Çin İşkencesi, Emine Şenlikoğlu

Çin İşkencesi, Emine Şenlikoğlu

Kategori
Yayınevi
Barkod
Çin İşkencesi Kitabı - Mektup
Vitrin Katagorisi
Aynı gün kargo
Çin İşkencesi - Emine Şenlikoğlu
"Ahh Çin İşkencesi ah! Bana beni gösteren Türk devletlerindeki kardeşlerimi ihmal ettiğimi yüzüme haykıran Çin İşkencesi. Öyle bir kitap ki, okuyucusundan önce yazarının gözünü açtı... Sorguya çektirdi, yazara kendi kendisini gösterdi.
"Sevdiğim kız Aybalam bana el değil parmaklarını sallıyordu. Kimse görmesin diye elini kaldıramıyordu ama ben anlıyordum
Annemin "kurtar Beni Kaan!" diyen sesi hala kulaklarımda
Bir alkışlık hürriyet lütfen !
Milletin içinde sevdiğim kız yüzüme tükürünce dünyam karardı.
Vayy komünizm vayy! Demek sen...
SİTE: www.kitaptakipcileri.com
Yazar: Emine Şenlikoğlu
Katagori: Edebiyat - Roman 
Sayfa Sayısı: 212
Boyut: 14 x 21 cm 
Basım Yeri: İstanbul
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe 
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
SİTE: www.kitaptakipcileri.com 
Ahh Çin İşkencesi ah! Bana beni gösteren Türk devletlerindeki kardeşlerimi ihmal ettiğimi yüzüme haykıran Çin İşkencesi. Öyle bir kitap ki, okuyucusundan önce yazarının gözünü açtı... Sorguya çektirdi, yazara kendi kendisini gösterdi.
Yıllardır Çin’deki komünist devriminden sonra Türkistan, Doğu Türkistan (Neden batı Türkistan’ı düşünmediğmi düşüneceğim)ı, oradaki kardeşlerimizin çektiklerini düşünür fakat hiçbir şey yapamazdım. (Gerçi yine de yapamadım ya, en azından adım attım.) Sadece orası değil tabiî, Azarbeycan’dan Kazakistan’a kadar, burunlarından kan fışkırtılan kardeşlerimizle ilgilenemedik. "İslâmî kesimde” yadırganacak bir durum var. Hâlâ orta çizgide yürüyemiyoruz. Türklerin çilesini dile getirenler, Kürtlerin çilesiyle ilgilenmedi. Kürtlerin çilesiyle ilgilenenler de Türklerin çileleriyle ilgilenmedi. Bu bir gerçek. Düşünür olan hiç kimsenin inkar etmesi mümkün değil.SİTE: www.kitaptakipcileri.com 
Bu girişten sonra Çin İşkencesi’nin yazılış hikâyesine gelelim.
Avustturalya’nın Melbourn şehrinden çok uzakta bir şehire konferansa gittim. Benim yanıma bir hanım verdiler, onunla biz uçakla gittik. Bizden önce yola çıkan ekibimiz, içlerinde eşimde vardı, aynı günde konferans vereceğimiz yere gelmişler. Hava alanından bizi aldılar. Bizi bekleyen kardeşler bize kırda yemek hazırlamışlar. Yemek hazırlığı yapılan yere gittik. Hârika bir yer. Her taraf ağaçlarla donatılmış. Beni bekleyen onlarca kadın ve genç kızda yemeğe davetliler. Bir ağacın altında hazırlanmış sofra. Sofra dikkatimi pek çekmez ama öyle farklı ortamda hazırlanmış ki insan âdeta dinlenmiş hissediyor kendisini.
Kızlar geldiler, onlarla sarıldık, hoşbeş ettik, tam sofraya oturacağım ki, bizden sanıyorum 30-40 metre ötede, bir ağacın altında beyaz şapkalı kadınların hepsi aynı anda bana baktılar. Ben de onlara el salladım. Öğrendiğim Helloyu da söylemeyi ihmal etmedim.SİTE: www.kitaptakipcileri.com 
(Dikkat. Çin İşkencesi romanının yazılış hikayesini okuduğumuzu unutmayalım. Burada detaylar önemli.)
Beyaz şapkalı kadınlar- kızlar bana el işaretiyle "Buraya gel.” dediler. Gittim konuştukları dil yabancı ama arada bir Türkçe sözler var cümlelerin arasında.
Beyaz şapkalı kadınlar da bizimkiler gibi uzun bir masa hazırlamışlar. Şuraya otur dediler oturdum. Bir taraftan da düşünüyorum, "Bunlar Hırıstiyandır ve yemeklerinde domuz eti vardır. Şimdi ye derlerse ne yapacağım. Yemiyeceğim kesinde, onları kırmadan bunu nasıl ifade edeceğim! Derken, "Biz” dedi biri "Doğutürkistan Türklerindeniz.”
Bir taraftan bizimkiler, (henüz tanışmadık bile) ısrarla "Yeter artık gel.” diyorlar.
Sağımda bulunan yaşlı kadın, yüzüme baktı baktı (tercumanımızda var) "Sen, dün akşam Avustural’ya devlet televizyonu 2. kanalda konuşan kadına ne kadar benziyorsun, yoksa o musun?”
"Evet” deyince kadın boynuma sarılıp hüngür hüngür ağladı. "Oy balaam! Oy balaaam.” Dün gece, Allah’a seni bana göstersin, diye yalvardım, bu gün karşımdasın.” diye ağlamasını ağıtla sürdürdü.
O zamanlar Teslime Nesrin orda da modaymış. İngiliz komşusu haber vermiş bu teyzeye "Televizyonu açın, bakın Türkiye’den gelen bir Müslüman yazar Teslime Nesrin’in dinini bilmediğini söylüyor.” şeklinde bildirmiş. Boynumuz bükülüyordu onun dinimize hakaretlerinden. İngiliz kadın bile ‘Meğer Teslime Nesrin İslâm’ı bilmiyormuş.’ dedi.
Duygularını uzun uzun anlattı.
Bu arada bizim sofradakiler bir genç kız gönderdiler. Genç kız bana "Hadi abla gel artık.” deyince, Türküstanlı bir hanım "Neden bu kadar ısrar ediyorsunuz, bırakın bizimle yemek yesin.” Beni çağıran genç kız, birazda onur duyarak, "Onu seviyoruz, o bizim mücahide ablamızdır, tam 2,5 yıl cezaevinde yattı.” diye cevap verdi. Solumda oturan genç kız "Benim ablamda on yıl cezaevinde yattı.” deyiverdi. İşte o anda, bizim kız için iftihar ve mücahid vasıtası olan 2,5 yıl hapis cezası balon gibi patladı. Ellerde ne ablalar varmış meğer, anlamında şaşkın şaşkın baktı gösterilen hanıma.
Hemen sordum:
— Hayırdır, neden o kadar büyük ceza aldınız?
— Domuz eti yemediğim için.
— Nasıl yani? Domuz eti yemeyen cezamı alıyor!
— Evet aldım. Çin’e komünizm’in geldiği ilk dönemlerdi. Tıpta okuyordum, ikinci sınıftaydım. Baktım, yemeklerimizdeki et, beyaz beyaz. "Bu nasıl et, neden beyaz? dedim. ‘Domuz eti.’ dediler. Arkadaşlarla beraber çok sarsıldık. ‘Biz domuz eti yemeyiz.’ dedik. Bir kaç gün sonra tüm okuldaki öğrenciler meydana davet edildik. Mikrofonda konuşan adam, aranızda casus biri var. Düşmanlarla bir olup vatanımızı düşmanlara peşkeş çekmek için çalışıyor vb. deyince, ben de içimden ‘Vay hain vay elime geçse o kişi de ona bunun hesabını ellerimle sorsam,’ dedim.
Mikrofondaki adam, ‘Şimdi aranızda bulunan casuzun ismini okuyorum.’ dedi. Okudu. Benim kanım dondu çünkü okunan benim ismim ve numaramdı. Ortaya çıkmam istendi, çıktım. O milletin gözü önünde kamçıladılar, kamçıladılar ne halk mahkemesi vardı, ne hukuk... kendimden geçmişim.”
Gömleği kamçıyla yırtılmış. O gömlek (şu satırları yazdığım sırada) bende bulunmakta.
Dedim ben sizin hayatınızı roman yapabilir miyim? "Tabi olur” dedi. Çevrede soruşturdum hanımefendiliğiyle tanınan bir hanım. Anlaştık, yemekten sonra onun evine gideceğiz. Tercümanda bulunacak. Ben soru soracağım o cevap verecek. Benim soramadıklarımı da anlatacak. Sormak, bilmenin yarısıdır. Herkes bildiği kadar sorar. Onun her şeyini sormam mümkün değil.
Her şey güzel gidiyor. Ben bizim masaya döndüm. Yemeğimizi yedik. Biraz sohbet ettik. Hanımlara konuyu anlattım. Onlarda çok ilgilendiler. Akşama da konferans var ama yerimde duramıyorum, on yıllık cezaevi hikayesini öğrenmek istiyorum. Kadıncağızın yüz hatlarına milim milim hüzün işletmiş. On yılın hikayesini dinleyeceğim. Bir kardeşimle eşime not gönderdim. Durumu anlattım, yanımda bizim kızlar olacak üç saat sonra gelirim.
Eşime de haber gönderdim ya, bende bir rahatlama oldu tabiî şimdi daha rahat sohbet edeceğiz.
Sevimgül’ün evindeyiz.
Konuşmaya başladık. Onu dinledikçe halden hale geçtim.
Ruhum komaya girdi.
Saatler sonra vedalaştık. Yanımdaki dostlarla beraber eşimle buluşacağımız yere geldik, orda yoktu biraz aradık, sonunda onu (sanıyorum kahve gibi bir yerin önünde) buldum. Eşim beni görür görmez, gözleri dönmüş halde üzerime yürüdü. Sen nerde kaldın?” dedi ve kaşlagöz arası vurmaya başladı.
Hiç bir şey sanıldığı gibi kolay değildir. O kadar utandım o kadar utandım ki, bunu kelimelerle anlatamam. Saatlerdir seni arıyorum başına bir iş geldi sandım sen nerdesin?” Anında kararımı verdim, konferansı verip, beni böyle bir ortamda utandıran adamla beraber geri dönemem ondan gizli uçağa binip döneceğim. İyi ya diyorum içimden, madem saatlerdir beni arıyorsun korktun bulunca sevinmen sarılman lâzım değil mi? İçimden düşünüyorum. Hâlâ bağırıyor "Ne bağırıyorsun? Sana not gönderdim ya! Madem kızacaktın neden "Gitme.” demedin. İçimden "Sen görürsün, seni burda bırakıp döneyim de, kadın dövmek neymiş gör.” diyorum. "Ne haberi, kimse bana birşey söylemedi. Söylese neden çılgına döneyim ki.” dedi. Zaten depresyondaydı. Çok büyük dolandırılmıştık. On altı sene durmadan borç ödedik. Bundan dolayı zaten ikimiz de depresyondaydık. Ya da daha beter bir şeydik. Baktım eşim resmen anlık çıldırma geçiriyor. Biraz zaman geçtikten sonra, not göndermiş olmam sebebiyle yumuşadı. Bu defa çok üzüldü. "Afedersin muhterem. Vallahi kendimi kaybettim özür dilerim.” dedi. Ama sormayı da ihmal etmedi.
— Peki nereye gittiniz?
— On yıl hapiste yatmış bir kadının hayatını dinlemeye gittim. Hemde Çin’de yatmış, deyince, minibüs kullanan şahıs hemen dikkatini bize çevirdi ve bana sordu:
— Hangi cezaevinde yatmış? Çin’de ben de cezaevinde yattım da. Allah Allah! Allah’ın hikmeti değil mi bu?! Bir kadın bir erkek. İkisi de Çin’de ve aynı dönemde cezaevinde yatıyorlar. Onların birbirinden haberi yok, yediğim tokatlar sonucu mahkûm arkadaşını benden duyuyor hem de Avusturalya’da. Olay nerde yaşanmış Çin’de. Ben nerden gelmişim? Türkiye’den.
Aman Allah’ım öyle iç içe bir olay örgüsü ki, romanını yazmak istesem bir değil iki üç roman çıkar bu üç kişinin hayatından...
Bu erkek, yazar Ahmet İgamberdiy’miş. Onun hapsedilişi de çok ilginç. Ama başlı başına onun hayatı roman olmalıydı. Ama ben yetiştiremedim.
Recep Bey hâlâ üzgün. Bu gün vurduğunu hatırlamıyor. Ama o gün, al bir sandalyede sen bana vur ödeşelim. Yeter ki affet, yemin ediyorum aklım başımdan gitmişti. Israrla bunu söyledi. "Sende bana vur” sözü beni yumuşattı. İnandım ki aklı başından gitmiş. Yoksa neden bu kadar mahcup olsun.
Bunu yazma sebebim her çilede böyle şeylerin olabileceğini ama insanların hatalarını telafi ederek, evliliklerini sürdürdüklerini anlamaktır. Eğer insan insanı en kötü durumunda anlamıyorsa, o dostluktan o hayat arkadaşlığından ne hayır gelir. Bu sözü, sakın kızdığında hanımını dövenlere de götürmeyin, o konu ayrı bu konu ayrıdır.
Daha sonra Ahmet Beyin evine eşimle beraber gittik ve onu dinledik.
Her şey burda bitmedi.
Türkiye’ye geldikten sonra, Mektup Dergisi’nde biraz da olsa Çin işkencesi konusundan bahsettim. Bir gün bir telefon gelmez mi? Bu kim? Bu da aynı yıllarda aynı cezaevlerinde yatmış Kaan. Hayatı özetle bir anlattı, ruhumun sarsıldığını hissettim.
Karar verdim, Kaan’ın hayatını roman yapacak Sevimgülle Ahmet İgamber Beyi de romandan koparmıyacağım.
Kararımdan sonra Çin’e komünizme ve Doğu Türkistan’a döndü gözlerim. 1992 yılında yazmaya karar verdiğim romanı, 1997’de Mısır’da yazdım. Roman demek dertli insanların hayatını yazmak demek değildir. Romanın bir ruhu vardır. Çekilen çile okuyucuyu boğmadan verilmeli... Kurgusu güzel olmalı. Psikolojik mesajı ince ince işlenmeli satır aralarında. Alt yapısını oluşturmadan roman yazınca, o roman macera romanı olur bence. Çin komünizmi hakkında kitaplar okudum. Ölüm tarlalarından kurtulmuş insanlar dinledim. Yani uzun soluklu bir koşudur roman, yazarkende, kimi bir yılda, kimi bir ayda yazar. Artık yazarın beyninin seriliğine bağlıdır ordan ötesi.
Ya... işte böyle dostlar, çok azını anlatabildiğim Çin İşkencesi’nin yazılış hikayesi bu. Kendisi nasıl bir roman mı? Ona da siz karar vereceksiniz.
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Çin İşkencesi, Emine Şenlikoğlu Çin İşkencesi, Emine Şenlikoğlu, Çin İşkencesi - Emine Şenlikoğlu,kitabı,romanı,yerli,yabancı,islami,dini,roman,kitap,mektup,çin işkencesi emine şenlikoğlu özet, çin işkencesi romanı, emine şenlikoğlu çin işkencesi özeti, çin işkencesi kitabı, emine şenlikoğlu bize nasıl kıydınız kitap özeti, emine şenlikoğlu çin işkencesi oku, emine şenlikoğlu çin işkencesi indir, emine şenlikoğlu çin işkencesi pdf,çin işkencesi kitabı özeti, çin işkenceleri, çin işkencesi kitapları, emine şenlikoğlu, çin işkencesi kitabı yorumları, çin işkencesi video, çin işkencesi emine şenlikoğlu, çin işkencesi yorum,çin işkencesi kitabının özeti, çin işkencesi kitabı özeti, çin işkencesi romanı özeti,, işte fotoğraflarla ünlü çin işkencesi, çin işkencesi romanının özeti,, Mektup Yayınları, Edebiyat Roman Çin İşkencesi Kitabı - Mektup
Çin İşkencesi, Emine Şenlikoğlu

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.