2012, 2011 ,2010, dergileri, ahıska, arifan, cübbeli, mahmut,ustaosmanoğlu,efendi, hazretleri, iletişim, telefonu, adresi,müşteri,destek, hattı, abonelik, şubesi, şubeleri,, Ahıska Yayınevi, Marifet Dergisi Sayıları Marifet Dergisi Ocak 2013
Marifet Dergisi Ocak 2013 Sayısı

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.