Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, M. Ertuğrul Düzdağ 1-2-3-4-5 Cilt Kitap Seti Takım, 2032 Sayfa

Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, M. Ertuğrul Düzdağ 1-2-3-4-5 Cilt Kitap Seti Takım, 2032 Sayfa

Barkod
ali ulvi kurucu hatırat seti 5 kitap medkitap
Vitrin Katagorisi
1.490,00 ₺
Aynı gün kargo
Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, M. Ertuğrul Düzdağ, 1-2-3-4-5 Cilt Takım, Toplam 2032 Sayfa
"Ali Ulvi Kurucu'nun hatıraları hem Cumhuriyet sonrasındaki dönemde Türkiye'deki dine bakışı, hem Osmanlı'dan sonra dağılan İslam coğrafyasının durumunu, hem de önemli zatların etrafında geçen olayları aktarması bakımından önem arz ediyor. "
ÜSTAD ALİ ULVİ KURUCU BEY VE HATIRALARI
 Aziz okuyucuya, bu kitapla, okunduğu zaman insanın haya­ta bakışını değiştirecek olan bir eser sunulduğunu, ilk söz olarak arz etmek isterim. Önümüze açılmış olan sayfalarda, yokluğuna yandığımız ve son kırıntıları da kaybolurken üzülerek uzanmaya, tutup saklamaya davrandığımız güzelliklerden derlenmiş bir ha­zine bulunuyor. İlim, edep ve irfanın yanında bu sayfalarda, ta­rihimiz, dilimiz ve edebiyatımız da var.
 Gelecek nesillerimizi güzel geçmişi ile tanıştırıp kaynaştıra­cak olan bu çok değerli hatıraların sahibi Üstad Ali Ulvi Kuru­cu Bey, 1922 yılında doğmuş, seksen yıllık hayatının ilk on se­kiz senesini bir Konya çocuğu olarak geçirdikten sonra altı yıl tahsil için Kahire'de bulunmuş ve ömrünün kalan elli altı senesi­ni Medine-i Münevvere'de yaşayarak, 3 Şubat 2002 tarihinde orada vefat etmiştir.
 Cumhuriyet sonrasında, İslâmiyet'i yaşayan, öğretmek ve yaşatmak için çalışan ve Konya'daki İslâmî uyanışın öncüsü olan bir mücâhid âlimler ailesine mensuptur. Hacı Veyis Efendi'nin torunu ve İbrahim Efendi'nin oğludur. Bugün Konya'da adına bir külliye tesis edilmiş bulunan Hacıveyis-zade Mustafa Efendi, kendisinin amcasıdır.
 Ali Ulvi Bey'in babası, üç oğluna dinî tahsil yaptırmak arzu­su ile 1939 yılında Medine'ye göç ederek yerleşmişti. Kahire'de El-Ezher'de tahsilini tamamlayan Ali Ulvi Bey, 1946 yılında Medine'ye dönerek, burada bazı memuriyetlerde bulunduktan sonra, Ravza-i Nebevî'nin duvarına bitişik "Mahmudiye" ve he­men karşısında bulunan "Şeyhülislâm Arif Hikmet Bey" kütüphanelerine müdür olmuş ve 1985 yılında buradan emekli­ye ayrılmıştır.
 Üstad'ın hayatı, İslâm dünyasının, o zamana kadar görülme­miş binbir inkılâp ile sarsıldığı bir zamana rastlamıştı. Böyle bir devirde, o dünyanın siyasî ve manevî iki büyük merkezinde bu­lunmuş olan Ali Ulvi Bey, bu değişmeleri çok yakından takip et­miştir. O günlerde, yurtlarından uzaklaşmak zorunda kalan Os­manlı ilim ve devlet adamları gibi, için için kaynayan ve is­tiklâlin yollarını arayan Müslüman milletlerin fikir ve siyaset önderleri de bu iki şehirde bulunmakta veya buralara sık sık uğ­ramakta idiler.
İslâm dünyasının bütün meseleleriyle derinden ilgilenen, sahip olduğu ilim ve irfanla beraber hassas bir şairin gönlünü ve muzdarip bir mü'minin hassasiyetini de taşıyan Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, bahsi geçen bu ilim, irfan ve siyaset adamlarının birçoğu ile çok yakın ve samimî dostluklar kurmuştu.
 Üstad'ın, Konya'da geçen ilk gençlik zamanına dair hatıra­ları, hem o günlerin Türkiye'sine bir ayna tutan, hem iman ağacımızın ne fedakârlıklar pahasına yaşatıldığını ve hem de o devrin mağdur ve mazlum, ancak bir o kadar samimî mü'minlerini gösteren, hüzün dolu sayfalar olarak okunmaya değer bulu­nacaktır.
Merhum Üstad, Kahire'deki talebelik yıllarında Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Zâhid Kevserî ve İhsan Efendiler ile Ali Yakup, Mustafa Runyun ve Miralay Sadık Beyler gibi Türkiye'den gel­miş veya Filistin Müftüsü Şerif el-Hüseynî ve Arap dünyasında "İhvânül Müslimîn" hareketini başlatmış olan Hasanül Bennâ gi­bi birçok mühim zevatla birlikte yaşamış, çevrelerine katılmış ve onlarla yakın münasebetler kurmuştur.
 Medine'de bulunduğu elli altı sene zarfında ise, gerek Ana­dolu'dan ve gerek İslâm dünyasının her tarafından göç edip bu­raya yerleşmiş olan veya Hac ve Umre için burayı ziyarete ge­len, ilim, irfan ve maneviyat sahasının tanınmış şahsiyetleriyle beraber bulunmuştur. Aralarında Şeyh Sami, Şeyh Mehmed Zâhid, Şeyh Abdülgafûr Abbasî, Ebul Hasen Nedvî, Saatçi Os­man, Eğinli Hafız Hasan, Hafız Zekai, Mustafa Necati, Said Şa­mil, Lâdikli Ahmed gibi efendi ve beylerin bulunduğu bu muh­terem insanların birçoğunu evinde misafir etmiş, birlikte umre ve hac yapıp onların yakınlık ve dosdluklarını kazanmıştır.
 Ali Ulvi Bey, isimleri bilinen bu önemli şahsiyetlerin yanın­da, adı duyulmamış ve onun tarafından bu hatıratta zikredilme­miş olsaydı, hiç duyulamayacak olan ilim ve irfan ehli pek çok önemli şahsiyetle de tanışmış ve onları da hatıralarında ya­şatmıştır ki, anlattıklarının bu bölümünün ne kadar kıymetli ol­duğunu söylemek bile fazladır...
 Taşıdığı özelliklerin birkaçına kısaca işaret olunan ve okuyu­cuyu her bakımdan tatmin edecek olan bu kitap seti, hem bir bilgi, ilim, irfan ve maneviyat kaynağı hem de yakın tarihimizi anlama­da bir şifre çözücü olduğu gibi, okuyucuyu kendilerinden örnek alacağı yüzlerce ahlâk ve gönül insanı şahsiyetle tanıştırarak, aynı zamanda, pratik fayda sağlayan bir düşünce ve davranış rehberi, bir yol gösterici de olacaktır.
Emekli olduktan sonra Türkiye'ye gelişlerini sıklaştıran ve burada her yıl uzunca müddet kalan merhum Ali Ulvi Bey, 1950'li yıllardan beri şiirleri ve yazılarıyla tanındığı anayurdun­da, bilhassa son senelerde, her taraftan gelen ısrarlı davetler üze­rine, gerek geniş topluluklara yaptığı konuşmalar ve gerekse iki televizyon kanalında katıldığı sohbetler dolayısıyla, daha da büyük bir alâka ve sevgiye mazhar olmuştu.
Bu sohbetlerinde, Peygamberimiz Resûl-i Zîşân Efendimiz'in ahlâkından, davranış ve tavsiyelerinden, sahabenin yasayışından getirdiği misaller ve bunları sunuş tarzındaki samimi­yet ve güzellik, dinleyicilerinin daima gönüllerini titretmiş ve gözlerini yaşartmıştı.
Yıllardan beri, her sohbetinden sonra ve umumi bir dilek hâlinde, kendisinden hatıralarını yazması isteniyordu. Fakat ge­rek Medine'de ve gerek burada, ziyaretçilerin çokluğundan buna vakit bulamamıştı. Eline arız olan bir rahatsızlık sebebiyle uzun boylu kalem de tutamıyordu.
Kendisinin 1987-1990 yıllarında Zaman gazetesinde "Nur­lu Belde Medine'den" başlığı altında çıkmış olan yetmiş kadar yazısını, 1990 yılında, "Gecelerin Gündüzü" adıyla, neşre hazırla­yarak, yayınlanmasına yardım etmiştim.
Bu çalışmanın da verdiği bir ilham ve gayretle 1992 yılında, Medine'ye gidip bir müddet kalarak, hatıralarını tesbit etme hiz­metine talip oldum. Bu teklifimi memnuniyetle kabul etmesi üzerine, en küçük oğlumuzu yanımıza alarak, zevcemle birlikte Medine-i Münevvere'ye gittim. Burada, merhumun evinin bir da­iresinde iki ay kadar kaldım. Kendisiyle uzun görüşmeler yaptım. Binlerce sual sorarak, bütün hatıralarını inceden inceye anlat­masını sağladım ve yetmiş beş saatlik kayıt ile bunları zaptettim.
İstanbul'a dönünce, kasetlerdeki konuşmaları daktilo ettir­dim. Bin üç yüz sayfa tuttu... Ve ondan sonra, bu sene on dördüncü yılını doldurduğumuz çetin hazırlık ve yazma safha­ları başladı. Her yaz İstanbul'a geldiğinde Üstad, birkaç kere fa­kirhanemizi teşrif eder, geçen aylar zarfında kaleme aldığım bölümleri kendisine okurdum; mukabele ederdik... Aziz okuyu­cuyu hatıratın başında daha fazla oyalamamak için bu hazırlık ve yazılış serüveninin tafsilatını ikinci cilde bırakıyorum.
Bu faaliyetler sırasında yardımı dokunan bütün dostları ve bilhassa Üstad'ın daima hizmetine koşan, onun da kendilerini her zaman hayırla yâd ettiği, Türkiye'de Şükrü Argıt ve Medine'de İsmail Özcan ile Hüseyin Avni Güngören Beyleri, şahsî teşekkürlerimi de ekleyerek, zikretmek isterim. Medine'de­ki misafirliğimiz sırasında, o beldede mücavir Ahmed Ramazan Canbek ağabeyimiz ile Mekke'de mukim Necati Öztürk karde­şimizin çok yardımlarını gördüm. Hepsine teşekkür ederim.
Üstad'la yaptığımız konuşmanın yetmiş beş saatlik ilk kay­dını, kasetlerden dikkatle kâğıda geçiren, aziz kardeşim Metin Karabaşoğlu idi. Benim, eski usul üzere -bin sayfadan fazla-elimle yazdığım müsvedde metnini bilgisayarda dizen, yaptığım ek ve tashihlerin işlenmesi hizmetini, aşk ve sabırla ifa eden ise Rahmi Deniz Özbay kardeşimiz oldu. Onlara ve ayrıca yardım­ları dokunan Mustafa Uzun ve İsmail Lûtfi Çakan Bey kardeşle­rime teşekkür ederim.
Bu sene nihayet hatıralar yayınlanabilecek hâle geldi. Fakat ne yazık ki kitabı, dünya gözüyle, Üstad'ımıza takdim edeme­dik... İnşaallah yakın bir zamanda, dostlarımız büyük bir ilim, irfan, edep ve muhabbet hazinesi olan bu güzel eserin tamamı­na, ben de vazifemi itmam etmenin ve mensup olduğum ümme­te böyle bir hizmette bulunmanın ecrine ve huzuruna kavuşa­cağız...
Cenâb-ı Hak, hatıraları mü'min kardeşleri arasında yâd olundukça, ta kıyamete kadar, sevgili Ali Ulvi Kurucu Bey üstadımıza ve hepimize rahmetiyle muamele buyursun, amin.-M.Ertuğrul Düzdağ 
HATIRALAR NASIL YAZILDI
 İlk cildimizin başında, Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey'i kısaca tanıtmış; hatıraların mahiyetini, nelerden ve kimlerden bahsettiğini ve çok değerli oluşunun sebeplerini kısaca arzetmiştik. Aşağıdaki satırlarda, birinci cildin önsözünde vaadettiğimiz gibi, eserin tespi­ti ve yazılması ile meydana çıkışının safhaları anlatılacaktır:
Üstadla konuşmalarımızı, 1992 yılının Nisan ve Mayıs ay­larında, Medine-i Münevvere'de - Sultana yolu, Ebubekir Sıddık caddesi sonlarındaki - evlerinin giriş katında yaptık. Burası bir oda­dan ibaret ve boş duran küçük bir daire idi. Penceresi Uhud Dağı'na bakıyordu, iki ay kadar hemen her gün burada birkaç saat oturup konuştuk. Konuşmaları kasetlere kaydettim; yetmiş beş sa­at tuttu.
Türkiye'ye dönünce kasetlerdeki kaydı daktilo ettirdim. Bin üç yüz büyük sayfayı doldurdu. Kendi sorularımı yazdırmamıştım. Bu kadar sayfa sırf üstadın cevaplarından ibaret idi. Sayfaların üze­rine, kaç numaralı kasetin dökümü olduğu yazılmıştı.
Bu bin üç yüz sayfanın fotokopisini çektirdim. Makineyle sıra numarası verdim. Sayfalan kestiğim zaman yeri kaybolmasın diye sayfaların yan kenarlarına da aynı numaraya birkaç kere bastım.
Sonra tamamını okudum. Bu birinci okuma esnasında, say­faların yanlarına, hizasındaki paragraflarda neden bahsedildiğini kısaca not ettim. Bir sayfada bazen birkaç konu veya şahıstan bahis geçiyor; bazen birkaç sayfa boyunca aynı şey anlatılıyordu.
İlk okuma birince, sayfaları, kenarlarına koyduğum numara ve notlarla birlikte şeritler hâlinde kestim. Üç bine yakın kesik par­ça oluştu.
Kesikleri yere yayarak konularına göre tasnif ettim. Biriken parçaları ayrı dosyalara koydum. Dört yüz kadar dosya oldu. Her dosyadaki kesikleri, ait oldukları konunun gelişme sırasına göre alt alta yapıştırıp birbirlerine ekledim.
Bu dosyaları, konularına göre, önce Konya - Kahire - Medi­ne ve Son Devir olarak dört büyük kısımda topladım.
Her kısımda bulunan dosyaları, üstadın hayat hikâyesinin seyri içindeki önemine ve tarih önceliğine göre sıraladım. Bu tasnif yapılırken, hatıratın, bilhassa belirli şahısların etrafinda döndüğü ortaya çıktı.
Bunun üzerine, anlatılanları, hangi şahıs veya bahis merkez alındıysa, onun adı alanda toplamayı uygun buldum. Bu çalışma, hatıratın yazılması boyunca devam etti. Netice olarak eser, öne çıkan şahıs ve bahis başlıkları altında toparlandı. Ancak her başlığın altında ayrıca değişik yüzlerce konuya da temas ediliyordu. Bu sıra­da metin bir defa daha okunmuş oldu.
Notlarıma bakınca, hazırlık safhasının altı sene sürdüğünü görüyorum. Tabii bu müddetin neden bu kadar uzadığı düşünülürken, o zaman içinde bir taraftan ailevi vazifeler ifa olu­nurken, bir taraftan da "siyasete, ticarete ve memuriyete" girmeden veya bir zümreye "tam intisap" etmeden ve "istikamet"ten ayrılma­dan geçinmeye çabalayan "dindar bir yazar" olduğumuz unutulma­malıdır. Ciltlerin başına konulan hayat hikâyemdeki yayınlar listesine göz atılırsa, eskiden beri devam eden - merhum üstadın da takdirini kazanmış - önemli ve zahmetli kitap çalışmalarım olduğu görülecektir.
Hazırlığı bitirip yazmaya başladığım tarihi, ilk sayfanın üzerine 26 Ocak 1998 olarak kaydetmişim. Kaleme aldığım ilk bölümleri üstada okuduğum tarih de 5 Mayıs 1998 diye kayıtlı, O başlangıçtan sekiz sene sonra, 1200 sayfayı bulan üç cilt, bu satırları yazdığım sırada baskıya hazır; fakat dördüncü cilt yazılmaya de­vam ediyor. Demek on dört yıllık çalışma henüz sona ermiş değil...
1998-2006 arası sekiz yıllık yazma safhasında da diğer ki­tap çalışmalarımla beraber, hep birlikte bir deprem yaşadık; Yeşilköy'deki tehlikeli şekilde çatlayan evimizi satıp Florya'ya taşındık; vakti gelen çocukları evlendirmeye devam ettik; yani ha­yatın acı tatlı hadiseleri araya girdi durdu... Elli yılda derlediğim ve taşınmamız sırasında yedi yüz koli tutan "meşhur" kütüphanemi, maddî zaruret sevki ile satmaya mecbur kalışımın zihnî sarsıntısı da bunların tuzu biberi oldu... Fakat sık sık ara versek de, düşe kalka işimize devam ettik.
Besmele çekip kaleme davrandığım gün, önümde muaz­zam bir yığın vardı. Bunlar satır satır okunup değerlendirilecek, binlerce "soru-cevap" olmaktan kurtarılacak, Ali Ulvi Bey'in ağzın­dan çıkanlara sadık kalınarak kaleme alınacaktı.
Dört yüz dosyanın her birini bu gözle okudum. Bir dos­yayı önce tamamen okuyor; yazılırken gireceği sıraya göre sayfa ke­narlarına hatırlatıcı notlar koyuyordum. Böylece birkaç sayfadan 50-60 sayfaya kadar çeşidi hacimlerde olan dosyaları, teker teker ta­mamen öğrenip hazmedip zihnimde sıraya koyduktan sonra yaz­maya başlıyordum. Doğrusu büyük dikkat ve çok duru bir zihin isteyen dosyaların her biri, büyük bir cedelden çıkmış gibi beni yo­ruyordu.
Her şeye rağmen, meselenin önemi, hatıratın değeri, ayrı­ca söz vermiş olmanın sorumluluğu ile işe devam ettim. Elimle yazdığım müsveddeler bilgisayarda dizildi. Her yazılanı birkaç ke­re tashih ettim ve arabaşlıklar koydum. Böylece hatırat yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
Ali Ulvi Bey, yazları Türkiye'ye geliyordu. İstanbul'da kaldığı günlerde, onun yokluğunda yazdıklarımı kendisine okur­dum. Büyük haz duyar; dualar ederdi. Üstad lütfeder, daha müsaid diyerek fakirhanemize gelirdi, iki seferinde, gelişinden önceki ge­celerde, evimizi Resul-i Ekrem sallalahü aleyhi ve sellem efendimi­zin teşrif buyurduklarına dair, canlar değer nurlu rüyalar görüldüğünü, bugün de göz yaşlarıyla hatırlıyoruz.
Üstadı, hizmet ehli sevenleri getirip bırakıyor, sonra alma­ya geliyorlardı. Bunlardan bilhassa Şükrü Argıt Bey'in adını te­şekkürle zikretmeliyim. Ömer ve Levent Özsandıkçı kardeşlerin de birkaç defa bu hizmette bulunduklarını hatırlıyorum... Şükrü Beyin bir fedakârlığı da ayrıca zikre değer: Kendisi, sağ olsun, üstadın 3 Şubat 2002'deki vefatından sonra, çalışmamı hızlandır­mak için bana maddî destekte bulunmayı akleden ve gerçekten fay­dalı olan ilk ve tek şahıstır... Merhum üstad, ancak uçak paramızı ve daktilo ettirme ücretini verebilmişti. On yıldır tamamen hasbî çalışıyordum. Şükrü Bey'in o tarihten sonra aydan aya bir buçuk yıl boyunca lütfedip gönderdiği miktarı, daha sonra MEd Yayınları'ndan aldığım telifi kendisine aynen devrederek, te­şekkürlerimle ödeyebildim.
Üstada, hatıraların kaydını bitirdikten sonra, daha Medi­ne'deyken: "Efendim, çok şükür hatıralarınızı kaybolup gitmekten kurtardık. Bu hizmet bana yeter. Meşguliyetimin çokluğu ve titizli­ğim sebebiyle, yazılması bana kalırsa, çok uzun sürer; kime isterse­niz verelim, yazdıralım..." demiştim. Fakat merhum, benim yaz­mamı arzu etmişti. Tahminim beş sene kadar uzayacağı şeklinde idi. Ancak hesaplar tutmadı; çok uzadı. Ne yazık ki üstadımız da bitmiş hâlini göremedi. Rabbim bildirsin de, ruhu şad olsun.
Son olarak, eser kitap sayfası hâline getirilip, baskıya hazır­lanırken de tashihine tekrar tekrar itina olunduğunu arz etmek iste­rim... Bu sırada MEd Yayınları'ndan aziz kardeşlerimin de te­şekküre şayan hizmetleri sebketti.
İnşaallah, aziz dostlarımız da bu eserin değerini takdir ederek dikkade okuyacak ve bilhassa çocuklarına da okutacaklardır... Medine-i Münevvere'deki ot hamalı velî zatın dediği gibi:
"Her şey O'ndan... Her şey O'ndan..." ve "Her şey Ona..." vesselam. M. Ertuğrul Düzdağ 
Bu önsözü bitirip yayınevine göndereceğim sırada (7 Eylül), uzun zamandır rahat­sız bulunan Şükrü Argıt Bey'in vefat haberi geldi. İnşaallah Nebiyy-i Zişan'ımızın meclisinde üstadına kavuşur. Allah rahmet eylesin.
 Hatıralar'ın birinci ve ikinci ciltlerinde Üstadın Konya ve Kahire hatıralarını okumuş; Medine hatıralarına başlamıştık. Bu cildin tamamı onun devamı olacak. Dördüncü cildimiz de hazır­lanıyor.
 İlk iki cildin önsözlerinde merhum Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey'i (1922 - 2002) kısaca tanıtmış ve hatıraların önemini belirt­miştik. Ayrıca nasıl Medine'ye giderek merhumun evinin bir dairesinde iki ay kadar kaldığımızı ve kendisine sorular sorarak, hatıralarını ses kaydı ile tesbit ettiğimizi, sonra bunların üzerin­de nasıl çalışarak eseri kaleme aldığımızı uzunca anlatmıştık.
 İlk ciltleri okumuş olan dostlarımıza artık bir şey söylemek fazla olur. Onlar çoktan, anlatılan edebî, tarihî, manevi bahisle­rin ve merhumun tatlı üslûbunun tiryakisi oldular. İlk olarak bu cildi görenlere de deriz ki: İstediğiniz yeri açıp, sadece birkaç sayfa okuyun, yeter...
Med Yayınları, çok yerinde bir seçimle, Üstad Ali Ulvi Bey'in hatıralarıyla aynı zamanda olmak üzere, hâlen çok şükür berhayat ve aramızda bulunan bir diğer üstadımızın, Ahmed Muhtar Büyükçınar Hocaefendi'nin (d. 1920) iki ciltlik hatıra­larını da yayınladı ki, isabetli iş denilirse, ancak bu kadar olur.
"Hayatım İbret Aynası" adını taşıyan, ismiyle müsemma bu hatıralar, gerçek bir hazinedir. Baş tarafında merhum Ali Ulvi Bey'in bir takrizi bulunan bu eser de muhakkak okunmalıdır.
Yazanlar yayınlayanlar, vazifelerini yaptılar. Şimdi sıra okuyucuda ve bilhassa "toplumdaki bozuluştan" haklı olarak şikâyet eden aile reislerinde. Okumak ve çocuklarının okumasını sağla­mak; artık onların işi... Allah muvaffak etsin ve tesirini halketsin.
Son sözlerimiz, Medine-i Münevvere ve Mekke-i Mükerreme'den başlayarak, her iki cihandaki bütün büyüklerimize, sevgi­li müminlere, geçmiş ve gelecekteki Müslüman kardeşlerimize salât ü selâmlar, fatihalar ve candan dualar olsun. M. Ertuğrul Düzdağ
 Üstad Ali Ulvi Kurucu, Türkiyemizde ve Müslüman ülkelerde milyonların tanıdığı bir zat... Sevimli çehresi, Muhammedî güzel ahlâkı, ruhlara hitap eden millî, dinî şiirleri ve insanı manevî âlemlere alıp götüren gönül sohbetleri ile bir illim ve irfan önderi... Hayatının ilk yıllarını Konya'da geçirdikten sonra, Kahire'de El Ezher Üniversitesi'nde eğitim gören ve ömrünün geri kalanını Medine-i Münevvire'de geçiren Kurucu, 2002 yılında orada vefat etti. Ali Ulvi Kurucu'nun hatıraları hem Cumhuriyet sonrasındaki dönemde Türkiye'deki dine bakışı, hem Osmanlı'dan sonra dağılan İslam coğrafyasının durumunu, hem de önemli zatların etrafında geçen olayları aktarması bakımından önem arzediyor. 
Üstad M. Ertuğrul Bey, Üstad Mehmed Âkif üzerine çeyrek asırdan fazla süren deruni ve bereketli çalışmayla birlikte pek çok güzide eserden sonra, yine yüz akı bir çalışmayı başardı.
Üstad Ertuğrul Bey’in usta kalemi Üstad Ali Ulvi Kurucu'nun hatıralarına eklenince hatıraların gergefinde önemli ipuçları bir girizgâh gibi önümüze açılıyor..
Kitaptan Bazı Bölümler:
Alim Yetiştiren Aile: Ali Ulvi Bey, 1922 yılında Konya’da, şehrin meşhur âlimlerinden Hacı Veyis Efendi’nin torunu, İbrahim Efendi’nin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. İlim, irfanla yoğrulmuş böyle bir çevrenin; alimi,ilmi yok sayan yeni bir döneme geçişte yaşadığı sıkıntılara şahit olmuş. Kur’an öğretimine izin verilmediği sıralarda büyük gayretlerle hafızlığını tamamlamıştır.
Merhum güzelliğini,kemali iyi bir aileye ve yüce bir civara (komşuluğa, çevreye) borçlu idi. Ailesi dindar ve ilim ehli bir ailedir. Kendine örnek edindiği amcası, kamil insan Hacıveyiszade Mustafa Efendi Konya'nın bir dönemine damgasını vurmuştur. O kardeşi İbrahim Efendi gibi hicret etmemiş zorluklar içinde hizmetini Konya'da sürdürmüştür. Fakat o dönemin zorlukları ile kendini aşacak bir evlat yetiştirememiştir. İşte İbrahim Efendi'nin hicreti nesil yetiştirme yönü ile faydalı olmuş ve bayrağı temsil edecek bir güzel insan ortaya çıkmıştır. İbrahim Efendi'nin Şeyhi Fahri Kulu hicrete tam destek vermiş "Benim çocuklar bu imkanlar içinde ancak esnaf oldular." demiştir.
Beslendiği Damar
Evet kalanlar da gidenler de Allah'ın hikmeti ile hareket etmiş görevlerini tamamlamışlardır. Ali Ulvi Kurucu ilim silahını kuşanıp zorunlulukla terk ettiği topraklara ömrünün son döneminde sıklıkla gelmiştir.
Ve şimdi ilminin zekatını Hatıraları ile vermektedir. Ali Ulvi Bey’in seksen yıllık hayatının her ânı dolu dolu geçmişti. Bu bakımdan, geçtiğimiz günlerde Med Kitap Gonca Yayınları’ndan çıkan Ertuğrul Düzdağ'ın hazırladığı ‘Hatıralar’ı son derece önem taşıyor. Son yüzyılın yazıl(a)mayan tarihine ışık tutacak değerli bir kaynak ve ilim ışığında yürümek isteyen genç kuşaklara yol projektörü eseri sevap hanesine yazılacaktır inşallah.
Üç nesil alim ailenin kitabı olamayı hak eden eser hatta daha da gerilere götürülebilir. Hadimi Efendi ile başlayan son dönem Konya civarı manevi aydınlanması Büyük Nakşi Şeyhi Halidi Bağdadi Hazretleri talebesi Memiş Efendi eliyle Muhammed Bahaddin ve evlatları Zeynelabidin,Rifat ve Ziya Efendilere ; onlardan Fahri Kulu, Hacı Veyis Efendi; Bu muhteremler eliyle de Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ve İbrahim Efendilere ve son dönemde Ali Ulvi Kurucu Efendi'ye bayrak teslim edilmiştir. Ali Ulvi Bey İstanbul ile de dirsek temasında bulunmuştur. Zaten İstanbul'da bulunan Nakşi şeyhler de halidi kolunun pınarlarıydı.
Bu güzel insanları andığımızda bu yüzyılın başındaki bir "okul" denemesini hatırlamak gerekiyor: "Islah-ı Medaris" 1900 yılları başında açılmış bugün ciddi şekilde incelenmesi gereken iyi bir nesil ortaya çıkarmıştır. Ne acıdır ki mezun bile vermesine müsade edilmeyen okul bugün bile bizlere başlanması gereken bir noktayı işaret eder.
Dün olmadığı gibi bugün de boş olmayan yeryüzünde acizane Konya yerelinde ki ve İstanbul'da ki hala akan damarları tanıyorumü, Elhamdulillah. Rabbim cümlesinden faydalanmayı nasip eylesin
Hicret
Seksen yıllık hayatının ilk on sekiz senesini dünyaya gözlerini açtığı Konya’da geçiren, altı yıl Kahire’de tahsil gören âlim, şair ve gönül adamı Ali Ulvi Kurucu
Baba ve dedesi gibi bir âlim olarak yetişebilmesi için ailece Medine-i Münevvere’ye yerleşmişlerdir. 1938 yılında ailesiyle birlikte Medine’ye göç ederler. Çocuklarını okutmak için Türkiye’den gitmek zorunda olan İbrahim Efendi, Ali Ulvi’yi Hafız yaptıktan sonra Kahire Ezher Üniversitesi’ne gönderir. Bitirdikten sonra da Medine’de önce Evkaf Dairesi’nin inşaat ve sicilat emini olarak çalışır. Daha sonra Sultan Mahmud’un yaptırdığı Mahmudiye Kütüphanesi’nde çalışan Ali Ulvi Kurucu, emekli oluncaya kadar da Arif Hikmet Kütüphanesi’nde çalıştı.
Şahsiyeti
Göreni cezbeden yapısıyla, insanlar üzerinde ciddi tesirler bırakan Ali Ulvi Kurucu, Peygamber nezaket ve nezafetini sergileyen gönül dostu, Peygamber aşığı, alim, fazıl, edip ve şair bir kişiydi.
"Bugün hemen hemen kaybolup gittiğine yandığımız Osmanlı Efendisini, onun iman, irfan, ahlak ve bilgisini, kibarlığını, nezaketini, itidal ve basiretini, gönül zenginliğini, bu zâtta gördükten sonra, acaba diyorum; milli şahsiyetimizi koruyabilmek için, elli yıl önce, milletçe Medine’ye mi göç etmeli idik.”
"İrşad nesli" derken bugün insanımızın muhtaç olduğu ama sayıları gittikçe azalan bir "İslam âlimi" tipini kastediyorum. Bu âlimler yalnızca bilgi vermezler, eskilerin feyiz dedikleri bir manevî etki ile muhataplarını eğitirler, onlarda sağlam inanç, güzel ahlak, yüce duygu ve düşüncelerin oluşmasına katkıda bulunurlar. Bunu da hem kalleri (sözleri) hem de halleriyle yaparlar. Söze besmele ve hamdele ile başlarlar, Peygamberimizi yalnızca adıyla anmazlar (hatta adını söylemeyi bile edebe aykırı bilirler), O'nu andıklarında mutlaka salavât okurlar, sohbetlerini âyetlerle, hadislerle, büyüklerin sözleriyle (kelâm-ı kibâr ile), örnek insanların menakıbı (örnek hayat hikayeleri) ile süslerler, ibadet zamanı gelince, mescide gidilemeyecekse namazı cemaatle kıldırırlar, az güler, çok ağlarlar, neyi, nerede, nasıl söyleyeceklerini iyi bilirlerdi...
Merhum, işte bu irşad neslinin son örneklerinden biri idi.
Birlik ve cihada devat ediyordu:
Ali Ulvî Kurucu'ya göre hem bir ülkede yaşayan müminler hem de bütün İslam dünyası arasında birlik, güçlenmemizin, bağımsızlığımızın ve medeniyetimizi yeniden inşanın olmazsa olmaz şartları arasındadır. Dün olduğu gibi bugün de müslümanların bir medeniyyet dâvaları vardır, olmalıdır. İslam dünyasında birliğin, gücün ve yeni bir cihad hamlesinin rehberi olmak da Osmanlı'nın çocuklarına düşer. Aynı tezi savunan Senûsî'nin kitabını, Asırlar Boyunca Parlayan Nur adıyla tercüme etmesi de bu düşüncesine başka düşünürlerden destek arayışıdır. Birlik, cihad ve inşa konusundaki duygu ve düşünceleri şu mısralarında yıllarca yaşayacaktır:
(Birlik)
Kur'an bizi hep birliğe davet ediyorken
Ayrılmanız İslam'a büyük darbe diyorken
Sen ben diye bin parçaya ayrılmadayız biz
Her çevresi düşmanla sarılmış adayız biz
Birleşse eğer gayede ruh önderi erler
Dâva o zaman bak ne takâmülle ilerler
Ferd zümreyi temsil edecek hale gelince
Dâvaya fedâ olmayı din borcu bilince
Her müslümanın böyle geliştikçe şuuru
Dünyalara tekrar yayacak dindeki nuru...
(Medeniyet)
Bir ülke cihad ruhunu Kur'an'da bulursa
Ruh önderi Peygamber-i zî-şân'ım olursa
Yüzyıllara hükmeyler ilâhî değeriyle
Çağlar medeniyyetlerin en şâheseriyle...
Her yükselişin tek yolu imanla ilimken
Her sâhada hakim yaşamak hakkı bizimken
Cehlin niye biz kapkara kâbûsuna daldık
Öz cevherimizden nice yüzyıl geri kaldık

Din çağlayanından hız alan hak medeniyyet
Tûfan kesilen bâtılı altüst eder elbet...
(Cihad)
İslam'da cihad farzların üstündeki farzken
Uğrunda savaşmak değil, ölmek bile azken
İmanı kızıl tehlike tehdit ediyorken
Bir kan seli halinde hız almış gidiyorken
Her iş bityor sanma sakın nafilelerle
Dâvayı yaşatmakta bütün hızla ilerle...
(Osmanlı mirası)
İman selinin çağlayışından hız alanlar
Her yükselişin feyzini Kur'an'da bulanlar
Fâtih'lerin imanına vâris çıkacaklar
Yol vermeyen engelleri mutlak yıkacaklar
Cihanı bayrağı altında toplayan devlet
Fetihle koskoca tarihi dolduran millet
Yavuz Selim gibi heybette bekliyor öncü
Büyük hedeflere matûf asırlar aşma gücü
Müceddid ve mütefekkir şairler halkasının son temsilcilerinden olan merhum hakkındaki yazımı/konuşmamı, onun aziz hatırasına armağan ettiğim şu şiirimle noktalamak istiyorum:
Ali Ulvî Kurucu'nun Hatırasına
Yarabbi, karanlık engin denizde
Kaptansız, fenersiz bırakma bizi
Vahdetin bir izi kalmadı bizde
Bize rehber olsun Resûl'ün izi
Resûl'ün müjdesi müceddidler var
Nurunu taşırlar nesilden nesle
Ümmet zayıf, mağlup, gülüyor ağyâr
Silkinmek istiyor bir güçlü sesle
Yûnus ve Mevlânâ ne güzel sesti
Derinlere çekti satıhtan bizi
Nice sular aktı, rüzgârlar esti
Yâdelde yitirdik biz kendimizi
Âkif "Korkma sönmez..." derken ocakta
Hindistan'da İkbal "Uyan" diyordu
Ârif Nihat, Ali Ulvî kucakta
Bayrağa bir hilal indiriyordu
Işığı Doğu'dan getiren nâsir
"Büyük Doğu" büyük diyen bir şâir
Diriliş şâiri, olsa da nadir
Ümmet şairinden mahrum değildir
Erlerin himmeti dağları yıkar
Kafa ve gönülde inkılâb olur
Onlar gönülleri nurunla yıkar
Çeşmelerden akan zülâl âb olur
Şiirde, nesirde ve düşüncede
Yağmur verAllah'ım, müceddidler ver
Durmayıp koşalım gündüz gecede
Rabbim nurdan mahrumkalmasın bir yer
Safahat’ı ezbere bilen ve Akif gibi şair olmayı Cenab-ı Hak’tan isteyen Kurucu’ya, yazdığı şiirlerinden dolayı II. Akif denmekte.
Şâirdi:
Ali Ulvî Kurucu, çok sevdiği ve örnek aldığı M. Akif vâdîsinde bir şairdi. Âkif gibi o da şiir sanatını, sanat yapmak için değil, bir ulvî gayeye hizmet etmek için kullanıyordu. Kullanıyordu, çünkü Kur'an-ı Kerim şiirin ve şairin iyisinden bahsediyordu ve Fahr-i âlem de şiir dinliyordu:
Bütün insanlığa rehber olarak gönderilen
Zat-ı kudsîsine en üstün ilimler verilen
Fahr-i âlem bile dinlerdi ilâhî şiiri
Çünkü her mısraı baştanbaşa Hakk'ın zikri
Hak seven, hak gözeten şairi takdir ederim
Böyle tarif ediyor şâiri Kur'an-ı Ker'im
(İkbal'in Hayatı, s.19)
Ona göre şairler -Kur'an'ın dediği gibi- iki çeşittir: "İlâhî tecellîlere erişmiş şairlerce hayat, bir takım nasipsizlerin dediği gibimechûle giden, ufku hicranlarla dolu, ümitsiz ve emelsiz bir yol değil, bilakis baharında hazan olmayan yemyeşil cennetlerin gül bahçelerine çıkan nurlu bir merdivendir:
Müslüman ırkıma Peygamberim açmış bu yolu
Ufku güllerle, çiçeklerle, meleklerle dolu.
Onun dostlarından ve İslam insanının seçkin örneklerinden Ebü'l-Hasen Nedvî ile bir sohbetini aktarırken, İslam âlemine musallat olan küfrün baskısından müslümanları kurtarmanın tek yolunun islâmî uyanış olduğunu, bu uyanışta şiirin, şâir ve ediplerin misyonunu şöyle ifade ediyor: "Bu da, hız ve feyzini Allah ve Resulullah aşkından alan iman heyecanını, milletin ruhuna nakşetmekle olacaktır. Bunu da ancak, İslam dâvasına gönül vermiş olan edip ve şairler yapacaktır... İmanlı bir gönülden fışkıran alev bestesi bir mısrâ'ın, gönüllerde uyandırdığı heyecanı, iman ruhundan mahrum ciltler dolusu eser uyandıramıyor." (İkbal'in Hayatı, s. 13).
İkbal'in şiirini anlatırken kendi şiir anlayışını da şöyle dile getirmiş oluyor: "Artık bu kadar derin bir kültüre, bu derece olgun bir iman şuurunasahip olan İkbal, pek tabiidir ki, solucanlar gibi toprak ve çamurlar içinde bocalayanbazı şair taslaklarınıno boğucu muhitine giremez, aşağılık seviyelerine inemez. O istiyordu ki, yüksek şiiri ilemuztarip insanlığı kutsi âlemlerin nurlu ufuklarına yükseltsin; insan cemiyetlerine kemal cemal âleminden kucak kucak huzur ve saadet, iman ve fazilet getirsin" (s. 17).
Düşünürdü:
Ali Ulvî Kurucu bir mütefekkirdir. İslam âleminin derlenip toparlanması, birleşmesi, İslam medeniyetinin yeniden inşası, bu yüce amaca ulaşmada dinin ve insanın rolü ve bu insanı yetiştirmenin yolu üzerinde dikkate değer düşünceşleri vardır:
"İkbal, insanı insan eden cevhere sesleniyordu. Rönesanslar yapacak bir milletin fertlerinin de her şeyden evvel ruhlarının her türlü esaretten kurtulması lazımdır. Zira millet fertlerinin ruhlarına çöken gaflet kâbûsu ancak bu dalgalanan vecdin heyecanıyla silinebilirdi. İkbal, aynen bizim Âkif gibi, idealinin ruhu olan büyük aşkını sadece bugünkü neslin değil,yarınki nesillerin de ruhuna uygun "mükemmel insan" yetiştirme mektebi olarak hazırlıyordu." (s.11).
Ona göre Batı, İslam âlemine hakim olmak için önce müslüman fertlerin psikolojilerine yönelmiş, milletine yabancılaştırdığı işbirlikçileri sayesinde müslümanların kimlik-kişilik şuur ve duygularını zayıflatmış, onlara aşağılık duygusu aşılamıştır.
İmana saldırmayı meslek edinenler
Hâlâ buna rağmen yine aydın geçinenler
Asla bu asil millete önder olamazlar
Fikrî kölelikten ebedî kurtulamazlar
Bugün müslüman münevverlerin (başta şair ve ediplerin) yapmaları gereken şey, İslam iman ve medeniyetine dayanarak müslüman şahsiyetini yeniden inşa etmektir. İkbal, Elmalılı Hamdi Efendi gibi kendini iyi bilen, ötekini de hakkıyla öğrenmiş ve kavramış olan mütefekkirler bu inşanın mimarları olacaktır (s.20-21).
Mütefekkirmize göre "Fransız Büyük İnkılabından sonra sinsi bir şekilde dünyanın dört köşesine yayılan dinsizlik ve din düşmanlığı cereyanı uzun yıllar insanlığabüyük zararlar vererek devam etti. ..Bu felaketlerinen fecilerinden birisi, tarihin uzun ömrü boyunca benzerine raslamadığı, insanlık için en korkunç bir tehlike olankomünizmdir. Binaenaleyh komünizmin en amansız düşmanları da dindarlardır. Zira komünizm mantarının kolayca başgöstereceğiçöplükler, din nurundan ve mukaddesat mefhumundan mahrum olan o, ufku boydanboya hüsran bulutlarıyla kapalı bulunan bedbaht ülkelerdir.Bugün bütün hür dünya bu derdi, devasıyla birlikte idrak etmiş bulunuyor... (Zulmeti Yıkan Nur, s. 5). Materyalizmin his ve fikirlerin, ruh ve vicdanların derinliklerinde açtığı yaraların ıztırabıyla kıvranan beşeriyetin bugün kendisini dinin o huzur ve saadet kaynağı olan müşfik kucağına atmanın ilâhî heyecanı ile çırpınmakta olduğunu görüyoruz... Mesela Avrupa ve Amerika'da dinden, ruhtan ve Allah'tan bahseden eserlerin sayısı günden güne çoğalmakta, muharrirler, edipler, şairler yazılarına dini bir veche vermekteler. Bugünkü Hristiyanlıkla tatmin olmayıp da hak ve hakikati arayanlar yüce dinimize ve bilhassaPeygamber Efendimize ait eserlerin mutalaasıyla İslamiyetle müşerref oluyorlar....Memleketimizde dini mevzularda yazılan eserlerin her gün daha ziyade kitap evlerinin vitrinlerini süslemekte olduğunu göğsümüz kabararak şükran hisleriyle görüyoruz..." (s.8-9).
Ali Ulvi Kurucu,1994’den beri senenin altı ayını Türkiye’de geçirmeye özen gösteriyordu. Üstad, yetişmekte olan imanlı nesli gördükçe; "Sizler benim gerçekleşen rüyalarım, kabul olunan dualarımsınız.” derdi. 
Dostları
Son Şeyhul İslam Mustafa Sabri Efendi, Mehmed Akif Ersoy, Zahid Kevseri, Hasan el-Benna, Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyni
Hatıratından
"Mısır’da okuduğu yıllarda Şeyhu’l İslam Mustafa Sabri Efendi’den faydalanmak için haftada bir orada bulunan zevatla birlikte yanına giderdik. Bir gün akşam namazı kılmak için ben müezzinlik yaptım. Mustafa Sabri’ye uyarak akşam namazını eda ettik... geri döndü. "Evladım, biraz evvel kamet getirirken hangi makam ile okumuştunuz, biliyor musunuz?” Çekinerek: "Hüseynî olacak efendim.” dedim.
"... Evladım Hüseynî makamı tam bir Türk makamıdır. Hüseynî dinlerken insanın gözünün önüne Anadolumuzun viran bağları, mor dumanlı dağları, masum ve garip ovaları gelir.” der ve ağlar. Oradakiler de hep birlikte ağlaşırlar, vatandan ayrılığın hasretiyle.”
Vefatı
Güzel bir ömrün arkasından civar-ı peygamberîdeki elli altı yıllık mesud bir yaşantının ardından 3 Şubat 2002’de "aşkıyla yandığı efendisiyle buluştuğu”; Peygamber şehri Medine’de Hakk’a yürüdü. Cennet-ül Baki’de sırlandı.
Allah rahmet eylesin.
Biz onu ve çevresini daha iyi tanımak için Hatıra kitabını tavsiye ediyoruz... 
  M. Ertuğrul Düzdağ
5. Cilt Arka Kapak Yazısı
Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, Türkiye’mizde ve Müslüman ülkelerde milyonların tanıdığı bir zat… Sevimli çehresi, Muhammedî güzel ahlâkı, ruhlara hitap eden millî, dinî şiirleri ve insanı mânevi âlemlere alıp götüren gönül sohbetleri ile bir ilim ve irfan önderi… Üstad
Ali Ulvi Kurucu Bey, bir Anadolu çocuğu… İlk feyzini doğduğu muhitten aldıktan sonra yüksek tahsilini Kahire’de yapmış; son elli altı senesini Medîne-i Münevvere’de yaşamış ve orada vefat ederek, sahabîlerin yanına uzanmış mes’ud bir insan… İslâm dünyasının mânevi ve siyâsî binbir hâdise ile sarsıldığı yakın tarihi bizzat yaşamış; önemli olayların şahidi olmuş ve mühim şahsiyetlerle tanışmış; bir Müslüman aydının, aydın bakışı ile
bunları değerlendirmiş, bir fikir ve mânâ büyüğü… Onun hatıraları, bizler için, bir ilim, irfan ve mâneviyat kaynağı olduğu kadar, yakın tarihimiz için de bir "şifre çözücü” ve geleceğimizi tâyinde bir yol gösterici olacak…

Hatıralar: Üstad Ali Ulvi Kurucu
Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ
Editör: Ziya Başpehlivan
Katagori: Hatıralar
Cilt Sayısı: 5
Sayfa Sayısı: 2032
Boyut: 14 x 21 cm 
Basım Yeri: İstanbul
Kapak Türü: Karton Kapak
Kağıt Türü: Kitap Kağıdı
Dili: Türkçe 
Dağıtım: Kitap Takipçileri
Temin Süresi: Aynı gün kargo
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!
Bu ürünün fiyat bilgisi, resim, ürün açıklamalarında ve diğer konularda yetersiz gördüğünüz noktaları öneri formunu kullanarak tarafımıza iletebilirsiniz.
Görüş ve önerileriniz için teşekkür ederiz.
Tavsiye Ürünler
Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, M. Ertuğrul Düzdağ 1-2-3-4-5 Cilt Kitap Seti Takım, 2032 Sayfa Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, M. Ertuğrul Düzdağ 1-2-3-4-5 Cilt Kitap Seti Takım, 2032 Sayfa, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar Seti M. Ertuğrul Düzdağ,1 2 3 4 5 Cilt Takım Toplam 2032 Sayfa yeni medkitap gonca kaynak konya satış sipariş, Med Kitap Yayınları, Siyer - İslam Tarihi ali ulvi kurucu hatırat seti 5 kitap medkitap
Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, M. Ertuğrul Düzdağ 1-2-3-4-5 Cilt Kitap Seti Takım, 2032 Sayfa

Tavsiye Et

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.