Kalplerin Azığı Kutul Kulub, Ebu Talib El Mekki 4 Cilt Takım

Kalplerin Azığı Kutul Kulub, Ebu Talib El Mekki 4 Cilt Takım

Kategori
Barkod
Kutul Kulub Kitabı 4 Cilt, semerkand
Vitrin Katagorisi
2.056,32 ₺
Aynı gün kargo
Kûtu'l - Kulûb  Kalplerin Azığı - Ebu Talip El Mekki 
4 Cilt - Toplam 2319 Sayfa
"İslâm tasavvufunun temel eserlerinden biri olan Kutu’l-Kulüb, henüz Asr-ı saadet devrinin gölgesinde yasanılan bir zaman diliminde Ebû Talib el-Mekkî’nin kaleme aldıgı bir klasiktir. 

 Bin yılı askın bir süredir hakikat yolcularına rehberlik eden bu eser, Ihyâü Ulûmi’d-dîn ve Avârifü’l-Maârif gibi meshur tasavvuf eserlere de kaynaklık ederek tasavvufun özünü en muteber sekliyle ortaya koymaktadır. Semerkand Yayınevi bu klasik eseri Dr. Dilaver Selvi’nin türkçesiyle dört cilt halinde kültür dünyamıza kazandırmıs bulunmaktadır."

 Yazar: Ebû Tâlib El -Mekki Hazretleri

Mütercimler: Prof. Dr. Yakup Çiçek - Dr. Dilaver Selvi

Kapak Tasarım: Mustafa Akbulut
Katagori: Tasavvuf - Sohbet
Cilt Sayısı: 4
Sayfa Sayısı: 2319
Boyut: 17 x 24 cm 
Kitabın Orjinal Adı: Kûtu'l Kulûb Fi Muameleti'l mahbub ve Vasfu Tariki'l Mürid İla Makami't Tevhid
Basım Yeri: İstanbul
Basım Tarihi:  2014
Kapak Türü: Ciltli
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe 
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo

İslâm tasavvufunun temel eserlerinden biri olan Kutu’l-Kulüb, henüz Asr-ı saadet devrinin gölgesinde yasanılan bir zaman diliminde Ebû Talib el-Mekkî’nin kaleme aldıgı bir klasiktir. Bin yılı askın bir süredir hakikat yolcularına rehberlik eden bu eser, İhyau Ulumid din ve Avarifül Maârif gibi meshur tasavvufi eserlere de kaynaklık ederek tasavvufun özünü en muteber şekliyle ortaya koymaktadır. Semerkand Yayınevi bu klasik eseri Dr. Dilaver Selvi’nin türkçesiyle dört cilt halinde kültür dünyamıza kazandırmıs bulunmaktadır...

www.kitaptakipcileri.com                       ESERİ TAKDİM

Yüce Allah'a sonsuz hamd olsun. Rahmet peygamberi Hz. Muham-med (s.a.v) Efendimize en güzei, en faziletli salat ve selam olsun. Onun izinden giden bütün salihlere Yüce Allah en yüksek dereceleri nasip etsin.www.kitaptakipcileri.com

Elinizdeki eser bir hazinedir. İçi, marifet, edep, ilim incileriyle doludur. Eser, fıkıhla tasavvufu, ilimle marifeti, hükümle edebi, zahirle batını, aşk­la ameli bir arada işlemektedir. Eser baştan sona İslam'ın inceliklerini ve yaşanacak en güzel şeklini anlatmaktadır. Bu eser, Allah Teala'nın: "Ben bütün cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" ayeti­nin en güzel bir tefsiridir. Onda yirmi dört saat hiç aksatmadan, harama bulaşmadan nasıl güzel kulluk yapılacağı anlatılmakta; bu yola girmek is­teyenlere rehber olmaktadır.

 

Kısaca eser, Allah rızasını tek hedef hâline getirmiş her müslümana buluğ çağından ölünceye kadar Yüce Allah'a nasıl kulluk yapacağını en güzel şekilde, örnekleriyle anlatmaktadır. Bir de bu ümmetin içindeki Allah dostlarının ulaştığı yüksek makamları ve bir hayat olarak yaşadıkları gü­zel ahlakı gözler önüne sermektedir.

Eser, her şeyi Allah sevgisi ve tevhid esası etrafında işlemektedir. Müellif eserine "Kûtu'l-Kulûb fî Muameleti'l-Mahbub ve Vasfu Tarikı'l-Mü-rid la Makami't-Tevhid" ismini vermiştir. İsminden de anlaşılacağı gibi, eserin asıl konusu; Yüce Allah'a ne şekilde dostluk yapılacağı ve tevhid makamına nasıl ulaşılacağıdır.

 

Elinizdeki tercümenin ilginç bir geçmişi var. Eser, bizim de içinde bu­lunduğumuz bir tercüme heyeti ile tercüme edilmeye başlandı. Tercüme­den sorumlu Prof. Dr. Yakup Çiçek hocamızdı. Tercümenin birinci cildi 1998 yılında, ikinci cildi ise 1999 yılında Ümran Yayıncılık tarafından yayınlandı. Ancak, yayınevinin kapanması sonucu, kalan ciltlerin tercümesi zamanında yetiştirilemedi ve yayınlanamadı. Bu sebeple eserin tercüme­si yarım kalmış oldu. Sonuçta Semerkand Yayıncılık eseri gündemine al­dı, bu hizmeti tamamlamayı bize teklif etti. Biz de Yüce Allah'tan yardım isteyerek işe başladık. Bu çalışmamızda usulümüz şu oldu.

İlk iki cildi yeniden tashih ettik. Bu tashih iki şekilde oldu. Birisi, tercü­me edilen kısımlar kitabın Arapça aslı ile karşılaştırıldı. Mananın metne uyup uymadığı kontrol edildi. Gerekli düzeltmeler yapıldı. Öyle ki, bazen tashih edemeyip yeniden tercüme ettiğimiz yerler oldu. Bunu mütercimler ilk tercümeleri ile karşılaştırıp görebilirler.

 

İkinci tashih çalışmamız, tercümede kullanılan Türkçe dil ve üslubun­da oldu. Uzun cümleler kısaltıldı. Karışık cümleler netleştirildi. Manayı an-lamayı zorlaştıran kelime ve cümleler değiştirildi. Derin mana içeren cüm­leler okuyucunun anlayış seviyesinde ifade edilmeye çalışıldı. Konular içinde bir bütünlük sağlandı.

Son iki cilt, aynı usulde tercüme edildi. Bu iki cildin tercümesi tarafı­mızca ve Ali Kaya bey tarafından gerçekleştirildi.

Tercüme üzerinde ayrıca kaynak çalışmamız oldu. Daha önce hadis­lerin kısmen kaynakları tespit edilmişti. Biz eserde geçen -çok azı hariç-bütün hadislerin kaynaklarını tespit ettik. Böylece kitap üzerinde bu çapta daha önce hiç yapılmamış bir çalışma yapılmış oldu. Hadislerin metin ve senedi hakkındaki değerlendirmeleri ilgili eserlere bırakıp, sadece kitapta geçen hadisin hangi meşhur hadis kaynaklarında geçtiğini tespitle yetin­dik. Ancak bazen, hadis hakkında yapılan önemli değerlendirmeleri dip­notta zikrettik.

 

Tercümede teknik olarak yenilikler yaptık. Bölüm başlıklarını kısalttık. İşlediği konu içeriğini daha güzel yansıtacak şekilde değiştirdiğimiz başlık­lar da oldu. Konu içeriğine göre bölüm içinde yeni alt başlıklar ekledik. Her bölümün numarasını ve ana başlığını üst yazıda gösterdik.

Önceki tercümede yayınlanan Prof. Dr. Yakup Çiçek hocamıza ait "Tasavvufun Kaynağı" başlıklı yazı ile, bize ait "Ebu Talib El-Mekkî ve Ku-tu'l-Kulûb" başlıklı makaleye giriş bölümünde yer verdik.

 

Tercümede, Dâru Sâdır tarafından iki cilt hâlinde basılan nüsha esas alındı. Ancak, tercüme esnasında elimize geçen ve Mektebetü Dâru't-Tü-râs tarafından üç cilt hâlinde yayınlanan Kahire-2001 tarihli tahkikîi baskı­dan istifade ettik; yer yer bu nüshadan alıntılar yaptık.

Tercümede, kelime ve cümle tercümesi yerine, mana ve muhteva ter­cümesini esas aldık. Asıl metne sadık kalmak ve onun asıl manasını ko­rumak şartıyla, mananın daha net anlaşılması için yer yer tamamlayıcı ek­lemelerimiz olmuştur. Bu, Arapça'daki bazı ifadelerin Türkçe'de tam kar­şılığını bulmaktaki zorluktan ileri gelmektedir. Bir de kitapta işlenen bazı konular kâmil insanların maneviyat halleriyle ilgili yüksek, derin, ince, ka­palı, sırlı halleri konu etmektedir. Bu halleri ifade etmekten bazen müter­cimler zorlanmakta, bazen de onları ifade etmekte kullandığımız dil yeter­siz kalmaktadır. Bunun İçin mütercimler bir derece mazur görülmelidir.

Bu büyük ilim hizmetinde emeği geçen bütün kıymetli hocalarımıza ve eseri yayına hazırlayan kardeşlerimize teşekkür ediyoruz. Ayrıca bu hizmeti bütün insanlığa sunan Semerkand Yayıncılığa da hayırlı hizmetler diliyoruz.

 

Bizler, bu tercümenin hatasız olduğunu iddia etmiyoruz. Bir alimin be­lirttiği gibi; hiç hatası olmayan tek kitap Yüce Allah'ın kitabı Kur'an'ı Kerim'dir. Biz, Allah için kusurlarımızı gösteren ve onları düzeltmeye vesile olan bütün müminlerden Allah razı olsun diyoruz.www.kitaptakipcileri.com

Hamd olsun alemlerin Rabbi Yüce Allah'a.

 Dr. Dilaver Selvi

  

                           TASAVVUFUN KAYNAĞI ?

 Tasavvuf kelimesinin nereden geldiği hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Oysa tasavvufun, sistemi ve muhtevası itibarıyla Kur'an ve Sünnet'e dayandığı göz önünde tutulursa, mesele kolayca çözülür. Keli­meler üzerinde tartışmaya girmenin bir faydası yoktur. Bu konuda tedirgin olmak da gerekmez. Çünkü elimizde Kitap ve Sünnet gibi iki yanılmaz öl­çümüz mevcuttur.. Dinle ilgili her sorunu onlarla çözebiliriz. Üzerinde pek çok söz söylenen tasavvuf ilminin de dindeki yerini ve bağlayıcılık değeri­ni Kur'an ve sünnetten öğrenebiliriz. Önce tasavvuf kelimesinin tarihî sü­reç içerisinde geçirdiği devreleri ve kazandığı manaları hatırlatalım.

www.kitaptakipcileri.com

Sufiler niçin farklı isimlerle anılmıştır? Sorusunun cevabı gayet kolay­dır. Bazı sufi büyükleri, ilâhî huzura erebilmek için hükümdarlığa varana kadar bütün maddî imkanlarını ve dünyalıklarını rahatlıkla feda edebiliyor­lardı. Bunu görenler onlara fukara (fakirler) diyorlardı.

Tasavvufta fakir, elinde hiç malı olmayan değil, gönlünde mal sevgisi bulunmayan, geçim endişesi çekmeyen, gelecek kaygısı taşımayan, kalbi Yüce Allah ile zengin olan ve Allah sevgisinden başka hiçbir şeref arama­yan kimse demektir. Bu kimsenin eline dünya dolusu mal geçse, onda kendisinin kadar, diğer müminlerin de hak sahibi olduğunu kabul eder. Ki­min ihtiyacı varsa ona sarf eder.www.kitaptakipcileri.com

-Yine Hak aşıkları zevkine erdikleri manevi alemin coşkusuyla dünya­dan kopuyor, dağ, şehir ve yollara düşerek irşat ve tebliğle uğraşıyorlardı. Bu hallerini görenler onlara seyyahîn diyorlardı.

Ayrıca Allah dostları, seyrine daldıkları ahiret güzellikleri yanında, her şeyi ile solmaya mahkum dünyayı garipler diyarı olarak görüyorlardı. Bu onları, fani dünyada garip olmaya çağırıyordu. Zaten Allah Rasülü (s.a.v) Efendimiz:


     
"Dünyada garip gibi ol, yahut hemen hareket edecek yolcu gibi dav­ran ve kendini ölüler arasında say.": Buyurmuştu. Allah adamlarına kala­balıklar bir fayda vermiyordu. Bunun için yalnızlığı seçmişlerdi. Bu yüzden onlara gurâbâ (garibler) de deniyordu. Onlara verilen isimler bunlarla sı­nırlı değildir. Abid, zahid, nüssak, derviş, sufi, mutasavvıf, veli gibi isimler en yaygın olanlarıdır. Gönül ehlinin ulaştığı ve yaşadığı her farklı duruma göre kendilerine değişik isimler verilmiştir. Bunlar aslında sıfattır, isim ola­rak kullanılmaktadır.

 Tasavvuf kelimesinin hangi kök ve kelimeden türetildiği hakkındaki görüşleri ise şu şekilde özetleyebiliriz:

1-Ashab-ı Suffe: Sayılarının en çok dört yüz kadar olduğu rivayet edi­len ve Mescid-i Nebevî'ye bitişik sofada yaşayan, sadece ilim ve ibadetle uğraşan sahabilere Ashâb-ı Suffe denir.

Tasavvuf kelimesinin aslının suffe kelimesi olduğunu ileri süren bu görüş, mana ve muhteva yönünden doğru olsa da, lisan bakımından iza­hı zordur. Sufilerin bir çok yönden Ashab-ı Suffeye benzediği doğrudur. Ancak bu benzerlik hal, ahlak, yaşantı ve sıfatlardadır. Sufi ve tasavvuf isimlerini suffeden türetmek zordur.

2-Saff-ı Evvel: Yüce Allah'ın hoşnutluğuna uygun davranışlarından dolayı, ilahî huzurda ön safta bulunanlara "ilk safta olanlar" denir. Tasav­vufun saff kelimesinden gelmiş olabileceğini ileri sürenler vardır. Ancak gramer açısından bu dq geçerli değildir.

3-Benu's-Sûfe: Bu bir kabile ismidir. Onlar, İslam gelmezden önce Kabe'ye hizmet eden Mudar kabilesinden bir topluluktur. Sufiler, Hakka ibadeti ve halka hizmeti ön planda tuttuklarından kendilerine, bu kabileye nispetle sufi denmiştir. İbnu'l-Cevzî de bu görüşü benimseyenlerdendir. Ancak bu görüşe, İslam'ın geldiği yıllarda bu adla anılan bir kabilenin bu­lunmadığını öne sürüp itiraz edenler olmuştur.

4-Safevî: Tasavvufun saf ve duru soydan gelenler anlamına gelen sa-fevî kökünden geldiğini ileri sürenler de vardır. Çünkü, tasavvuf, daha çok bir kalb tasfiyesi işidir. Ancak tasavvuf kelimesinin aslının safa olduğunu izah etmek zordur.

1   Buhari, Rikak, 3; Tirmizi, Zühd, 25; ibnu Mace, Zütıd, 3; İbnu Hıbban, Sahih, No: 698.

www.kitaptakipcileri.com
 5-Savf: Tasavvufun aslının yüz çevirmek anlamında olan savf keli­mesinden türediğini söyleyenler de bulunmaktadır. Çünkü sufiler de masi-vadan yani Allah'tan gayri her şeyden yüz çevirirler.

6-Sophia: Tasavvufun Yunancada hikmet, bilgelik anlamına gelen sophia kelimesinden geldiğini ileri sürenlerde vardır. Bîrûnî (443/1051) ve bazı müsteşrikler bu görüştedir. Bu görüş doğru değildir. Çünkü sufi keli­mesi yunanca felsefî eserlerin Arapçaya tercümesinden önce kullanılmış­tır. Ayrıca İslam filozoflarına hakim ve feylesof gibi isimler veriliyordu.

7-Sûf: Sufi'nin ve tasavvufun, yün anlamına gelen sûf kelimesinden türediği görüşü dil, tarih ve mana bakımından daha isabetli görülmektedir. Sufî, sûf (genelde yünden mamul elbise) giyen kimse demektir. Bu görüş mana, muhteva ve dil açısından en tutarlı olan görüştür. Yün elbise giy­mekle ilgili şu rivayetler, konunun temelini oluşturmaktadır.

a-Peygamberimiz (s.a.v) saf yün elbise giyerlerdi.2

b-Hz. Musa (a.s.) Allah ile kelam ettiğinde üzerinde yün elbise vardı.3

c-Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

 "Yünden elbise giyiniz ki kalbinizde imanın tadını fadasınız.*

"Yünden elbise giyen, mümin fakirlerle oturup kalkan, merkebe binen ve çömelip süt hayvanını sağan kimse, kibirden kurtulmuştur."5

www.kitaptakipcileri.com

d)   Yünden mamul elbise giymek, Ashab tarafından da zühd ve teva­zu alameti olarak kabul edilmişti.

e)   Tabiin de yünden yapılan elbiseyi bir zühd ve takva alâmeti olarak benimsemişti.6

Ayrıca sufi kelimesinin bir çöl bitkisi olan sufan ve sufane kelimelerin­den alınmış olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü sufiler, nebati yiyecek­leri tercih ederlerdi.

Şunu kabul etmeliyiz ki tasavvuf, kültür ve medeniyetler gibi hakkın­da çok ve farklı tanımlar olan bir kavramdır.

 2   İbnu Sa'd. Tabakat, II, 453; Tirmizi, Cenaiz, 32; îbnu Kesir, el-Bidaye, VI, 10

3   Tirmizi, libas, 10; Hakim, Müstedrek, I, 28.

4   Beyhaki, Şuabu'l-İman, V, No: 6151.

5 Beyhaki, Şuabu'l-İman, V, No: 6161.
s Bkz: Kûtu'l-Kulûb, II, 47.

 Tasavvuf, tarihte geniş bir çevrede yayılmıştır. Çok uzun süre gün­demde kalmış, değişik kitleler içinde yaşama alanı bulmuş ve bu terbiye sistemi farklı tezahürleri ile asırlar boyu devam etmiştir. Onun için onu farklı bölgelerdeki değişik görünüşüyle tam olarak tarif etmek pek zordur.

Tasavvuf yolunun üstatlarından Abdulkerim Kuşeyrî (465/1072), sufi ve tasavvuf kelimelerinin hangi kelime ve kökten geldiği ile uğraşrnayı yer­siz ve gereksiz görerek son noktayı şöyle koymuştur:

"Bu isim, halleri ve yollan meşhur İslam topluluğuna verilmiş bir lakap­tır."7

Kısaca dinde Sahabe yolunu izleyen, Allah'ı devamlı olarak zikreden, kalb temizliğini her şeyin üstünde tutan, kendilerini gaflet ve dünya haya­tının kötü etkilerinden koruyan, manevi iç kuvvetlerini ve ruhî kabiliyetleri­ni geliştirmeye çalışan mü'minlerin geliştirdiği terbiye yoluna tasavvuf den­miştir.

Tasavvuf, marifetullah denilen Yüce Allah'ı tanıma, kalbi tezkiye ve nefsi terbiye etmek için gerekli olan bilgi, tecrübe ve eğitimi veren İslamî bir ilimdir.

Yine tasavvuf, insanın Yüce Allah tarafından sevilmesi ve buna bağlı olarak da Yüce Mevla'yı sevmesi için gerekli olan edep ve ahlakları konu eder. İnsana ilâhi terbiyeyi kazandırır.

Şunu da bilmek lazım ki, ruhanî ve ilâhî aleme ait binlerce İlim, hâl ve hikmeti konu eden tasavvuf, özü itibariyle dile getirilmekten uzaktır. Bu ko­nuda söylenecek sözler, ona bir yönüyle işaretten ibarettir. Bunu şu misal­le düşünelim:

Bir çok ressamdan bir bahçeyi fırça ile anlatmaları istendiğinde, her biri aynı bahçeyi başka başka tablolarla resmedeceklerdir. Çünkü bahçe fırçadan dökülmeden önce onların şahsî dünyalarından geçecek ve gizli dünyalarından başka başka renkler alacaktır. Artık tablodaki bahçe, sade­ce o bahçe değildir.

 

Ayrıca tasavvufun tarifleri, mutasavvıfların durumlarına göre de yapıl­dığından bu tanımlar, onun mertebesinden, mizaç ve meşrebinden, sos­yal durumundan ve tasavvufî hayata girmeden önceki yaşayışından etki-

 

7  Kuşeyri, Risale, II, 355-36. (Beyrut, 1998. I: Baskı)

 

lenir. Yine bu farklılık, bazen tasavvufu öğrenmek isteyenlerin durumları­na göre cevap vermekten kaynaklanır.

Örnek olarak bir kaç tarif verebiliriz:

Cüneyd Bağdadî (298/910): "Tasavvuf" Allah'ın senin nefsinde bula­nan kötü sıfatları öldürüp, kendisinin hoşnut olduğu güzel sıfatlarla kalbi­ni manevi diriliğe kavuşturmasıdır."

Maruf Kerhî (298/815): "Tasavvuf, hakikatlere sarılmak ve halkın elin­de bulunan şeylerden ümidi kesmektir."

Ebu Süleyman Dârânî (215/830): "Tasavvuf, kulun bütün fiillerini Hakk'tan bilmesi ve daima Hakk ile olmasıdır."

İsmail b. Nüceyd (366/876): "Tasavvuf, Allah'tan gayri şeylerden gön­lü tamamen çekmek, bilinmemeyi tercih etmek ve hayırlı olmayan şeyler­den sakınmaktır.8

El-Kettanî (322/933): "Tasavvuf, baştan sona güzel ahlaktan ibarettir. Ahlakça senden güzel olan kimse, tasavvuf yolunda da senden ileridedir.'5

İmam Rabbanî (1034/1625): "Tarikat ve hakikat diye bahsedilen ilim­ler, şeriatın üçüncü merhalesi olan ihlası elde etmek İçindir. Bu ilimlerin hedef ve hizmeti budur. "10

Diğer taraftan tasavvufun özü itibariyle, Peygamberimizin ve ashabı­nın yaşayış tarzında görmekteyiz.

 

Hz. Peygamberimiz, çok sade ve tevazu içinde yaşardı. O, çağında güçlü bir devlet kurmuş olduğu halde dünyaya iltifat etmemiş, ma! ve şöh­ret ile değil,' sadece Yüce Allah'a kulluğuyla iftihar etmiştir.

Allah Rasülü (s.a.v) çok cömert idi. Daima sadaka verir, fakir olurum diye endişe etmezdi. Ashabına, dünyaya kapılmamayı söyler, nafile na­maz kılmakla, sabır ve tevekkülle, helal kazançla, çokça zikirle Allah'a yaklaşmayı tavsiye ederdi. Kalp temizliğine çok önem verirdi. Gece nama­zına çok ehemmiyet verirdi. Öyle ki farz namazdan sonra en üstün namaz olarak gece namazını görürdü.11

 

8  Bk?: Kuşeyri, Risale, II, 355-360. (Babu't-Tasavvuf)

9  Sühreverdî, Avarifü'l-Mearif, 56.

10  imam Rabbani, Mektubat, 36. Mektup.

11   Müslim, Salâtu'l-Müsafirin, 139; Ebu Davud, Salât, 317.

 

Nefis tezkiyesine imân ve İslâm'ın üstünde bir yer vermiş, bunu ihsan sözüyle ifade etmiştir. "İhsan, Allah'a, Onu görüyormuş gibi ibadet etmen­dir. Çünkü sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor." ™ buyurmuştur.

Efendimiz (s.a.v) ayrıca müslümanları zikre teşvik etmiş ve "Allah'ı zikredenle etmeyenin farkı, diri ile ölünün farkı gibidir.13 buyurmuştur. As-hab-ı Kiram da kendisi gibi zühd ve takva yolunda idiler. İşte tasavvuf, git­tikçe gelişen bu zühd ve takva hareketinin bir sonucudur.

Kısaca ifade etmek gerekirse, Sahabe ve Tabiun devrinde ruhlara ha­kim olan Allah korkusu ve zühd hareketi, daha sonra tasavvuf ismiyle bir terbiye sistemi haline dönüşmüştür.

 

Fıkıh, kelam ve hadis ilmi, birinci ve ikinci hicrî asırlarda tedvin edil­meye başlanmıştı. Öteki ilimler gibi tasavvuf ilmi de, bu asırlarda şekillen­meye ve toplanmaya başlandı. Fıkıh, ibadetlerin zahir kısmını inceliyor, tasavvuf da, ibadetin gayesi olan huşu' huzur gibi bâtınî kısmını incele­me konusu yapıyordu. Bunun için tasavvufa bâtınî fıkıh da denir.

İslam mezheplerinin oluştuğu hicrî II ve III. asırlarda, bu fırkalar Kur'an ayetlerini ve hadisleri, belirledikleri usuller çerçevesinde tefsir et­meye, ayet ve hadislerden hükümler çıkarmaya başladılar. Tasavvufî ve­ya İşâri tefsir de aynı şekilde, kendisine has usul, metod ve hedef daire­sinde tedvin edilmeye başlanmıştır.

Tabiûn devrinden itibaren, İslam devletinin sınırlarının genişlemesi ve çeşitli ırk, din, dil ve kültüre sahip insanların İslam toplumu içine girmiş ol­maları sebebiyle, tabii olarak fikrî hareketlerde de bir canlanma olmuştur. Özellikle bu dönemde çeşitli bilimlerle meşgul olunmaya başlanmıştır. Bu ilmî faaliyet içinde bulunanlara, uğraştıkları bilim dalına uygun isimler ve­rilmiştir. Meselâ tefsir ilmiyle meşgul olanlara müfessir, hadisle iştigal edenlere muhaddis, kelam ilmi sahasında çalışanlara mütekellim, çalış­malarını fıkıh alanına teksif edenlere fakîh denildiğ gibi; dünyadan yüz çe­virip Allah'a yönelen, riyazet ve ibadetle ruhî kabiliyetlerini geliştirmeye çalışan.mütedeyyin müslümanlara da sufi, mutasavvıf ismi verilmiştir.

12  Buhari, iman, 37; Müslim, İman, 1; Ebu Davud, Sünnet, 16; Tirmizi, İman, 4.

13  Buharî, Daavat, 6.

 

 

         TASAVVUFÎ TEFSİRLERİN MEYDANA GELMESİ

 

Başlangıçta sahabe ve tabiûn açıklamalarından oluşan Nakli Tefsir'e, daha sonra Akli=Rey Tefsiri de eklenmiş oldu. Böylece farklı fırkaların gö­rüşlerini yansıtan tefsir ekolleri doğdu. Bu arada mutasavvıflar da, kendi kanaatlerine uygun düşen görüşleri, bilgileri bir araya toplamaya başladı­lar. Özellikle yaşadıkları manevi zevk ve vecd haline göre ayetlerden bir takım ince manalar çıkarıyorlardı. Bu çeşit tefsire, ilk anda akla gelmeyen fakat ayetin işaretinden tefekkürle kalbe doğan mana anlamında İşârî Tef­sir adını verdiler. Böylece diğer tefsir ekolleri yanında, mutasavvıfların gö­rüşlerini aksettiren Tasavvufî=İşârî Tefsir Okulu da doğmuş oldu.

Kehf suresinde anlatıldığı üzere, öğrenme ile elde edilen bilgiden ay­rı olarak, Allah tarafından lütfedilen Ledünnî bir ilim de vardır. Hz. Hızır'a (a.s) da verilen ve işin iç yüzünü gösteren bu ilmi, gizli karakterlerinden dolayı ilk anda anlamak kolay değildir. Bilhassa riyazet ve fazla ibadet sa­yesinde ulaşılan bu gizli bilgiyi herkesin hazmedemeyeceği, böylece in­sanları yanlış bir anlayışa götürebileceği sufiler tarafından dikkate alına­rak, kalblerine doğan bu bilgileri kapalı bir üslûpla, rumuz ve işaret yoluy­la ifade etmeyi tercih etmişlerdir. Nitekim yaptıkları tefsirlere sadece tefsir değil, işaret adını vermişlerdir. İşte bunun için tasavvuf? tefsire İşârî Tefsir denmiştir.

 

 Tasavvufî bilgiler, nazarî ve amelî olmak üzere iki kısma ayrılır. Buna parelel olarak da, her kısmın görüşlerine uygun iki çeşit tefsir meydana gelmiştir.

a-İşârîSufi Tefsir; Bu tefsir, yalnız seyr ü sülük erbabına açılan ve za­hir mana ile bağdaştırılması mümkün olan birtakım gizli manalara ve işa­retlere göre tefsir etmekten oluşur. Esas itibariyle sufinin bulunduğu ma­kama göre kalbine doğan ilham ve işaretlere dayanır.

 b-Nazarî Sufi Tefsir: Kur'an ayetlerini bir takım nazariyelere, felsefî görüşlere uygun düşecek biçimde anlamaktır. Bunlar genelde Allah'ın ke­lamını, kendi görüşlerine uyacak şekilde asıl mecrasından saptırarak te'vil ederler. Bundan dolayı, Kur'an'ı bu çeşit tefsircilerin kendi görüşlerine uy­durmaya çalışan nazarî sufi tefsirlere, ilmî manada itibar edilmez .

İşârî tefsirci, tefsir ettiği ayetin, verdiği mananın dışında başka bir ma­nasının olmadığını iddia etmez. Aksine kendi tefsirini onun manalarından biri olarak kabul eder. Riyazet ve ibadetle ruhu aydınlanan mutasavvıf, kutsal işaretleri alacak dereceye ulaşır ve orada ayetlerin'taşıdığı iç mana kalbine doğar. Fakat nazarî müfessir, ayet üzerindeki yorumunu özellikle felsefî fikirlerine ve görüşlerine dayandırdığından emniyetli değildir.

 

Kur'an'da gizli ilimler, sırlar, hikmetler ve işaretler mevcuttur. Kur'an'ın incelikleri bitmez. Alimler ona doymaz. Her akıl onu aynı seviyede anla­maz. Takva nuru olmadan Yüce Allah'ın gerçek muradı anlaşılamaz. Çün­kü Yüce Allah bu kitabın ancak muttakiler için bir hidayet kitabı olduğunu, kalbi perdeli olanların onu anlamayacağını haber vermiştir. Şimdi Kuran'ı anlamada ariflere verilen özel ilimlerin ne olduğunu ayet ve hadislerden öğrenelim:

 

 

             İLHAM ve VEHBÎ İLMİN DELİLLERİ

 

Yüce Allah'tan gelen bir ilham yoluyla ayetleri anlamanın ve işârî tef­sir yapmanın caiz olduğuna dair Kur'an'da ve hadis-i şeriflerde işaretler bulmaktayız. Bu konuya ışık tutacak bazı ayetler şunlardır:

"Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun göğsünü İslam'a açar.**

Sahabe-i Kiram, Rasulullah'a (s.a.v): "Allah, insanın göğsünü nasıl açar? diye sorduklarında, Efendimiz:

"Göğsüne bir nur atar; onunla göğsü açılır." Buyurdu. Bunu gösteren bir belirti var mı? diye sordular. Şu cevabı verdi: "Aldatıcı dünya hayatın­dan gönlünü çeker, ebedi ahiret yurduna yönelir, ölüm gelmeden önce ha­zırlık yapara5

Allah, kimin kalbine nurunu koyarsa bu işleri o kimseye kolaylaştırır. Bunun için kalbin nuru kabul etmesi ve ona teslim olması için, kalbi o ta­rafa yöneltir ve genişletir. Ona hak yolunu tanıtır ve onu imanda muvaffak kılar. Kalbin İslam'a açılması ve genişlemesi, kinaye yollu bir anlatımdır. Bununla, kalbin hakkı kabul edecek bir duruma getirilmesi ve haktan ge­lenleri kabul etmeye hazır bulunması anlatılmaktadır. Kalp nurla genişle­yince, İçinde Hakka engel olan ve ona ters düşen her şeyden tasfiye edil­miş, temizlenmiş olur.

 

14  En'am, 125.

15  Hakim, Müstedrek, IV, 311; Beyhaki, Zühd, No: 974; Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensûr, VII, 219.


 

Böylece kalp, Allah tarafından ikram edilen bir sekînet ve rûh ile hak­kı kabul etmeye açılır.16

 

İlim iki kısımdır. Biri muamele ilmi, diğeri de mükaşefe ilmidir. Önce­lik hakkı olan muamele ilmi, Allah'ın rızasına yaklaştıran veya ondan uzaklaştıran sebepleri açıklayan ilimdir. Mükaşefe ilmi ise, tasfiye edilmiş kalbe doğan ve kendisiyle gayb alemi müşahede edilen bir nurdur.

ibn Abbas(r.a), kalp temizliğini kalbin tevhîd ve imana açılmasıdır, şeklinde anlamıştır. Kalbin açılması, onun marifet ve iman etmeye sevk edilmesi, hikmet için bir kab durumuna gelmesi ve boş düşüncelerden te­mizlenmiş olmasıdır.17

Bir diğer ayette: "Bu topluluğa ne oluyor ki, nerde ise söz anlayama­yacaklar.^8 Buyuru I ur.

Ayetin uyarısı şudur: Onlar, kendilerine öğüt veren Kur'an'ı anlamı­yorlar. Oysa onu anlasa ve manasını düşünseler, her şeyin Allah tarafın­dan olduğunu anlarlardı. Bu halleriyle onlar, sanki anlayışı olmayan yara­tıklar gibidir.

Bu ayette konu edilen Yahudi ve münafıklardır. Ayet, kendilerini kını­yor ve soruyor: Ne olmuş ki, hiç bir söz anlayamıyorlar?

Bilindiği gibi anlamak fıkıhla ifade edilir. Fıkıh, elde mevcut bir bilgi ile, ince bir takım bilgilere ulaşmak demektir. Buna da nurlu bir aklın yanında, temiz bir kalp ve İyi bir niyetle ulaşılır.

Ayette bahsedilenler nefisleriyle perdelenmiş kimselerdir. Bundan do­layı onların, hakkı işitme ve hıfzetmenin merkezi olan kalp kulakları tıkan­mış olduğundan söz anlayamıyorlar.

Görüldüğü gibi bu ayet, ilâhî mesajı herkesin anlamadığını, bu nurdan mahrum insanların bulunduğunu ifade etmektedir.

 

"Kur'an'ı düşünüyorlar mı?... O Allah katından olmasaydı onda birçok çelişki bulurlardı.B|9

 

16  Bursevi, Rûhu'l-Beyan, III, 100.

17  Taberî, Tefsir, Cüz; XXX, shf: 150.

18  Nisa 4/78.

19  Nisa 4/82.



 

Büyük Müfessir İsmail Hakkı (rah), bu ayetteki işarete şöyle dikkat çe­ker:

"İnsanlık, Kur'an'ın mucizelerini, hidayet nurlarını, ayetlerindeki naz­mı, fesahat ve belagatını, manasındaki dengeyi, sırlarını, hakikatlerini, işaretlerindeki inceliklerini, günahın ortaya çıkardığı manevî kalp hastalık­larını naşı! tedavi ettiğini gereği gibi düşünüp anlayabilselerdi, şüphesiz o ilâhî kelamda her hastalığın ilacını, mutluluğa götüren her prensibi, her konudaki hayrı yakalarlar ve onu, acayiplikleri bitmeyen bir deniz, hayret veren şeyleri son bulmayan bir umman bulurlardı.20

Bu ayet de gösteriyor ki insanlar, Kur'an'ı anlamda farklı derecelerde bulunmaktadır.

"Allah, size zahir ve batın nimetlerini bol bol verdi.™ ayeti de manevi ilimlere işaret etmektedir.

Müşahede edilebilen yani gözle görünebilen nimetlere zahirî nimetler denir. Ancak bir delil yardımıyla bilinebilen nimetlere de batını nimet de­nir. Meleklerin Allah'ın izniyle yardım etmesi batınî nimettir. Marifet, akıl, kalb anlayışı da batınî nimetlerdendir.22

"Kur'an üzerinde düşünmüyorlar mı? Yoksa kalblerinde kilit mi var?"23

ayetinde, kalbi kilitli, yani gaflet ile kapalı olan kimselerin ilahi kelamı an­layamayacağı belirtilmektedir.

İdrak ve anlayışın merkezi kalptir. Kalp, ilahi nur ile aydınlanmaz ise, Yüce Allah'ın muradını anlamaz, ilahi aşkı tadamaz, marifetten nasibi ol­maz.

 

Aslında gaybî ilmilerin kalbe açılması, Yüce Allah'ın bir ihsanıdır. Herkes için Yüce Allah'a vuslat, şuhud, kabul ve kurb makamları müyes­ser değildir. Kur'an'ı iyice düşünüp anlayamamak, bir mahrumiyet belirti­sidir. Burada anlayışı engelleyen mâniler, kilit diye ifade edilmiştir.

"Onlar, Allah'tan fazla sizden korkarlar. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.™

 

20 İsmail, Hakkı, Rûhu'l-Beyan, II, 245.

21  Lokman 31/20,

22 Beydavî, Envaru't-Tenzil, II, 23

23 Muhammed 47/24.
a Haşr, 13.

 

Ayette şu durum anlatılıyor: Onlar Allah'ı tanımıyorlar. Onun azamet ve kudretini bilmiyorlar. İlahi marifetten mahrumlar. Bu yüzden kalpleri perdelidir. Ondan dolayı münafıklar Allah'tan çok sizden korkarlar. Bunla­rın Allah'tan çok az korkmaları ve O'na karşı tazim, hürmet ve saygı nedir bilmeyişleri, kalplerindeki anlayışlarının azlığından dolayıdır. İman nuru zayıf olan kimsenin, ilahi hükümleri ve Allah'ın muradını anlama idraki de o derece zayıftır.

Hz. Ali (r.a): "Yüce Allah'ın senin yanındaki azameti, mahlukatı gö­zünde küçültür."demiştir. Şu halde kalpleri kapalı olanlar, idrak ve anla­yışlarının eksikliğinden dolayı, Yüce Allah'ın tazim edilmeye ve korkmaya layık tek ilah olduğunu anlayamıyorlar.25

Bu ve benzeri ayetlerde olduğu gibi, hadislerde de işarî tefsirin varlı­ğını gösteren bilgilere rastlıyoruz. Nitekim bazı hadis-i şeriflerde, ilâhî ilha­ma mazhar bazı insanlardan bahsedilmektedir. Herkesin anlayabileceği zahirî ilimden başka, bir de ancak seçkin kimselere verilen batınî bir ilmin bulunduğu belirtilmektedir.

 

Şimdi bu hadislerden bir kaç tanesini kaydedelim:

Ebu Hureyre'nin naklettiğine göre, Nebî (s.a) şöyle buyurmuştur.

"Sizden önce yaşamış İsrail oğulları arasında öyle kimseler vardı ki, onlar Peygamber olmadıkları halde, Allah tarafından kendilerine ilham edilen haberleri konuşurlardı. Eğer ümmetimden de bunlardan bir kimse bulunursa (ki şüphesiz bulunacaktır), o da muhakkak Ömerdir."26

Çünkü İslam Ümmeti, ümmetlerin en faziletlisi olduğundan, öbürlerin­de bulunan ilham ile desteklenen kimselerin, islam Ümmeti içinde de bu­lunması kesindir.

Peygamber olmadıkları halde, Allah tarafından haber alan ve kendi­lerine çeşitli ilimler ilham olunan kimselere muhaddesûn denilir. Bu ilme mazhar olan kimseler, olayları önceden keşfedebilirler, diğer insanlara ka­palı olan durumlar ve ilimler onlara açılır.

 

25 Beydavî, Envaru't-Tenzil, II, 467.

26 Buhâri, Fedailü's-Sahabe, 6; Müslim, Fedailü's-Sahabe, 23; Tirmizi, Menakıb, 17.

 

Hz. Ömer (r.a), İranlı Ebu Lü'lü tarafından, zehirli bir hançerle yara­landığında yanına gelen ibn Abbas'a: "Benim şu andaki ızdırap ve endi­şem senin içindir. Senin en yakın, en sadık dostların içindir." demiştir.

Gerçekten Hz. Ömer'in, onlar hakkında endişe etmesi, kendinden sonra kopacak bir fitne ve ihtilali sezmesinden dolayı idi. Nitekim Hz. Os­man (r.a) zamanında o fitne başladı ve devam etti.

Bilindiği gibi, gayb ilmi, Allah'a mahsus olmakla birlikte, bazı gaybî bil­gileri, dilediği bir kuluna mucize veya keramet olarak, ya vahiy veya ilham yoluyla bildirebilir.

 

Hadislerde, her ayetin bir zahiri, bir de batını olduğu ifade edilmiştir. Bu hadislerde zahir ile batınının anlaşılmasında insanların farklı olduğuna dikkat çekilmektedir.

Abdullah b. Mes'ud'un rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a.v) şöy­le buyurmuşlardır:

"Kur'an'ın bir zahiri, bir batını, bir haddi ve bir matla'ı vardır."*7

Hz. Ali (r.a) de, göğsüne işaret ederek: "Âh, şurada toplanmış ilimleri benden alacak birilerini bulabilseydim!" demiştir.

Allah Rasalü (s.a.v): "Biz nebiler topluluğu, insanlara akıllarına göre konuşmakla emrolunduk."buyurmuştur.28 Hz. Aîşe (rah) validemiz: "Rasu­lullah (s.a.v) bizlere insanların konum, durum ve derecelerine göre konuş­mamızı emretti." Demiştir.29

Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Rasulullah şöyle buyurmuştur:

"İlimler arasında sedef içerisindeki inci gibi bir ilim vardır ki, onu Allah'ı bilen alimlerden başkası bilemez. Onlar bu ilmi söyledikleri zaman, Al­lah'tan gafil ve cahil olanlardan başkası onu inkar etmez.™

Diğer bir hadislerinde de Rasulullah (s.a.v): "İlim ikidir: biri kalpte giz­lidir ki faydalı olan budur" buyurmuştur.31

 

27 ibnu Hıbban, Sahih, I, 276; Beğavi, Şerhu's-Sünne, i, 262; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, VII,
152.

28 Gazali, ihya, I, 82

29 Ebu Ya'la, Müsned, No: 4826; Ebu Davud, Edeb, 20.

30 Deylemi, Rrdevsü'l-Ahbar, I, 258; Münziri, et-Terğıb, I, 103; Zebidi, İthafu's-Sade, I, 260.

31  ibnu Abdilber, Beyani'l-ilm, I, 190; Darimi, Mukaddime, 34;

 

 

"Benim bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz. Hanımlarınızla yatakta keyfedemezdiniz, dağlara çıkar Allah'a yalvarırdınız.122

Serrac (378/988) der ki, Peygamberimizin işaret ettiği bu ilim, herke­sin bileceği hak arasında bilinen ilimlerden olsaydı benim bildiğimi bilsey­diniz dediği zaman, dinleyenler senin bildiğini biliyoruz, derlerdi. Onun ri-saletinin hakikati ve Allah'ın ona verdiği özel ilim, dağlar üzerine konsay­dı, dağlar erirdi. Bunun için Efendimiz (s.a.v) ashabına ancak anlayabile­cekleri şeyleri söylerdi.33

Görüldüğü gibi, zikrettiğimiz bu hadis-i şeriflerde; herkesin anlayabi­leceği zahiri ilimden başka bir de seçkin kimselere verilen özel batını bir ilmin varlığından haber verilmektedir. İlham ile manen desteklenen bazı insanların bulunduğu bildirilmektedir. Ayetlerin zahir ve batın manaların­dan bahsedilmektedir. Sedef içinde saklı inci gibi gizli bir ilmin var olduğu ve bunları ancak Allah'ı bilen alimlerin bilebileceği zikredilmektedir.

Ayetin zahiri lafzı; batını da tevilidir, diyenler olmuştur. Kur'an'm geç­miş milletlerden verdiği haberler ayetlerin zahiri; o haberler vasıtasıyla in­sanlara verdiği öğüt ve uyarı da batınıdır, diyenler vardır.34

Bazı alimlere göre ayetin zahiri, onun okunan lafızlardır. Batını, ayet­lerin içindeki saklı mana ve murad-ı ilahidir. Ayetlerin haddi, helal ve ha­ramı bildiren hükümleridir. Matiaı ise müjde ve tehdit içeren haberlerdir.35 Kul.ayetlerin zahirini ve batınını bilerek, hükümlerini yaşayarak, gösterdi­ği hedefleri görüp gözeterek kâmil bir insan olur.

 

Diğer bir yaklaşıma göre ayetin zahiri, zahir ilim erbabına açılan ma­nalarıdır. Batını ise, Allah'ın hakikat erbabına verdiği gizii ilim ve sırlı ma­nalardır.

Abdulvahhab eş-Şa'ranî şöyle der: "Şeriatın ahkamıyla ihlaslı olarak ibadet eden sufi, zahir alimlerin bilemeyeceği öyle ilimlere vakıf olur ki, ta­rifi mümkün değildir. Bu arif zatlar, Kur'an ve sünnetin zahirinden hüküm çıkarmaya muktedir olduğu gibi, zahir ulemasının anlayamayacağı mana-

 

31 Tirmizi, Zühd, 9; İbnu Mace, Zühd, 19. Hadisin ilk kısmı için bkz: Bufıarî, Kusuf, 2.

33 Serrac, Lum'a, 159.

34 Zerkarıi, Msnahil, I, 547.

35 Suyuti, itkan, II, 185.

 

lara da aşina olurlar. O halde her sufi aynı zamanda bir fakihtir; fakat her fakih sufi değildir."36

Burada sufi deyince, manevi terbiyeye yeni adım atmış ve hak arasın­da sufi diye anılan kimseler değildir. Gerçek sufi, dini hakkıyla bilen, yaşa­yan ve takvaya eren kamil müminlerdir. Onlar, Kur'an'da mukarrebun sı­fatıyla anlatılan ilahi yakınlığa ulaşmış salihlerdir.

Genel olarak bütün alimler de batın manayı kabul etmektedir. Nitekim et-Taftazanî, Nesefî'nin akaid kitabını şerh ederken şöyle demiştir: "Nass-lar zahir manaları üzerinedir. Onları delilsiz ve münasebetsiz olarak baş­ka manalara çekmek, dini tahrif edenlerin işidir. Batınîlere batınî denme­sinin sebebi, ayet ve hadislerin zahir manalarını kabul etmemeleridir. On­lar böylece Şeriatı=dini bütünüyle bozup ortadan kaldırmayı düşünürler. Bazı muhakkik alimler demiştir ki: Nasslar (ayet ve hadisler) zahirleri üze­re yorumlanır. Bununla beraber onlarda, tasavvuf ve sülük erbabına açı­lan bir takım ince manalar, gizli işaretler vardır ki, bunlarla zahir mana ça­tışmaz. Ancak iki iiim arasındaki irtibatı ehil olan anlar..37

 

Ehl-i tasavvufun bahsettiği bâtın ilmi ile, bozuk bir fırka olan Batınîler'in yaptığı yanlış ve dini yıkıcı yorumları birbirine karıştırmamak lazımdır.

Kur'an'ın zahir manası açıktır. Herkese mahsus olan dinî hükümler zahir manaya dayanır. Bunları Allah Rasulü izah etmiştir. Tefsir ve fıkıh alimleri onları açıklamışlardır. Bütün bunların yanında Kur'an'ın gizli, sırlı manalarının anlaşılması kalmıştır. Onu da ehli olanlar bilir ve ihtiyaç kada­rını açıklarlar. Bu iş zahir ilim yanında yüksek derecede bir ruh olgunluğu, kalp temizliği, nefis eğitimi ve manevi destek ister.

 

 

                TASAVVUFA KAYNAKLIK EDEN TABAKAT KİTAPLARI

 

Bilindiği gibi İslam tarihi boyunca tasavvufu ve tasavvuf tarihini konu alan bir çok eserler yazılmıştır. İlk asırlarda tasavvuf, zühd ve takva ismiy­le bilinmekteydi

İslam tasavvuf edebiyatında zühde dair yazılan en eski eserin hicrî I. (M. VII.) asrın sonlarında vefat eden Zeynu'l-Abidin b. Ali b. Hüseyin'in

 

36 Şarani, Tabakatu'i-Kubra, I, 4

37  Tafîazani, Şerhu Akaid, 274.

 

(92/710) es-Sahîfe fi'z-Zühd adlı eseri olduğu tahmin edilmektedir. Bu eser, Bağdat'ta yaşayan imamiyye'nin en büyük alimi sayılan el-Kûlî'nin (328/939) el-Kâfi fî 'ilmi'd-dîn isimli eserinin içinde bize kadar gelmiş bu­lunmaktadır.

Zühd dönemi, tasavvufun sistemleşmesinden öncedir. Bunun için ilk devirlerde nâsik, kurrâ ve abid gibi isimlerle anılan zahidlerin hal tercüme­lerine dair yazılan eserler, sufileri anlatan tabakat kitaplarından öncedir. Bu devirden bize intikal eden en hacimli eser Abdullah b. Mubarek'in (181/797) Kitabu'z-Zühd ve'r-Rekâik adlı eseridir.

Hicrî üçüncü (M.IX.) asırda Esed b. Musa el-Ümavî'nin (212/827) Ki­tabu'z-Zühd aö\\ eseri ile büyük hukuk alimi Ahmed b. Hanbel'in (241/855) aynı adı taşıyan eseri, bu alanda yapılmış ilk ve önemli çalışmalardır. As­rın büyük edîbi el-Cahiz da (255/865) edebiyata dair kaleme aldığı el-Be-yan ve't-Tebyîn adlı eserinde zühd konusuna ait özel bir bölüm açmıştır.

Yine ilk dönemlerde Ebu Saîd b. Arabî (341/952), Tabakatu'n-Nussak ismiyle bir eser yazmıştır. Ebu Nu'aym, Hilyetu'l-Evliya isimli eserini ya­zarken bu eserden büyük ölçüde faydalanmıştır.

Ebu Bekr Muhammed b. Davud ez-Zahid'in (342/953) Ahbaru's-Sufiy-ye ve'z-Zühd isimli eseri de bu alanda yazılmış önemli bir kitaptır.

 

İlk zahidler hakkında yazılan Hilye türü eserler yanında konu ile hiç alakası yokmuş gibi görünen "Kiîabu'l-Ahbar" ve "Edebiyyûn" nevinden olan kitaplarda da, ilk zühd hareketi ve bunun temsilcisi olan zahidler hak­kında elimizde kıymetli bilgiler bulunmaktadır.

 

Zühd devrinden sonra özellikle sufiye tabakatına ve tasavvufa ait bir çok eser yazılmıştır. Bunların en önemlilerini şöylece sıralayabiliriz.

 

1-Kelabâzî (380/990), et-Ta'arruf II mezhebi ehli't-Tasavvuf (Doğuş Devlinde Tasavvuf. Trc: Süleyman Uludağ İst. 1979) 2, 3 ve 4. bölümler­de sufilerin sadece isimlerinden bahsetmiştir.

2-Sülemî (412/1021), Tabakatu's-Sufiyye (Mısır, 1969, II. B. nşr. Nu-reddin Şâriba). Kitap, sufilerin hayat hikayelerini anlatan ve hâl tercüme­lerini veren ilk kitaptır.

Sülemî, bu eserde sufileri beş tabakaya ayırmış, 1., 2., 3., ve 4. taba­kada yirmişer, 5. tabakada yirmi üç sufinin hayatını ve tasavvuf? görüşlerini anlatmıştır. Sufileri tabakalara ayırırken zaman ve önem sırası gibi iki mü­him hususu göz önünde bulundurmuştur. Eserinde 103 sufiyi tanıtmıştır.

3-Ebu Nuaym el-İsfehanî (430/1038). Hilyetu'l-Evliya ve Tabakatu'l-Asfiya (Kahire-1351/1932, 10 cild). Eserin Sülemî'den farklı tarafı, zahid ve abid sahabeden ve Tabiûndan başlayarak tanınmış sufilere genişçe yer vermesidir.

Hucvîrî, Keşfu'i-Mahcub adlı eserde Ebu Nuaym'ın usulü üzere Hz. Ebu Bekr'i (r.a) anlatarak işe başlar. Hadis bakımından da önemli bir kay­nak kitap olan Hilye, lüzumlu ve faydalı bir eserdir.

4-Kuşeyrî (465/1072), er-Risale fi İlmi't-Tasavvuf (Kuşeyrî Risalesi, Trc: Süleyman Uludağ, ist.-1979). Risale esas itibariyle sufilerin hal terce-melerini anlatmak için yazılmş bir eser değildir. Kuşeyrî, sadece sufilerin hâl, hareket ve sözleri itibariyle şeriata ve zahirî hükümlere bağlılıklarını ifade eden yönlerini dile getirmiş, bu maksatla hocası Sülemî'ye uyarak 83 sufinin hayatını kısaca anlatmıştır.

Risale üzerinde bazı şerh çalışmaları yapılmıştır. Bunların en önemli­leri Zekeriyya el-Ensarî'ye ait (926/1520). İhkamu'd-Delâle alâ Tahrîri'r-Rİ-sale adlı şerhtir. Müellif, Risaledeki sufilere İlaveten faydalı ek bilgiler de vermiştir.

Risale üzerinde diğer önemli bir çalışma Mustafa el-Arusî'ye (1293/1876) ait Netaicü'l-Efkari'l-Kudsiyye fî Beyani Meanî Şerhi'r-Risale-ti'l-Kuşeyriyye. Müellif eserde Kuşeyrî ve Ensarî'yi tamamlayan bilgiler ve­rir. Ensarî ile Arusi'nin eserleri birlikte basılmıştır. (1-4 Bulak, 1290/1873)

5-Hucvîrî (465/1072), Keşfu'l-Muhcûb, adlı eserinde Sahabeden baş­layarak sufilerin ve zahidlerin hayat hikayelerini kısa kısa anlatır. Ayrıca, bahsi geçen zatla ilgili akide, ahlak ve hususiyetleri vermeye çalışır.

6-Herevî (481/1088), Tabakatu's-Sufiyye (Kabil, 1343 1922, nşr. Ab-du'l-Hayy Hatîbî). Eser, Farsça'ya tercüme edilmiş ilk sufi tabakat kitabı­dır. Sülemî'nin aynı isimdeki eserinin tercümesi olmakla birlikte daha ge­nişletilmiştir.

7-İbnu'l-Hamîs Ebu Abdullah Hüseyin b. Nasır'ın (522/1157), Menaki-bu'l-Ebrar ve Mehasinu'l-Ahyar isimli eseri önemli bir eserdir fakat henüz basılmamıştır.

 

8-Feridüddin Attar (627/1229), Tezkiratu'l-Evliya (Tahran, 1345 1926). Uygur Türkçesine ve kısmen de Anadolu Türkçesine tercüme edil­miş olan bu eser, 97 kadar sufini hal tercümesini İhtiva etmektedir. Fran­sızca'ya tercüme edilmiş olup, sufiler hakkında geniş bilgi verir.

9-Abdullah b. Es'ad el-Yâfil (786/1366). Ravzu'r-Reyahîn fî Menaki-bi's-Satihîn. Kaânî-i Ahmed (1054/1644) tarafından tercüme edilen bu eserde, tanınmış şeyhlerin menkıbeleri yer almaktadır.

10-Abdurrahman Câmî (892/1492), Nefehatut Uns min Hazarati'l-Kuds. 582 erkek, 34 kadın olmak üzere 616 sufinin hayatları anlatılan bu eser, Sulemî'nin Tabakatu's-Şufiyye isimli eserini, Herevîtarafından Fars-çaya tercüme edilen şeklinden genişletilerek meydana gelmiştir.

11-Şaranî (973/14565), Levakihu'l-Envar fî Tabakati'l-Ahyar. (Bulak, 1276/1859, l-ll), Abdulvehhab Şaranî'nin bu eseri, daha çok Tabakatu'l-Kubra diye bilinmektedir. Sufi ve zahidlerin anlatılmasına sahabeden baş­layan bu eserde, 400 kadar sufinin hal tercümesi verilmiştir. Türkçe'ye ter­cüme edilmiştir.

12-Safiyyudîn Ali (909/1503), Reşahâtu Ani'l-Hayat. Trabzonlu Meh­met Maruf (1002/1593) bu eseri Türkçe'ye çevirmiştir. (Bulak 1256; ist. 1277, 1291).

13-el-Münavî (1031/1718), El-Kevakibu'd-Durriyye fî Teracîmi's-Sâ-dâti's-Sufiyye. (Mısır-1938, l-ll). Abdu'r-Rauf el-Munavî bu eserde, zahid ve sufilerin anlatılmasına Rasulullah'dan (s.a) başlar. Kısmen alfabetik bir isim tasnifine, sahib olan bu eser, sufiler hakkında güzel ve veciz bilgiler verir.

14-Dârâşikuh, Sefînetuİ-Evüya, (Luknav, 1295/1878).

15-Guiam Server Müftî, Hazînetü'l-Asfiya, (Lahor, 1911, l-ll)

16- Osmanzade Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliya-i Ebrarve Şerh-i Es-mair-i Esrar. (Sülm. ktb., Yazma bağışlar bölümü, 2305-2309). Eser, tek­ke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar gelen meşayıhın tercüme-i hâlleri­ni vermesi bakımından son devir tasavvuf tarihi için önemli bir eserdir.

17-Sadık Vicdanî'nin Tomar-i Turuk-i Aliyye'sl ile Ahmed Hilmi'nin Ha-dîkatu'l-Evliya isimli eserleri de sufilere ait Türkçe eserlerdir. Her ikisi de basılmıştır.

 

18-Bursa!ı Mehmed Tahir (1861-1924), Osmanlı Müellifleri (l-lll, İst. 1333-1342/1914-1923). Bu eserin Meşayıh bölümünde 300 kadar muta­savvıf ve eserlerinden bahsedilir. Bu esere Ahmed Remzi tarafından ya­pılan Miftahu'l-Kütüb ve Esmau'l-Mueilifîn adlı fihristi (İst. 1346/1928) de bu saha ile ilgili önemli eserlerdendir.

19-Haririzade Muhammed Kemaluddîn (1299/1882) Tibyariu Vesâ-ili'l-Hakaik fi Beyan-i Selasili't-Tarâik. (Sül. ktp, İbrahim Efendi, no 430-432) Üç büyük ciltten meydana gelmektedir. Tarikatlar Ansiklopedisi nite­liğinde olan bu eser, yaklaşık iki yüz kadar tarikatı tanıtmakta olup, konu­sunda tektir ve pek kıymetlidir.

 

Tercümesi yapılan Kutul Kulub isimli elinizdeki eser gerçekten tasav­vuf. alanında önemli bir yere sahiptir. Onun önemli bir özelliği sahasında bu çapta ilk olması ve daha sonraki asırlarda yazılan ihyau Ulumid din ve Avariful Mearif gibi meşhur tasavvufî eserlere kaynaklık etmesidir.

Hicrî ilk asırlarda yaşayan müslümanların dini hayatlarının ne kadar canlı, Allah'ın emir ve yasaklarına dikkat etmede ne kadar duyarlı olduk­ları bu eserde gözler önüne serilmektedir.

Eser iyi okunduğunda ibretle görülecektir ki, Selef-i Şalinin diye anı­lan önceki büyükler, bütün hayatlarını, Kur'an okumak, onun emirlerini uy­gulamak, ayetler üzerinde tefekkür etmek, gece gündüz dua ve zikir için­de olmak, haramından mekruhuna kadar tüm yasaklardan kaçınmak, ay­nı zamanda farzından müstahabına kadar ilâhî emirleri bir bütün olarak yaşamakla geçiriyorlardı. Esere bu açıdan bakan okuyucularımız, Allah aşkının insana neler yaptırdığını hayretle görecek, bu konuda bir çok bil­gi ve tecrübe elde edecek, ayrıca kendisi de iman ve islam konusunda bü­yük bir hassasiyet kazanacaktır.

 

Yüce Allah'tan bu eseri hepimiz için bir kalp gıdası ve ahiret sermaye yapmasını niyaz ederim.  Hamd olsun O'na.     

Prof. Dr. Yakup Çiçek

 

  Kitaptan Bazı Başlıklar:

 İlmin Fazileti ve Alimlerin Dereceleri

 İlmin Fazileti ve Kısımları

 Marifet Ehlinin Zahir İlim Sahiplerinden Farkı

 Ahiret Alimlerinin ve Marifet Ehlinin Halleri

 Sükut ve Tefekküre Dayalı İlimlerin Fazileti

 Takva Ehlinin İlimde İzledikleri Yol

 Batın İlminin Zahir İlmine Üstünlüğü

 Ahiret Alimleriyle Dünya Alimlerinin Farkı

 Gerçek Alimlerin Vasıfları

 Sonradan Ortaya Çıkan Kıssacılığın Kötülüğü

 Marifet İlminin Fazileti, Kelam İlminin Sakıncaları

 Marifet İlminin diğer İlimlere Üstünlüğü

 Sonradan Ortaya Çıkan İşler ve Haller

 İlimlerin kısımları

 İman ve Yakin İlmine Ulaşma Yolları

 Hadisleri Rivayette Takip ve Tercih Ettiğimiz Usul

 

Yakin Makamlarının Açıklanması

 

 I- Tövbe Makamı

 Tövbe Farzdır

 Nasuh Tövbesi Nasıl Olur?

 Tövbe Eden Kimseye Gerekenler

 Geçmiş Günahlar İçin Ne Yapmalıdır?

 Zorlanarak Yapılan Hayrın Durumu

 Günahı Arzulamak Ne Zaman Günah Olur

 Günahın Peşinden Gelen Günahlar

 Günahın Getirdiği Kötü Sonuçlar

 Günahın Cezası ve Temizlenme Yolları

 Günaha Çare

 Tövbe Edenler Yüce Allah’ın Dostu Olur

 Günahların Kısımları

 

 Sabır Makamı ve Sabredenlerin Vasfı

 Sabrın Fazileti

 Sabrın Kısımları

 Sabrın Mahiyeti ve Özellikleri

 Sabır mı Şükür mü Faziletlidir?

 

III-  Şükür Makamı ve Şükredenlerin Vasfı

 Sükrün Fazileti

 Şükür Nasıl Yapılır?

 Sükredilecek En Önemli Nimetler

 Sabır ve Şükür Makamı Arasındaki Fark

 

  Rece/Ümit Makamı ve Recanın Açıklaması

 Recanın/Allah’ın Rahmetinden Ümitli Olmanın Fazileti

 Reca/Ümit Nedir?

 Reca Ehlinde Bulunması Gereken Sıfat ve Ahlaklar

 Allah’ın Rahmetinin Genişliği

 Reca ile Havfın Dindeki Konumu

 Recayı Yanlış Değerlendirenler

 

 Havf/İlahî Korku Makamı ve Korku Sahiplerinin Halleri

 Allah’tan Korkunun Manası Fazileti

 İlahî Korkunun Sonuçları

 Korku Çeşitleri

 Korku Sahiplerinin Halleri

 Kötü Akıbetin Alametleri

 İlahî Korkunun Kaynağı ve Çeşitleri

 Münafıklık Korkusu

 İmansız Kalma Korkusu

 Allah’tan Korkmanın Gerçek Manası

 Gerçek Korkunun Oluşma Şekli

 Korkunun Vücutta Yaptığı Etkiler

 Ümidin Aslı ve Fazileti

 En Faziletli Korku

 

 Zühd Makam ve Zahidlerin Halleri

 Zühdün Fazileti

 Dünyaya Yönelme Sebebi

 Zühdün Farklı Bir Tarifi

 Zühdün Değişik Bir Açıklaması

 Zühdün İç Yüzü ve Zühd Ehlinin Sıfatları

 Zühde ayrı bir yorum

 Hadislerde Zühd

 Zahidin Sıfatları ve Zühdteki Fazileti

 Alimlerin Zühdü Tarifleri

 Dünya Hırsının Sonu

 Gerçek Zahidlerin Halleri

 Örnek Bir Zahid

 Zühdün Fazileti ve Fakirliğin Şerefi

 Giyim Kuşamda Zühdün Ölçüsü

 Yiyecek Konusunda Zühdün Ölçüsü

 Bina Yapımında Zühdün Ölçüsü

 Zühd, Kula Takdir Edilen Rızkı Azaltır mı

 Dünya ile Ahiretin Misali

 Fakirlik mi Zenginlik mi Üstündür

 Dünya Nedir, Dünyadan Gönlü Çekmek Nasıl Olur?

 Zühdü Gerektiren Sebepler

 Zühd Sahibi Olmanın Alametleri

 Aşırı Arzu ve İsteklere Karşı Zühd

 Zühdün Kısımları

 

Hayatı

Büyük sufi Ebû Tâlib el-Mekkî nin (rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsiaten) tam adı Muhammed b. Ebi l-Hasen Ali b. Atiyye el-Hâris dir (İbn Hallikan, 4:303). İsminin yayılmasına vesile olan ve günümüze kadar ulaşan eserinin adı ise Kûtu l-Kulûb fî Muâmeleti l-Mahbûb ve Vasfı Tarîki l-Mürîdi l-Makâmi t-Tevhid dir. Müellifin ismi ve eseri çok meşhur olmakla beraber, maalesef hayatı hakkında bize kadar ulaşan bilgiler çok sınırlı kalmıştır. Müellifle aynı eseri paylaşan sufilerden Ebû Nasr Serrâc (v. H.378) ve Ebû Bekr Kelâbâzî nin (v. H.380) ondan bahsetmemeleri bir yana, vefatından sonra tabakât kitapları yazan müelliflerden tamamına yakını da onun hakkında herhangi bir bilgi vermemişlerdir. Mesela, Sülemî (v. H.412) Tabakâtü s Sûfiye sinde, Ebû Nuaym el-Isfahânî (v. H. 430) Hilyetü l-Evliya sında, İbnü l-Cevzî (v. H. 597) Sıfatü s-Safve sinde, Ferîdüddin Attâr (v. H. 620) Tezkiretü l-Evliya sında, İbnü l-Mulakkin (v. H. 804) Tabakâtü l-Evliya sında Ebû Talib El Mekkî nin hayatına hiç değinmemişlerdir (Saklan, 5-6). Onun hakkında çok sadra şifa olmasa da bilgi veren eserler sadece tarih kitapları olmuştur. Hatip Bağdâdî nin (v. H. 463) Tarîh-i Bağdat ı (3: 89), İbnü l-Cevzî nin (v. H.597) el Muntazam fî Tarîhi l-Mülûki ve l-Ümem i (9: 41), İbn-i Kesîr in (v. H. 774) el-Bidâye ve n-Nihâye si (9: 319), Kûtu l-Kulûb müellifi hakkında bilgi veren tarih kitaplarından bazılarıdır. www.kitaptakipcileri.com

Tarihçiler, Ebû Talib el-Mekkî nin doğum tarihi hakkında bilgi vermemiş, doğduğu yerin de İran ın batısındaki Cebel bölgesi olduğunu söylemişlerdir. Yine kaynaklarda bu büyük sufinin tahsil hayatına ne zaman ve nasıl başladığı, ailesi, evlenmesi gibi hususlarda herhangi bir bilgiye rastlamak mümkün değildir. Elimizdeki bilgilere göre El-Mekkî, hayatının ilerleyen dönemlerinde Mekke ye hicretle, orada tasavvuf ve fıkha dair ilim tahsil etmiştir. Mekke de uzun süre kalışından olsa gerek, Mekkî nisbetiyle anılır olmuştur. Burada, Ebû Bekr el-Acurrî ve Ebû Alî el-Kirmanî den dersler almıştır. Ayrıca müellif kendisi de, Kûtü l-Kulûb ün bazı bölümlerinde hayatının Mekke döneminden bahsetmektedir (2: 183, 192, 242, 391). 

Kûtü l-Kulûb deki ifadelerine bakıldığında (2: 247) Ebû Talib el-Mekkî nin de, kendi dönemindeki pek çok ehl-i ilim gibi tahsil için yolculuklara çıktığı ve bu uğurda çileli ve meşakkatli bir hayat sürmüş olduğu anlaşılmaktadır. Tarih yazarları da, onun daha gençlik yıllarında nefis mücahedesine daldığından ve çok riyazet yaptığından bahsederler. Hattâ o, bir süre sadece yeşil bitkiler yiyerek riyazat yapmıştır (İ. Hallikan, 4: 303; İ. Esir, 9: 107). Tarih kitaplarının aynı hususu başkaları için de söylediğini zikredip geçelim. O, gezdiği beldelerde sadece tasavvufta değil, aynı zamanda kelâm, hadis, fıkıh gibi diğer ilim dallarında da ilim tahsil etmiştir. Müellifin bu şekilde değişik ilimlerdeki mahareti eserinde açıkça gözükmektedir. O, bir tasavvuf klasiği sayılan eseri Kûtü l-Kulûb da tasavvufun yanısıra yukarıda mezkûr ilim dallarına dair de pek çok hususa temas etmiştir. Eser hakkında bilgi vermeye çalışılırken bu hususa ayrıca işaret edilecektir. 

Ebû Talib el-Mekkî, Mekke den sonra Bağdat a geçmiş, bir müddet burada kalarak değişik âlimlerle görüşmüş, Bağdat tan sonraki durağı ise Basra olmuştur. Basra da Salimiye ekolünün kurucusu Ebu l-Hasen b. Sâlim ile tanışmış, ondan ders almış ve onun kelam ve tevhid konusundaki görüşlerini benimsemiştir. Salimiyye, Sehl b. Abdullah et-Tüsterî ye dayanan tasavvufî bir ekoldür. Ebû Talib, İbn-i Salim in vefatından (H. 360) sonra Basra dan tekrar Bağdat a dönmüş ve orada vaizliğe başlamıştır. İstidradî olarak söyleyelim ki, Salimîler in Malikî mezhebine müntesip olmalarından dolayı Ebû Talib i (rahmetullahi aleyh) o mezhepten sayanlar olduğu gibi, onu taklide muarız düşüncelerinden ve değişik zamanlarda Malikî mezhebinin dışında ittiba ettiği bazı görüşlerden dolayı herhangi bir mezhebe nisbet etmeyenler de vardır. Hazret, bir müddet vaizlik yaptıktan sonra değişik sebeplerle vaaz vermeyi de bırakmıştır. İbn-i Hallikan (4: 303), çok tesirli vaazlar verdiğinden ve etrafına pek çok insanın toplandığından bahseder. Ebû Talib el-Mekkî hayatının son yıllarını değişik rahatsızlıklarla geçirmiştir (İ. Esir, 4: 320) ve 6 Cemâziyelâhir 386 tarihinde hayata veda etmiştir. Kabri Bağdat ta Malikiye mezarlığının doğusunda olup, halen de ziyaret edilebilmektedir.

Hocaları ve Talebeleri

Daha önce zikrettiğimiz Ebû Bekr el-Acurrî ve Ebû Alî el-Kirmani den başka, Ebû Bekr b. el-Cellâ, Ebû Saîd b. el-Arabî el-Basrî, Ahmed b. Dahhâk ez-Zâhid, Muzaffer b. Sehl, Alî b. Ahmed b. Alî, Muhammed b. Ahmed Ebû Bekr, Ebû Talib el-Mekkî nin hocaları arasında yer alır (Zehebî, 16: 536). El-Mekkî, aynı zamanda pek çok sayıda talebe yetiştirmiş, talebelerinden bazıları şöhret bulmuştur. Ebu l-Kasım b. Serrât, Ebû Feth el-Hayyât, Ebû Tahir Muhammed b. Alî el-Allâf, Abdülazîz el-Ezecî bunlardan bazılarıdır (el-Bağdadi, 3: 89). 

www.kitaptakipcileri.com

Kısaca Yaşadığı Dönem

Ebû Talib el-Mekkî nin yaşamış olduğu Hicrî 4. asır her ne kadar Abbasi Devleti nin bir kısım idarî zaaflarıyla ve dolayısıyla da siyasî bir kısım karışıklıklarla sarsıldığı bir dönem olsa da, ilmî ve kültürel açıdan çok velûd (bereketli) bir zaman dilimi olmuştur. Bu dönemde yukarıda isimleri geçen sufilerden başka, diğer ilim dallarında da pek çok âlim yetişmiştir. Et-Tahavî (v. H. 321), er-Râzî (v. H. 327), Taberânî (v. H. 360), Dârekutnî (v. H. 385), bu kıymetli âlimlerden sadece bazılarıdır. 

Ebû Talib el-Mekkî nin hayatını ana hatlarıyla böylece zikrettikten sonra, şimdi de onun en kıymetli eseri olan Kûtu l-Kulûb den kısaca bahsetmeye çalışalım:


Kûtu l-Kulûb

www.kitaptakipcileri.com

Kûtu l-Kulûb, kırksekiz bölümden meydana gelir ve diğer tasavvuf kitaplarının ekserisine nazaran oldukça mufassal bir tasavvufî eserdir. Eserde her bir muayyen mevzû için ayrı bir bölüm tahsis edilmiş olmakla beraber, aynı konudan kitabın değişik yerlerinde de siyak ve sibaka uygun bir üslupla bahsedildiği de vâriddir. Kanaatimizce, ‘tasrif diyebileceğimiz bu husus, eserde bir eksiklik olmaktan ziyade, ona farklı bir değer kazandıran bir ayrıcalık olarak düşünülmelidir. Nitekim Kur ân-ı Kerîm de bu üslubu pek çok yerde kullanmaktadır. Hadd-i zatında bir kitaba esas teşkil eden hususların birbirinden tamamen tefrik ve tecrit edilerek müstakillen arzı da neredeyse imkansızdır. 


Eserin birinci bölümünde salih amel işleme ve bunun mükâfatı üzerinde durulmuş, ikinci bölümde gece ve gündüz evrâdına dair Kur ân-ı Kerim den bazı âyetler herhangi bir tefsire gidilmeksizin mücerret olarak verilmiştir. Üçüncü bölümde ise mürîdin sabah namazı vaktinde yapması gereken farz ve nafile ameller Peygamber Efendimiz in (aleyhi ekmelü t-tehâyâ) hayat-ı seniyyelerinden misallerle anlatılır. Müellif, bu bölümden başlayarak yirmiikinci bölüme kadar olan kısımda, muhtelif zaman ve ahvalde mürîdin okuması gereken çeşitli dua ve virdlere geniş yer ayırmıştır. Dördüncü bölümde sabah namazından sonra okunması müstehab olan âyetler ve dualar zikredilmiş, bu kısımda Hızır (aleyhisselam) ın, Peygamberimiz in kendisine öğrettiğini söylediği ve İbrahim et-Teymî ye öğrettiği söylenen bir duaya da yer verilmiştir. Beşinci bölümde ise, Peygamber Efendimiz den mervî sabah namazından sonra okunacak dualar zikredilmiştir. 


Müellif, kitabının altıncı bölümündede mürîdin sabah namazının akabinde yapması gereken amelleri anlatır ve zikir, fikir, tefekkür konularına temas eder. Yedinci bölümde fecr-i sadıktan akşam namazına kadar okunacak yedi virdi âyet ve hadisler ışığında anlatırken, sekizinci bölümde akşam namazından fecr vaktine kadar kılınacak namazlardan bahseder. Müellifin bu bölümde ele aldığı ayrı bir konu da istiğfarın ehemmiyetidir. Dokuzuncu bölümde sabah namazının vakti, faziletleri, eda ve kazasıyla alâkalı hükümler, onuncu bölümde ise zevâl vakti ve onun nasıl tespit edileceği hakkında bilgiler yer alır. 

Onbirinci bölümde haftanın yedi gününde ve gecesinde kılınacak namazlar, bu namazlarda okunacak âyetler ve bunların faziletleri anlatılır; evvâbin namazının ve namazı cemaatle kılmanın üstünlüğüne değinilir. Onikinci bölümde teheccüd ve vitr namazının ehemmiyeti anlatılmakta; onüçüncü bölümde ise yatarken okunacak ve teheccüd namazı için kalkan kişinin okuyacağı dualar yer almaktadır. Ondördüncü bölümde gecede uykuya ve ibadete ayrılacak zaman dilimlerinin taksimi, gece ibadetine kalkan ve teheccüd kılanların vasıfları; onbeşinci bölümde de Peygamber Efendimiz in devamlı sûrette okuduğu bazı dua ve tesbîhât adetleriyle beraber zikredilmekte; yine bu bölümde cemaatle namaz kılmanın faziletine tekrar değinilmekte ve tesbîh namazının nasıl îfâ edileceği anlatılmaktadır. 

Onaltıncı bölüm, Kur ân okumanın âdâbını, bir hatm-i şerîfin ne kadar süre içerisinde tamamlanması gerektiğini, tilaveti ve tilavet ehlinin hâllerini anlatırken, onyedinci bölüm, Kur ân-ı Kerîm deki bazı mufassal ve garîb ifadelerin açıklamalarına yer verir. Onsekizinci bölümde Kur ân tilavetinden ve zikirden gafil olanların durumları, ondokuzuncu bölümde Kur ân tilavetini cehrî ve hafî okumanın ahkâmı ve aralarındaki farklar, yirminci bölümde ihya edilmesi gereken onbeş gece ve bunların ihyâ keyfiyeti anlatılır. 

Yirmibirinci bölüm Cum a namazının âdâb ve fazîletine ve haftanın o gününde yapılması müstehab olan evrâda ve dualara tahsis edilmiş, bu bölümde Hazreti İdris (aleyhisselâm) ve İbrahîm b. Edhem (rahmetullahi aleyh) in duaları özellikle zikredilmiştir. Yirmikinci bölümde ise oruç, onun dereceleri ve oruç tutan kimselerde bulunması gereken güzel hasletlerden bahsedilmekte ve havâssın orucu anlatılmaktadır. 

Müellif Ebû Talib el-Mekkî, eserinin başından buraya kadar olan kısmında tasavvufun amelî tarafına yönelik olarak kulun değişik zaman ve ahvâlde yapması efdâl olan fiillerden, okuması gereken dua, vird ve tesbîhlerden bahsetmiştir. Tabii olarak da eserin buraya kadar olan kısmı adeta bir dua ve evrâd ü ezkâr mecmuası gibidir. Eserinin daha sonraki kısımlarında ise nefis, kalb, nefis ve kalbin hâlleri gibi, tasavvufun içe, öze yönelik taraflarından bahsedecektir. 

Yirmiüçüncü bölüm, nefis muhasebesini ve içinde bulunulan vaktin yapılabilecek işlerin en hayırlısıyla değerlendirilmesi gerektiğini muşahhas misallerle anlatmakta; bu bölümde de amellerin ehemmiyetine ayrıca işaret edilmektedir. Yirmidördüncü bölüm, mürîdlerin evrâdından, bunun artırılmasından, fakat gücünün üzerinde bir yükü kimsenin kendisine vazife addetmemesi gerektiğinden, ayrıca ilmin ve âlimin faziletlerinden bahseder. Yirmibeşinci bölümde "nefs"in tarifi yapılır; derecelerinden, onu tanıma ve ona hâkim olma yollarından, kalblerin kasvet bağlamasının sebeplerinden bahsedilir. 

Yirmialtıncı bölümde murâkabe ve müşâhedeyi anlatan müellif, ikisi arasında bir mukayese yapar ve müşâhedeyi murâkabeden üstün gördüğünü ifade eder. Müridlerin mutlaka uyması gereken bir takım kurallar, sakınılması ve dikkatli olunması gereken his ve davranışlar tafsilatıyla yirmiyedinci bölümde anlatılır. Müellife göre bir mürîdde mutlaka bulunması gereken yedi vasıf şunlardır: 1-Niyet ve iradesinde doğruluk, 2-İbadete sarılmak, 3-Nefsin hâllerini bilmek, 4-Kâmil bir âlimle beraber olmak, 5-Tevbe-i nasûh ile tevbe etmek, 6-Helâl lokma yemek, 7-Daima salih arkadaşlarla beraber olmak ve bunlara muvaffak olabilmek için de açlık, uykusuzluk, sükût ve hâlvete sarılmak. Yirmisekizinci bölümde mukarrebûn kulların murâkabesi ve yakîn ehlinin makamları âyet ve hadislere dayandırılarak anlatılmaktadır. Yirmidokuzuncu bölümde mukarrebînin makamları, Allah a (celle celâlühû) imanı yakîn mertebesine ulaşmış âbidlerin hâlleri zikredilir. Gaflet içinde bulunanların durumları ve gaflete düşmemenin yolları hakkında değişik malûmat da yine bu bölümde geçer. Otuzuncu bölüm ise, kalbe gelen duygu ve düşüncelerin (havâtır) izahını yaparak, bunların kısımları, isimleri, kalbin sıfatları, melekî, şeytanî duygu ve düşüncelerin tefrik yolları ve aklın düştüğü tuzaklar hakkında açıklamaların yer aldığı bölümdür. 

Otuzbirinci bölümde ilim, ilmin fazileti, ehl-i ilmin evsafı, vera sahiplerinin ve selefin ilimde takip ettikleri yol, sonrakilerin durumu, bâtın ve zâhir ilimleri, bunların mukayesesi, dünya ve ahiret âlimleri, aralarındaki farklar misâlleriyle anlatılmakta, ayrıca ilimlerin tasnifi yapılarak yakîn ilminin diğer ilimlere üstünlüğüne değinilmekte ve ilim tahsilinde içine düşülmesi muhtemel handikaplardan kurtulmanın yolları gösterilerek tâlibin dikkati bunlara çekilmektedir. Otuzikinci bölüm, yakîn, takva, tevbe, sabır, şükür, recâ, havf, zühd, tevekkül, rıza ve muhabbet gibi tasavvufun temel konularını yine âyet, hadis ve selef-i salihînin tatbikatları ışığında anlatarak, bu kavramların unsurları ve bu makamların ehli olan kimselerin sıfatlarına değinilmekte, özellikle zühd, havf ve tevekkül hakkında geniş açıklamalarda bulunmaktadır. Yine bu bölümde, zühdün hakîkatı, hükümleri, faziletleri zikredilmekte ve dünyanın mahiyeti hakkında bilgi verilmektedir. Ayrıca tevekküle de aynı şekilde geniş yer ayrılmış, esbâba sarılma, maîşet temini, tevekkül sahibinin tıbbî tedaviye yanaşması gibi Müslümanların aksi yönde ta na uğrayageldikleri konularda sadra şifa verici düşünceler aktarılmıştır. Tevekkül ehlinin evsafı, fazîletleri de yine bu kısımda zikredilir. Otuzüçüncü bölüm de kendinden önceki iki bölüm gibi uzun bir fasıldan oluşur. Bu bölüm İslâm ın beş esasını ele alır. Kelime-i tevhîd ve Peygamberimiz Hazreti Muhammed i (s.a.s.) tasdik etmenin farziyeti burada anlatılır. Namaz için hazırlık, tahâret, gusül, istinca, abdest, bunların hükümleri, bunlar yapılırken okunacak dualar, namazın erkân ve adâbı, faziletleri, sünnetleri, namazda hatıra gelen düşünceler, huşû ve hudû; zekat, faziletleri, verme adâbı, oruç ve orucun fazîletleri, Peygamberimiz e mücâveret gibi konularla alâkalı bilgiler de bu bölümde yer alır. Otuzdördüncü bölüm, "İslâm" ve "iman" terimlerinin açıklanmasına ayrılmıştır. Bu bölümde İslâm ın ve imanın esasları, hüküm ve anlam bakımından iman ile İslâm ın birleşmesi tafsîlatıyla açıklanıp, iman ve İslâm farklılığına dair hadisçilerin görüşleri zikredilmiştir. Otuzbeşinci bölümde müellif, Ehl-i Sünnet yolunun fazîletlerinden, selef imamlarının yollarından, iman ve şeriatın esaslarından ve Müslüman olmanın gereklerinden, şartlarından bahseder. 

Otuzaltıncı bölümde İslâmî hayatı güzel olan bir kişinin vasıfları, amelleri, Müslüman ın başka bir Müslüman üzerindeki hakları, bedenle ilgili bir kısım sünnetler, sünnet namazlar ve sakala dair bir kısım ahkâm anlatılır. Niyetle ilgili meseleler, amellerin terki konusu, Cennet ve Cehennem ehlinin ahvâli otuzyedinci bölümde anlatılırken, otuzsekizinci bölüm ihlâs, hakîkat, niyet, ucb konularını izah eder. Bu bölümde salih ve fasit niyet ve ucbdan sakınma yolları anlatılmış, kul için fazîletli amellerden bazıları zikredilmiştir. Otuzdokuzuncu bölüm, yemeğin azaltılmasına dair olup, böylece zamanın daha rantabl değerlendirilmesini tavsiye eder. Bu bölümde mürîdin riyazet yapması, aç kalması, açlığın fazîletleri, selef-i salihînin hayatlarından bazı misallerle anlatılır. Kırkıncı bölümde ise yeme-içme adâbı, hadîs-i serifler ışığında değerlendirilir. www.kitaptakipcileri.com

Fakr da tasavvufun önemli kavramlarından birisidir. Kırkbirinci bölümde bu ıstılah tafsîlâtıyla izah edilir; fazîletlerinden, fakr ehlinin avam ve havas olanlarından ve bunların sıfatlarından bahsedilir. Yine bu bölümde infak, veriliş adâbı ve selef-i salihînin bu hususta takip ettiği usûl anlatılır. Yolculuk ve adâbı, misafirin dikkat etmesi gereken hususlar kırkikinci bölümde; imâmet ve hükümleri, imamın ve ona iktida eden şahsın uyması gereken davranışlar kırküçüncü bölümde, mü minlerin Allah için birbirleriyle kardeş olmaları (uhuvvet), birbirlerini sevmeleri ve karşılıklı olarak birbirlerinin hukuklarını gözetmeleri, ayrıca Allah rızasına endeksli olarak yaptıkları konuşmalar (sohbet) ve bunun fazileti pek geniş olarak kırkdördüncü bölümde anlatılmaktadır. Kırkbeşinci bölümde nikah yani evlilik meselesi ele alınmış, izdivaç yapma ve yapmama ve bunların hangisinin hangi durumlarda daha efdal olduğu hususu şerhedilmiştir. 

Kırkaltıncı bölüm hamama girme âdâbını, kırkyedinci bölüm ticaret ile iştiğal edenlerin dikkat etmesi gereken davranışları beyan eder. Eserin son kısmı olan kırksekizinci bölüm helâller, haramlar ve şüpheli şeyler hakkında açıklamalarda bulunur. 

Kitabın Önemi Hakkında Birkaç Genel Mülahaza


Görüldüğü üzere Kûtu l-Kulûb bir tasavvuf kitabı olmasına rağmen, müellif Ebû Talib el-Mekkî bu pek kıymetli eserinde sadece tasavvufa dair konulardan bahsetmemiş, bunun yanısıra zaman zaman fıkıh, hadîs, tefsir, kelâm, akaid ilimlerinin değişik konularına da gerek dolaylı olarak gerekse doğrudan doğruya temas etmiştir (Meselâ: 9, 10, 17, 19, 46. bölümler). Daha önce de geçtiği üzere bu husus, müellifin tasavvuf dışındaki İslâmî ilimlere olan vukûfuna da en açık bir delil teşkil etmektedir. 

Ebû Talib el-Mekkî, eserinde tasavvufî kavramlara daha az yer ayırmış, genel olarak tasavvufun amelî, pratik (dervişlik) yönüne ağırlık vermiş: bunu yaparken de Kur ân âyetlerine, hadîs-i şeriflere, sahabe ve tabiînin ve kendi hocalarının sözlerine, İbrahim b. Edhem, Hasen el-Basrî, Zünnûn-u Mısrî, Cüneyd-i Bağdadî gibi sûfîlerin ifadelerine müracaatta bulunmuş, Arap örf ve âdetlerinden bahsetmiş, az da olsa şiirden de bir kısım istişhadlar yapmıştır (Ayrıntı için bkn: Saklan, 33-40). 

Kûtu l-Kulûb, tasavvufun dervişlik yönüne daha fazla yer ayırdığından olsa gerek, aynı dönemde yazılan el-Luma ve et-Taarruf gibi eserlerden daha fazla şöhret bulmuştur. Bu eserlerde ise kavramlar daha fazla yer tutar. Bu iki eserle birlikte hicrî dördüncü asır İsläm tasavvufunun metod ve malzeme bakımından önemli bir kaynağını oluşturması, tasavvuf eğitimine ve mutasavvıfların Kur ân ve sünneti anlayış keyfiyetlerini de ortaya koyması hasebiyle Kûtu l-Kulûb çok büyük ehemmiyeti haiz bir eser olmuştur. İbn-i Hacer el-Heytemî el-Mekkî nin şöyle dediği rivâyet edilir: ‘‘Mürşidi olmayan bir kimse şu dört kitapla amel edecek olsa, bu o kimseye kafî gelir. Onlar da, a) İmam Kuşeyrî nin Risale si b) Ebû Talib el-Mekkî nin Kûtu l-Kulûb u c) İmam Gazalî nin İhya sı d) Sühreverdî nin Avârifü l-Maârifi dir. 

Eserin Sonraki Dönemlere Tesiri

Kûtu l-Kulûb, sonraki asırlarda gelen pek çok mutasavvıf ve ilim adamı üzerinde de te sir etmiştir. Bu müsbet tesir sebebiyledir ki, bir çok tarihçi ve sûfî Ebû Talib el-Mekkî den sitayişle bahsetmiş, onun zühd ve takvasını, ilmini örnek olarak göstermişlerdir. İbn-i Arabî, İbn-i Kesîr, Zehebî bunlardan sadece birkaç tanesidir. İslâm âleminin pek çok beldesine ulaşan ve oralarda yayılan bu eserden aynı zamanda pek çok tasavvuf erbabı da istifade etmiştir. Hüccetü l-İsläm İmam Gazzalî, Abdülkâdir-i Geylânî, Sühreverdî ve hâssaten Şâzeli tarikatının şeyhleri bunlar arasında yer alır (Saklan, 64-72). 

Eserin Baskıları ve Eser Üzerine Yapılan Çalışmalar

Daha önce de zikredildiği gibi Kûtu l-Kulûb, sûfî müellif Ebû Talib el-Mekkî nin tanıma imkânı bulabildiğimiz tek eseridir. Müellifin düşüncelerinin öğrenilmesinde tek kaynak olması onun kıymetini ayrıca artırmaktadır. Eserin pek çok yazma nüshası vardır. Ayrıca üzerine şerhler ve değişik çalışmalar yapılmıştır. Eserin ilk baskısı 1892 yılında Meymeniyye matbaası tarafından, en yenisi de 1995 senesinde Darü s-Sadr tarafından yapılmıştır (Ayrıntılı bilgi için: Y. Çiçek, Kûtü l-Kulûb Tercümesi, 42-43). Bundan başka bazı baskıları da mevcuttur. Birisi Yakup Çiçek, diğeri de Muharrem Tan tarafından olmak üzere Türkçemizde de iki tercümesi mevcuttur. Ayrıca, Bilal Saklan, eser hakkında doktora tezi olarak geniş bir araştırma yapmıştır. 

www.kitaptakipcileri.com

Sonuç

Ruhu ve özü itibariyle Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) dan bu tarafa var olan tasavvuf, insanı, onun kalbini, hissini, şuurunu, ruhunu, sırrını, hafîsini, ahfâsını yani özünü çalışma alanı edinmesi itibariyle, insanlık var oldukça mevcudiyetini devam ettirecek bir ilim dalıdır. Nihaî olarak gayesi ma rifette derinleşmiş insan-ı kâmil yetiştirmek olan tasavvufun önemli mümessillerinden birisi de Kûtu l-Kulûb sahibi büyük mutasavvıf Ebû Talib el-Mekkî olmuştur. Eserinde ekseriyetin ihtiyaçlarını nazara alarak, pratik faydayı gözeten el-Mekkî, amelî tasavvufa daha çok yer vermiş; pek çok fıkhî meseleyi ele almasıyla da, fıkıh ve tasavvuf arasında var olan, var olması gereken köprüyü ortaya koymuştur. Seyr u sülûk meselesinin inceliklerine değinen müellif, havâs nezdinde de eserinin değer kazanmasını sağlamış; böylece de eseri yüzyıllar boyu ellerden düşmeyen, sünnî tasavvufun güzel bir şekilde sistematize edildiği klasik bir kaynak olarak varlığını sürdüregelmiştir. www.kitaptakipcileri.com 

Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Kalplerin Azığı Kutul Kulub, Ebu Talib El Mekki 4 Cilt Takım Kalplerin Azığı Kutul Kulub, Ebu Talib El Mekki 4 Cilt Takım, Kûtul Kulûb Kitabı ,Kalplerin Azığı - Ebu Talip El Mekki, semerkand, 4 Cilt - Toplam 2319 Sayfa, ''İslâm tasavvufunun kalplerin azığı cilt, kalplerin azığı indir, kalplerin keşfi, kalplerin keşfi indir, kalplerin keşfi kitabı, tasavvuf kitabı indir, cemil çiftçi tasavvuf kitabı, tasavvuf kitabı kitabevi yayınları, tasavvuf kitabı kitapları, mahir iz tasavvuf, tasavvuf kitapları, tasavvuf edebiyatı yazarları, tasavvuf edebiyatı eserleri,tasavvuf nedir kısaca, tasavvuf nedir vikipedi, tarikat nedir, fıkıh nedir, tasavvuf edebiyatı nedir, edebiyatta tasavvuf nedir, tasavvuf nedir edebiyat, tasavvuf edebiyatı,, Semerkand Yayınları, Tasavvuf Kutul Kulub Kitabı 4 Cilt, semerkand
Kalplerin Azığı Kutul Kulub, Ebu Talib El Mekki 4 Cilt Takım

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.